Modern dünya denilince sizin aklınıza ne geliyor? Birçoğumuzun, muhtemelen “yapılar” canlanıyordur muhayyilesinde. Benim aklıma, Üstad’ın da sık sık örnek verdiği Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar filmindeki o üretim bandı sahnesi geliyor. Temeli Yahudi-İngiliz, bugünkü hâmisi ise Amerika’nın olduğu bu bant, hâlâ dur durak bilmeksizin çalışıyor. Önceleri fabrikalarda, sanayide el emeğimize yabancılaşıyorken şimdi artık oturduğumuz yerde benliğimizin her zerresine yabancılaşıyoruz. Bu durumu ilk gören kişilerden biri olan Karl Marx Yabancılaşma kavramını bizler için açıklamaya çalışmıştı.
Klasik dönem sosyoloji geleneği içerisinde yer alan Karl Marx (1818-1883) yaşadığı dönem boyunca pek çok eser kaleme almış olmasına rağmen müstakil olarak Yabancılaşma ismiyle yazılmış bir eser bulunmamaktaydı. Ancak Marx’ın yabancılaşma teorisine, Yahudi Sorunu’ndan Kapital’e kadar yayınlanmış birçok eseri dâhilinde rastlamak mümkün. Hakkında konuşmak istediğimiz konuda Marx’a ait derleme bir kitap bulunmakta. Kitapta sırasıyla şu eserlerden kesitler sunulmuş: Yahudi Sorunu, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı-Giriş, 1844 Elyazmaları, Kutsal Aile, Feuerbach Üzerine Tezler, Alman İdeolojisi, Grundrisse, Artı-Değer Teorileri, Kapital. Derlemenin temel amacı, Marx’ın erken dönem yapıtlarıyla olgunluk dönemi yapıtları arasındaki yabancılaşma teorisinin geçirmiş olduğu serüveni tespit edebilmek.
Yabancılaşma kavramı birkaç yüzyıllık bir geçmişe sahip. Bilhassa felsefe eserlerinde işlenen bu kavram, Hegel ile “seküler” felsefeye, Marx ile ise iktisat ve siyaset alanına giriş yapmıştır. Bahsi geçen bu düşünürlerin etkisiyle yabancılaşma; sosyal bilimlerin birçok disiplinine konu olmaya başlamış ve zamanla felsefe-sosyal bilimler arasında gidip gelmiş, enine boyuna incelemeye tabi tutulmuştur. Yabancılaşmanın Marx’taki ele alınış biçimine bakacak olursak; “insanı, kendi etkinliğinin ürünlerine, üretken etkinliğinin kendisine, içinde yaşadığı doğaya, kendine, kendi özsel doğasına, insanlığına, öteki insanlara yabancılaştıran” bir eylem olarak tanımlandığını görürüz. Feuerbach, Hegel ve Marx’ın yabancılaşmayı ele alış biçimleri genel çerçevede incelemeye tabi tutacaktır. Feuerbach ve Hegel, Marx’ın yabancılaşma fikrinin oluşumunda etkili olmuştur. Bu iki düşünürün temsil ettiği yabancılaşma fikri üzerine eleştirilerde bulunarak kendi teorisini ortaya koyan Marx; kapitalist sınai sistem, işçinin emeği, özel mülkiyet, iş bölümü, burjuva ve proletarya sınıfları, emeğin nesneleştirilmesi, üretim araçları ve üretilen ürün, artı-değer gibi hususlar çerçevesinde yabancılaşma üzerinde durmaktadır.
Yabancılaşma kavramının felsefe tarihinde ilk kez Hegel ile birlikte ortaya çıkmış olduğu kabul edilmektedir. Kendisinden önce PloGeist os ve Fichte gibi isimlerin de bu konuya değindiği bilinse de Hegel yabancılaşma kavramının asıl mimarı olarak görülmektedir. Hegel’de yabancılaşma, bilinç olguları üzerinden ele alınmış ve aklî bir durum olarak analize tabi tutulmuştur. Hegel felsefesindeki Mutlak, Akıl yahut Geist ile ifade edilen kavram, doğa, nesne ve öznenin özdeşliği olan ve tüm evreni kapsayan bir ilkedir. Bu ilke diyalektik bir süreç içerisinde üç aşamada kendini gerçekleştirmektedir. İlk aşamada Mutlak Geist kendi kendisiyledir, dışarıya açılmamıştır. İkinci aşamada ise Geist doğada kendisini gerçekleştirmektedir. Bu aşamada Geist artık kendi özünden kopmaya başlamış, kendisine yabancılaşmıştır. Geist’ın kendisini tam anlamıyla gerçekleştirebilmesi için yabancılaşma sürecini aşması, nesneleşmesi gerekmektedir. Bunun için kendi özüne dönmelidir. Üçüncü adımda öze dönme aşamasına giren Geist, kendisini kültür ve tarih alanının Geist dünyasında bularak özünü insan Geist’ında bulmaya çalışır. Geist dünyaya geçişte farklı aşamalardan geçen Mutlak Geist artık mutlak, nesnel ve öznel ruhun bileşimine ulaşır. Buna göre doğa, Geist’ın kendisine yabancılaşmış biçiminden oluşmaktadır. Bahsi geçen diyalektik aşamada yabancılaşan nesne de bilinçten başkası değildir. Kısacası Hegel’de yabancılaşma kavramı, özün kendine yabancılaşmasını ifade etmektedir.
Feuerbach yabancılaşmasındaki temel nokta din eleştirisidir. O, başlangıç noktası olarak Hegel’in Geist’ı yerine insanı temel almaktadır. Bu hususta Hegel eleştirisinde bulunan Feuerbach; “…doğanın Mutlak Geist’ın kendisine yabancılaşmış biçimi olduğu görüşüne karşı çıkarak, insanın kendine yabancılaşmış Tanrı değil, Tanrı’nın kendine yabancılaşmış insan olduğunu ileri sürer.” Buradan hareketle Feuerbach felsefesindeki yabancılaşmanın temel dayanağı, “Tanrının kendine yabancılaşmış insan olduğu” mevzuuyla ifade edilebilir. Feuerbach’a göre Tanrı insandan bağımsız değildir ve insanın kendisini nesneleştirmesi olarak ortaya çıkmaktadır. İnsan kendi kendisini nesneleştirerek Tanrı’ya ulaşmakta ve böylelikle kendi özüne yabancılaşmakta, bir nevi Tanrı’nın kölesi konumuna gelmektedir.
Feuerbach’ın insan doğasını merkeze alan dinî yabancılaşması ve Hegel’in bilinç olgularını temel aldığı yabancılaşma fikri Marx’ın yabancılaşmasının düşünce nüvelerini temsil etmekle birlikte onun her ikisinin de yabancılaşma fikrine eleştiride bulunduğu görülmektedir. Marx, Hegel’i nesneleştirme ile yabancılaşmayı bir tuttuğu ve insanın yabancılaşmasını onun bilincinin yabancılaşması biçiminde ele aldığı için eleştirmektedir. Feuerbach’ı ise yabancılaşmayı tek bir boyuta yani dinsel boyuta indirgediği için tenkit etmektedir. Lakin bununla beraber Marx Feuerbach’ı “Hegel’den sonra gerçek kuramsal devrimi gerçekleştiren biri olarak onu eski felsefenin fatihi” olarak görmektedir.
Marx’ın yabancılaşma fikrine gelecek olursak o yabancılaşmayı nesneleşmeden ayırt etmiş; yabancılaşmanın yalnızca dinsel boyutuna değil toplumsal, kültürel ve iktisadi boyutuna da temas etmiştir. İktisadi ve kültürel boyutlar temelinde Marx’ta yabancılaşma insan doğasından hareketle ve emek-üretim ilişkisi temelinde ele alınmaktadır. Marx insanın bir doğa varlığa sahip olduğunu ve kendi üretim araçlarını üretmesiyle hayvanlardan ayrılmakta olduğunu söylemektedir. Ona göre üretim ve üretim süreci insanın özünü oluşturmaktadır ki bu da yabancılaşmanın temellendirildiği noktadır. Feodal sistemin yıkılmasıyla serflerin burjuvaziye, kölelerin ise işçiye dönüşmüş olduğu söylenebilir. Marx’a göre her dönemde bir üretim faaliyeti ve beraberinde sınıfsal çatışma mevcuttur. Hatta ona göre tarih sınıf savaşları tarihidir. Endüstriyel dönemin savaşımı da burjuva yani üretim araçlarına sahip kesim ile işçiler yani iş gücünü elinde bulunduran kesim arasındaki çatışma üzerinden vuku bulmaktadır. Çatışmanın temelinde özel mülkiyetin sivrilmesi, azınlık olan burjuvazinin üretim araçlarını mülk edinmesi dolayısıyla çoğunluk olan işçi sınıfına hükmetmesi yer almaktadır. Bu çatışmadan hareketle yabancılaşma kavramına geçiş yapacak olursak Marx’a göre burjuvazinin himayesinde çalışan işçinin bir ürün ortaya çıkarmak amacıyla ortaya koyduğu emek yabancılaşmış emeğe dönüşmektedir.
Yabancılaşmış emeğin dört görünümünden bahsetmek mümkündür. İlki; işçinin kendi ürününe yabancılaşmasıdır. Ürünün kendi denetiminden çıkması ve kapitalist güçler tarafından sahiplenilmesiyle seri üretim dâhilinde ortaya çıkarmış olduğu ürün işçiye yabancılaşmaktadır. Emeğin üretmiş olduğu nesne yabancı bir nesne olarak üreticiden koparak kendi bağımsızlığını ilan eden bir erk haline gelir. Marx ürünüyle arasındaki bağı kopan işçinin ne kadar çok meta üretirse o kadar çok yoksullaşacağını söyler. İkinci görünüm; üretim etkinliğine yabancılaşma olarak tezahür etmektedir. Yaptığı işten tatmin olmayan ve bir süre sonra sürekli aynı hareketleri tekrar etmek durumunda kalan işçi üretim eylemine de yabancı kalmaktadır.
Üçüncü görünüm; insanın türsel yabancılaşmasıdır. Marx’ta insan türünü hayvan türünden ayırt eden eylemin kendi geçim araçlarını üretmesi olduğunu ifade etmiştik. Kendi üretim aracına sahip olmayan insan türsel varlığına yabancılaşmış olur. Dördüncü görünüm ise; insanın insana yabancılaşmasıdır. Kendi türsel varlığına yabancılaşmasının doğal sonucu olarak insan diğer insanlara da yabancılaşır. Çünkü insanın kendisiyle olan ilişkisi diğerleriyle olan ilişkisi sayesinde nesnel ve gerçek bir görünüm kazanmaktadır.
Marx, temel taşlarını iş bölümü ve özel mülkiyetin oluşturduğu yabancılaşmanın ortadan kaldırılabilmesinin komünizm ile mümkün olduğunu ifade etmektedir. Ona göre insanlık, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve tarih sahnesinde komünizmin açığa çıkması ile yabancılaşma sorununun pratik çözümüne kavuşmuş olacaktır. Marx’ın geleceğini düşündüğü komünizm çağının ortaya çıkmayışıyla birlikte teorisi pek çok eleştiriye maruz kalmaya başlamıştır. Modern sanayi çağının sonlarına doğru gelinmesiyle birlikte Marx’ın işçi ve burjuva şeklinde iki sınıf halinde renklendirdiği resme farklı ara renkler de dâhil olmaya başlamıştır. İşçi sendikaları, üretim güçlerine sahip olmayan ama yönetici konumuna sahip olan bireyler, alt ve üst kademe yöneticiler, beyaz yakalı işçiler ve orta sınıfın ortaya çıkması, toplumsal ara renklerin oluşumunu sağlamıştır. Teknolojinin gelişmesiyle işçinin makinayla olan bağının azalması da yabancılaşma teorisine yöneltilen eleştirileri kuvvetlendirmektedir.
Hegel ve Feuerbach’ın düşüncelerinin mirasının geliştirilmesinden doğan yabancılaşma kavramı bugünkü kullanıma Karl Marx ile kavuşmuştur. Marx bu kavramı Yahudi Sorunu, 1844 Elyazmaları, Alman İdeolojisi, Kutsal Aile, Grundrisse, Feuerbach Üzerine Tezler ve Kapital olmak üzere pek çok eserinde işlemiştir. O; Hegel’i yabancılaşmayı bilincin nesneleştirilmesi ile bir tuttuğu, Feuerbach’ı ise dinsel yabancılaşma anlayışıyla sınırlı kaldığı için eleştiriye tabi tutmuştur.
KAYNAKÇA
-Aydoğan, Emine, “Marx Ve Öncüllerinde Yabancılaşma Kavramı”. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi 54 (Haziran 2015), 273-282.
-Ergil, Doğu, “Yabancılaşma Kuramına İlk Katkılar”. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 33/03 (1978), 93-108.
-Freyer, Hans, Sosyoloji Kuramları Tarihi, çev. Tahir Çağatay. Ankara: Doğu-Batı Yayınları, 2015.
-Marx, Karl, Yabancılaşma, drl. Barışta Erdost. Ankara: Sol Yayınları, 2018.
Aylık Baran Dergisi 10. Sayı
Aralık 2022