751 yılının Safer ayında (Nisan 1350) doğan Molla Fenari’nin asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza’dır. Fenârî nisbesi hakkında kaynaklarda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu nisbenin, Mâverâünnehir bölgesinde ya da Bursa civarında Yenişehir ile İnegöl yakınlarındaki Fenâr köyünden geldiğini söyleyenler bulunduğu gibi babasının fenercilik mesleğiyle ilgili olduğunu ileri sürenler de vardır.

Molla Fenârî, ilk öğrenimini babasının yanında tamamladıktan sonra İznik’te Alâeddin Ali Esved’in derslerine devam etti. Hocasıyla arasında geçen ilmî bir tartışma yüzünden oradan ayrıldı ve Amasya’ya gitti. Amasya’da Cemâleddin Aksarâyî’nin öğrencisi oldu ve 1376 yılında kendisinden icâzet aldı. Ardından Seyyid Şerîf el-Cürcânî ile birlikte gittiği Kahire’de başta Ekmeleddin el-Bâbertî olmak üzere çeşitli âlimlerden şer‘î ilimleri tahsil etti; Bâbertî’den de icâzet aldıktan sonra Bursa’ya döndü. Yıldırım Bayezid tarafından Manastır Medresesi müderrisliği ve bunun yanı sıra 795’te (1393) Bursa kadılığı ile görevlendirildi. Bu vazifesini on yıl kadar sürdürdü.

Ankara Savaşı’nın ardından Timur’un askerleri Bursa’yı ele geçirince, daha önce Yıldırım Bayezid’in esir alıp hapsettirdiği Karamanoğlu Alâeddin Bey’in iki oğlu II. Mehmed Bey ve Ali Bey hürriyetine kavuşmuş ve Timur tarafından Karamanlı ülkesinin yönetimine getirilmişti. Molla Fenârî de muhtemelen Mısır seyahati dönüşünde Konya ve Karaman’a uğradığında tanıştığı Mehmed Bey’le Karaman’a gitti. Orada on yıldan fazla bir müddet ders verdi. 817’de (1414) Bursa’ya döndü ve Çelebi Sultan Mehmed devrinde 818 (1415) yılında ikinci defa Bursa kadılığına getirildi. 822’de (1419) çıktığı hac seyahatinden dönerken Kahire’ye uğradı ve el-Melikü’l-Müeyyed Şeyh el-Mahmûdî’nin isteğiyle bir süre orada kaldı. Kahire’de bulunduğu sırada dönemin önde gelen âlimleriyle ilmî müzakerelerde bulundu ve ders verdi.

823 (1420) yılında Mısır’dan ayrılan Molla Fenârî, Kudüs’e uğradıktan sonra Bursa’ya döndü ve eski görevine devam etti. II. Murad tarafından 828’de (1425) müftülük vazifesine tayin edildi. Bu unvanı taşıyan kimsenin diğer ulemâya nisbetle önemli bir mevki işgal ettiği bilinmekle birlikte bazı kaynaklarda Fenârî’nin ilk şeyhülislâm olarak anılması, pâyitaht müftülük makamının XVI. yüzyılın ortalarında ulaştığı kurum hüviyetiyle kelimenin kazandığı “devletin bütün ilmiye sınıfının resmî mercii” anlamında düşünülmemelidir. 833 (1430) yılında yaptığı ikinci hac yolculuğunda da Kahire’ye uğrayan Molla Fenârî buradaki âlimlerle ilmî görüşmeler yaptı. Döndükten kısa bir süre sonra 1 Receb 834 (15 Mart 1431) tarihinde Bursa’da vefat etti.

Molla Fenârî’nin yaşadığı dönem, İslam düşünce geleneğinin, ilimlerin mahiyetlerine ve açıklama getirdikleri alanlara dair kanaatlerin belirginlik kazandığı geç bir evreye tekâbül etmektedir. Birçok ilimde ön plana çıkan Fenârî öncelikle bir dil alimi, fakih ve sufidir; ancak o aynı zamanda Kelâm ilminden övgüyle bahseden ve Fahreddin Râzî sistemi içerisinde konuşan bir düşünür, mantık alanında eser veren ve eserlerine bu ilmin rengini fazlasıyla yansıtan bir mantıkçı, öte yandan ise yeri geldikçe mantıkçıları, sudurcu metafizikçileri ve kelâmcıları eleştiren bir münekkittir. Onun düşüncesi Gazâlî ve Râzî sonrası şekillenen terkip anlayışının güzel bir örneğini teşkil emekte ve bizi bu anlayışın sahip olduğu çok katmanlı karmaşık düşünce yapısıyla karşı karşıya bırakmaktadır. Onun öğretisi özellikle usûl ve metafizik alanlarında yoğunlaşmıştır.

Molla Fenari babası Mevlana Hamza’dan Sadreddin Konevi’nin eserlerini okumuş ve İbnu’l-Arabi çizgisindeki vahdet-i vücud mektebini benimsemiştir. Bu konudaki görüşlerini Konevi’nin Miftâhu’l-gayb’ına yazdığı Misbâhu’l-üns adlı eserinde genişçe ortaya koymuştur. İbnu’l-Arabi sufilerin ortaya koydukları birikimi metafizik ve kelam gelenekleriyle bir terkibe tabi tutarak nazari tasavvufun öncüsü olmuştu. Konevi ise onun tasavvuf düşüncesinin sistematik bir ifadesini ortaya koymuştu. Molla Fenari de Konevi’nin Miftah’ına yazdığı şerhle ve Aynu’l-a‘yân adlı Fatiha tefsiriyle onu izlemiştir. Bu eserlerde Fenarî’nin kavramsal düzeyde sudurcu metafiziğe yaklaştığı, bununla birlikte saf akıl eleştirisine giriştiği ve mütekellimine karşı –Konevi’ye nispetle- daha uzlaştırmacı bir yaklaşım sergilediği görülmektedir.

Bazı önemli eserleri ise şu şekildedir:

Aynü’l-a’yân (Tefsîru Sûreti’l-Fâtiha). İşârî tefsir türünün örneklerinden olup Karamanoğlu Mehmed Bey’e ithaf edilmiştir. Eserde tefsir usulüne dair geniş bir mukaddime yer almaktadır.

Fusûlü’l-bedâyi. Usûl-i fıkha dair bu eser müellifin en meşhur çalışmalarından biri olup iki cilt halinde basılmıştır.

Misbâhu’l-üns beyne’l-ma’kul ve’l-meşhûd fî şerhi Miftâhi’l-gayb.

Tahkiku haka’iki’l-eşyâ ve dekaiki’l-ulûm ve’l-ârâ (Risâle fi’t-tasavvuf, el-Mukaddimâtü’l-aşere). Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’sinde yer alan ve “künnâ hurûfen âliyât” şeklinde başlayan beytin şerhidir.

Kaynakça

Tahsin Görgün. Molla Fenârî’nin Düşüncesi. İstanbul: DİA. 2005.

Taha Boyalık. "Molla Fenârî", İDA.

Baran Dergisi 757. Sayı