Bir zaman önce, Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı ile A.K.P.’li eski devlet bakanı Selma Aliye Kavaf, başörtülü olarak ilköğretim okullarına gitmek isteyen çocukların ailelerini “Devlet gerekirse o çocukları alır” diyerek tehdit etmişlerdi. Yapılan tehdide C.Başkanı ve eşi de destek vermişti.
Türkiye’nin diğer illerini bilmemekle birlikte Gaziantep’te yaklaşık 20 kız öğrencinin başlarını örterek okumak istemelerinin engellendiğini, bu öğrencilerin okullara alınmadığını ve okulu bırakmak zorunda kaldıklarını yine birkaç hafta önce Gazikent İ.M.K. B İlköğretimokulu’nda okuyan bir kız öğrencinin başörtüsüyle okula gitmek istemesinin engellendiğini öğrencinin okula alınmadığını, bu durumdan şikâyetçi olan öğrencinin annesi G.Ç.’nin müdürü şikâyet etmek istemesi üzerine okula gelen polis ve T.E.M. Şubesi görevlilerinin anne hakkında takibat başlattıklarını öğrenince yapılan tehditlerin sessiz sedasız hayata geçirildiği ortaya çıktı.
Gerçi sessiz sedasız hayata geçirilmese ne olacaktı ki. Daha geçen gün Milli Eğitim Bakanı başörtülü olarak çalışmak isteyen öğretmenin işine son verildiğini açıklamadı mı? Yine benzer uygulamalar Sağlık Bakanlığı’nda yapılmıyor mu? ”Kardelen’ler, Baba Beni Okula Gönder” kampanyaları Müslümanları kapsamıyor. İnancı gereği örtünerek çalışmak ve okumak isteyenler değişik bahanelerle daha önce de engelleniyordu, şimdi de engelleniyor. Onlara biçilen rol İsviçre’de bir öğretmenin Türk kökenli kız öğrenciye biçtiği ‘Türk kadınları sadece evlenmek ve çocuk yapmak için var. Onların eğitime ihtiyacı yok” rolüne ne kadar da benziyor.
10 Yıllık iktidar sürecinde Anayasa kısmen de olsa değişti, iktidara ayak bağı olduğu düşünülen Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi, H.S.Y.K. Silahlı Kuvvetler, İstihbarat-emniyet birimleri tamamen değişti. Bu değişiklikler 28 Şubat’ı yaşayan ve üzerlerinden tank geçen insanlara nasıl yansıdı, onların hayatında ne değişti? Yapılan değişiklikler sadece belli bir kesimi bu kurumlara yerleştirip, makam-mevki, para sahibi yapmakla sınırlı kalmadı mı? Hem bu kurumlara yerleşenler 28 Şubat sürecinde D.S.P.’yi yani “atın şu kadını “diye bağıran Bülent Ecevit’i destekleyenler değil miydi? Onlar o gün ezilenler idiyse biz kimdik?
Biz, 28 Şubat sürecinde brifing mahkemeleriyle ceza alan, eşi başörtülü, kendisi veya aile fertlerinden birisi namaz kılıyor diye fişlenen, üniversite kapılarından ve tüm devlet dairelerinden başörtüsü sebebiyle geri çevrilen, işine son verilen irticacılar değil miydik.
Değişen tüm kurumların ve mevzuatların bize sağladığı hiçbir şey yok. O gün de derneklerimiz, vakıflarımız Terör Örgütü bahanesiyle kapatılıp üyelerimiz cezalandırılıyordu. Bugün de aynı bahaneyle kapatılıp cezalandırılıyoruz. O gün de cemaatlerimiz, cemaat önderlerimiz kurgularla cezaevine atılıyordu, bugün de atılıyor. Silahsız Terör Örgütü tanımı kanundan çıktı da ne oldu, bir cemaat liderinin sempozyumu provokasyon olurken, 28 Şubat’ta kurgulanmış içinde devlet görevlilerinin olduğu bilinen Şahı Merdan Sarı’nın uğradığı haksızlık, 28 Şubat’ı yapanların övündüğü operasyonlara maruz kalan Salih Mirzabeyoğlu’na ve arkadaşlarına yapılan haksızlıklar giderilmeyip Müslümanlara ağır cezalar verilirken, derneklere S.T.K.’lara, evlerimize sabaha karşı kapıları kırmak suretiyle baskınlar yapılırken kimimiz El Kaideci, Kimimiz Hizbullahçı, kimimiz İBDA’cı, kimimiz Hizbuttahrir’ci ve kimimiz ismini dahi Emniyet’te öğrendiğimiz örgüt mensubu olarak tutuklanıp cezaevlerine atılıyorsak bizim için ne değişti?
Sessiz çoğunluk yoksa biz değil miyiz? Kafasına bombalar atılan, uğradığı haksızlıkları giderilmeyen ve halen haksızlıklara maruz kalan biz değil miyiz? Biziz! O günde bizdik, bu günde biziz! Bizim için değişen hiçbir şey yok. Bütün değişiklikler o günde bugün yanımızda olmayan ve bizim üstümüzden makam-mevki ve para sahibi olanlar için. Bir gün “Hepimiz Hrant’ız”diyen, ertesi gün Hrıstiyan olduğu ısrarla vurgulanmayıp 35-40 bin Müslüman evladını “Türko” luğunu öne çıkararak Lefter’in cenazesinde toplayan, kendileri hümanist, insancıl ve bilimum iyi vasıfları taşıyan bu işler yanlış işler diyen bizlere ise her türlü kötülüğü, kabalığı yakıştıran, Müslümanlığa değil Türklüğe önem verenler için. Tüm değişim ve değişiklikler onların daha da rahat yaşaması ve semirmesi için.
Bize de iki yoldan birisini seçmek kalıyor. Ya sıranın bize geldiği zamana kadar her şeye katlanıp mücadele edeceğiz ya da bu dünyada rahata ermek için (!) Çok gecikmeden değişip dönüşeceğiz. Hayat sizin karar sizin.
Baran Dergisi, 262. Sayı