Halihazırda bütün bir vatan sathında çok derinden hissedilen büyük bir ekonomik kriz yaşanıyor. Bu kaskatı bir vakıa! Adeta koltukta otururken veya yolda yürürken durduk yerde alışveriş yapmışız da, bizim bundan haberimiz dahi yok gibi! Ruhumuz bile duymadı! Elimizi cebimize attığımızda bir bakmışız ki cebimizdeki 100 TL’den 40 TL’si erimiş! Adeta elektromanyetik dalgalar vasıtasıyla cebimizdeki para temassız bir şekilde çekilip alınmış, resmen hırsızlık yapılmış, çalınmış yani! Bu nasıl olur, ne oldu da böyle oldu demeye kalmadan olan olmuştur artık! Bu nasıl pis bir manzaradır, bu ne iptidai bir durumdur. Biz bu duruma, paranın hiçbir bereketi kalmadı, paranın bereketi bir anda uçtu gitti dersek yeridir. Paranın bereketi kalmadıysa eğer, ki öyle, niçin kalmadı ve paranın bereketi uçtuysa eğer, ki öyle, niçin uçtu? Bunun bir sebebi olmalı! Belki de hiçbir sebebi de yoktur, yani takdiri ilahidir. Bu da olabilir! Bana kalırsa paranın üzerindeki Tura’dan mütevellittir diyeceğim ama, çok kişi şimdi bu adam ne diyor böyle diyecek ve bunun da ne demek olduğunu anlatmak mümkün olmayacak! Neyse sadede gelelim. Çok agresif bir şekilde tezahür eden ve çok acayip bir şekilde kendisini gösteren böyle bir ekonomik kriz üzerinden ne söylenebilir? Muhakkak ki ekonomik değerler veya istatistiki bilgiler üzerinden pek çok şey söylenebilir ve bu şekilde bir değerlendirme yapmak çok da mantıklı, dahası olması gereken! Ama ben bir ekonomist değilim ve niyetim de ekonomik değerler veya istatistiki bilgiler üzerinden pek çok kişinin yaptığı gibi ekonomik bir değerlendirme yapmak değil. Benim derdim daha başka! Mesela ben burada Adlî Tıb mevzusuyla da ilintili olarak kriminolojik bir çerçevede farklı bir okuma yapmak veya değerlendirmede bulunmak istiyorum. Ekonomik veriler üzerinden değil de daha ziyade sosyal ve siyasi hadiseleri birer veri kabul ederek bir nevi kriminal çerçevede bir değerlendirme yapmak istiyorum. Yani bir hadise vuku buldu ve bu hadisenin faili kim veya ne?
Bu yazı sosyal psikoloji mevzuuna daha yakın bir değerlendirme olacak ama o da yine tam net değil. Sonuçta sosyal psikologların hışmına uğramak da var. Ben şahsen, kendimce bu kriz mevzuunun farklı bir veçhesiyle görünmesini istiyorum. Umulur ki diğer değerlendirmeler eşliğinde mevzuun bu yönü de dikkate alınır ve tedbire dair kısmen de olsa işe yarar. Burada müneccimlik falan yapacak değiliz elbette. Batınılik de yapacak durumda değiliz. Olan bir hadise/fenomen üzerinden daha evvel olan başka bir fenomen arasında bir ilişki olup olmadığını çözümlemek derdindeyiz. Misal vermek icab ederse, mesela ülkemizde meydana gelen bir kasırga ile tropikal bölgede bir kelebeğin kanat çırpması arasında doğrudan veya dolaylı olarak bir ilişkinin olup olmadığını çözümlemek gibi bir iş üzerindeyiz. “Her şeyin her şeyle alakası var” hükmü çerçevesinde anlam kazanan başta Kuantum teorisi olmak üzere pek çok bilimsel çalışma da göstermiştir ki, mesela daha düne kadar halk türküsü sözlerinde yer alan “manda yuva yapmış söğüt dalına” mısraında olduğu gibi, bildik manada mandalar artık söğüt dalına da yuva yapabiliyor. İşin esprisi bir yana, ruhi bir hadise bal gibi fiziki bir netice doğurabileceği gibi, fiziki bir hadise de bal gibi ruhi bir hadisenin meydana gelmesine sebebiyet verebilir, veriyor. Din mevzuunda sevab ve günah, hayır ve şer, iyilik ve kötülük mevzuları bir yana, dua ve sadaka mevzuları üzerinden bir değerlendirme yapmak icab ettiğinde, burada ne demek istediğimiz gayet anlaşılabilir. Diğer bir ifadeyle de meselâ Efendi Hazretleri’nin mübarek sözleri hâlinde, meâlen, “Şeriat hükümlerinin alenen çiğnendiği yerde orada bulunan Müslümanlar güçleri nisbetince el, dil ve buğz mutlak ölçüsüne riayet etmezlerse, Allah oraya türlü belalar gönderir. Bu belalar seller, zelzeleler, yangınlar ve çeşitli hastalıklar şeklindedir. Allah’ın şanındandır ki bela umuma gelir. Orada mümin ve kafir ayrımı sözkonusu değildir. İman üzere ölenler şehid, diğerleri ise geberik olur!..”
Adlî Tıb çerçevesinde bir tür kriminal çözümleme yapmak istediğimizi yukarıda söyledik. Bu yazı çalışmasında, mesela fiziki bir hadisenin ruhî sebeplerini kurcalarken, sözkonusu ruhi sebeb olarak değerlendirmeyi düşündüğümüz hadisenin aslında fiziki bir sebep ile doğrudan ilişkili olduğu çok net bir şekilde görülecektir. Yani her ne olursa olsun, kartezyen felsefenin üzerine bina edildiği düalist bir yaklaşım kaçınılmaz olmakla birlikte, aslında sözkonusu dualitenin bir “üçüncü göz” veya “ışık unsuru” ile kuşatıldığı da sözkonusudur. Burada bu mevzuun daha bir aydınlığa kavuşabilmesi için, ruh ve bedeni hem bir arada tutan ve hem de kuşatan olarak anlam kazanan Küllî ruh örneğini vermek daha bir münasiptir. Küllî ruh, mesela ruh ve beden dualitesini kuşatan olarak, “suret ve mana ilişkisi” üzerinden, eşya ve hadiselerin seyrini “suret mananın aynıdır” noktasına doğru taşıyabilir, taşır. Neyse mevzuyu daha fazla uzatmadan sadede gelelim ve bodoslama bir şekilde mevzuya girelim.
Evet; çok açık ve net bir şekilde görülmüştür ki, topyekûn insanlık daralan boynuzun içinde daha da sıkıştırılmaktadır. İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun üzerinde sıkça durduğu “1400 Gergini” veya “1440 Anadolu Ergini” ve Allah’ın “Kaabid- Kısıcı, sıkıcı, kısaltıcı” isminin tecellisine her dem daha bir derinden şahidlik edilmektedir. Bu mevzu her iş ve eserde muhakkak dikkate alınması gereken çok önemli bir mevzudur. İlkin bunun çok acil bir şekilde idrak edilmesi gerekmektedir. Kanaatimce bu mevzuyu dikkate almayan hiçbir iş ve oluş ayağı yere basar bir halde olamayacak ve selamete çıkamayacaktır. Çünkü bu durum, içinde yaşadığımız yeni zaman ve mekânın bariz baskın ana karakteridir. Yani mukadderata taalluk eden bir noktada kendisini göstermektedir. Yani her iş ve esere damgasını vuran olarak, zamanın manasıyla mutabakatı olan olarak anlam kazanmaktadır. Hatırlatmak isterim. Daha evvel Baran Dergisi’nde Korona Pandemisi ile ilgili olarak yine Adlî Tıb çerçevesinde kriminal bir değerlendirmede bulunmuştuk. Bu değerlendirmede söylenenler hakkında ben şahsen musırrım. Vakti zamanında bir cürüm veya suç işlenmişti ve bugün bu cürmün ceremesi çekilmektedir. Ne zaman ki cürmün veya suçun hakkı teslim edilir, yani borç iade edilir, diğer bir ifadeyle de işlenen fiilden rücu edilir, yani tevbe edilir, işte o zaman umulur ki Allah da affeder ve işler yoluna girer. Aksi takdirde yanlış üstüne yanlış topyekûn insanımızı ve de insanlığı daha da çıkmaza sürükleyecektir. Gelelim sıcağı sıcağına yaşadığımız ve ekonomik krize doğru yol alan hadisenin kriminal tahliline ve de teşhisine. Yine bu ülkede yakın bir zamanda ekonomik bir pencereden bir manzaraya şahidlik etmiştik hep birlikte. Bu manzara kimi vicdan sahiblerini fazlasıyla rahatsız etmişti, ama bu durum yine de neticeyi değiştirmedi ve olan oldu. Yani yapan yapacağını yapmıştı ve yaptığıyla da kaldı. Hem devlet ve hem de millet olarak hep birlikte seyretmek durumunda kaldık. Seyrettik ama, iş orada kalmadı anlaşılan. Evet, beşer hafızası çabuk unutur, ilahi adalet ise er ya da geç tecelli eder. Hem de çok hızlı bir şekilde. Cabbar, Kahhar ve Muntakim olan Allah asla ihmal etmez, sadece erteler!
Halihazırda CHP’li bir Belediye Başkanı olarak, Bolu’da görevde bulunan Tanju Özcan isimli kindar bir paragöz, geçtiğimiz günlerde şehirdeki göçmenlerin elektrik ve su faturalarına 10 kat zam yapacağını açıklamıştı. Sadece açıklamakla kalmamış, ne dediyse dediğine de yapmıştı. Paragöz Özcan’ın açıklamasının hemen ardından kentte yaşayan bir kişi Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na Tanju Özcan hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ile görevi kötüye kullanmak”tan suç duyurusunda bulundu ama netice yine de değişmedi ve sözkonusu zam oranı Belediye Meclisi’nden geçti ve kabul edildi. Peki sonrasında ne oldu? Hır-gür derken mevzu unutuldu. Vicdan sahiplerinin vicdan kanaması durmuş olsa da, malı götüren çoktan götürmüştü bile! Peki bu durum, ilahi adaletin terazi kefesinde nasıl tartıldı acaba? Bu mevzuda bir fikri olan var mı? Mevzuun bu yönü hiç mi hiç dikkate değer bulunmamış olmalı ki, halihazırda yaşananlarla ilgili değerlendirmeler de hiç mi hiç gündeme dahi gelmedi veya getirilmedi.
Mevzuyu biraz dramatize ederek derinleştirelim. Bir kere Bolu’da olan neydi? Göçmenler, özellikle de Suriyeli göçmenlere yönelik CHP’li Bolu Belediyesi’nin dışlayıcı ve tahkir edici bir davranışı sözkonusu oldu. Suriyeliler deyince ilkin akla “Şam Ehli” ifade kalıbı gelsin. Hal böyle olunca da akan sular durur, durması gerekir, biline! Çünkü “Şam Ehli” tabiri “Ahir Zaman Ümmeti” ile ilgili bir tabirdir ve çok dikkatli davranmayı gerektiren bir duruma da ayrıca işaret eder. Sözkonusu tabir üzerinden bir değerlendirme yapmak icab ettiğinde, değil aşağılamak veya tahkir etmek, baş tacı edilmesi gereken insanlar olarak ne kadar çok tazim edilseler yine de azdır. Burada pek çok şey söylenebilir. Tazim edilmesi gerekenlerin vatan savunmasında bulunanlar olduğu pekâlâ söylenebilir. Ama mağdur ve mazlum denilen bir durum da var ve sırf bu durum çok hassas olmayı beraberinde getiriyor. Ama gel gör ki en ufak bir hassasiyet gösterilmeden mevzuya bodoslama girildi ve sözkonusu “Şam Ehli”nden olan insanlar aşağılandı ve tahkir edildi. Kalbler kırıldı ve dahası, hududllaha dokunuldu! Devlet aklı ise bu mevzuda sınıfta kaldı. Mevzuya kayıtsız kaldı. Gerçi Adalet Bakanlığı'na bağlı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu tarafından kararla ilgili bir inceleme başlatıldı. Süreç içerisinde sözkonusu yasanın iptal edilmesi de vardır elbette. Ama olan olmuştur bir kere! Mevzu netleşene kadar olacak olanları seyretmekle başbaşa kalacağız! Tıpkı bugünkü ekonomik krizde olduğu gibi! Bugünkü ekonomik krizin Bolu’da alınan karar ile bir ilişkinin olup olmadığı hakkında ne söylenebilir? Bugünkü kriz dünkü kararın bela şeklinde yankı bulan bir bedeli olabilir mi? Öyle ya; büyük bir bela davet edildi ve o da ekonomik kriz şeklinde geldi! Hem de tam da kısas mantığına uygun olarak! 10 kat arttırılan ücret neredeyse 10 kat attırılmış bir pahalılık olarak hayata yansıdı, yansıyacak! İlâhî hududa dokunan bir uygulama, ilâhî adaletin şanındandır ki, bela da umuma geldi!
Bolu deyince biraz oturup düşünmemek gerekiyordu halbuki. Malum olduğu üzere Bolu, İBDA Mimarı açısından çok mühim bir mekândır. İBDA Mimarı’nın cezaevinde tutulduğu yer olmasının çok ötesinde, İBDA Mimarı’na kesiksiz bir şekilde Telegram İşklencesi’nin de çok yoğun bir şekilde tatbik edildiği bir mekândır Bolu! Ondan da öte, rüyada gelen bir mânâ olarak, İBDA Mimarı’na “Bolu Dağı Kaftanı” giydirildi ve bu, “Büyük Doğu Kaftanı” ile örtüşen bir mânâdadır.
Takip edelim:
“LEVHA: Mayıs 2006… Birinin önünde MÜNŞEAT (Önsöz-Bayramlık) isimli kitab var, ona bakıyor. Sonra kitabı kapatıp, “Salih Mirzabeyoğlu’na Bolu Dağı Kaftanı giydirildi!” diyor. — (Neslihan Erdiş).”
“BOLU Dağı: 44+1015= 1059: MEHDÎ…” (https://www.barandergisi.net/m/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-bolu-dagi-kaftani-172-h3367.html)
“Bolu Dağı Kaftanı” ile “Şam Ehli” arasında ne tür bir ilişki olabileceğini ise söylemeye ne hacet!
Not: Bu yazının muhtevasının daha iyi anlaşılabilmesi için aşağıdaki adreste bulunan ilgili yazıların okunmasını salık veririz.
Baran Dergisi 780. sayı