Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) verilerine göre 12 Kasım haftasında döviz mevduatları 235,17 milyar dolara yükseldi. 5 Kasım haftasında döviz mevduatları 233,30 milyar dolar olarak gerçekleşmişti. Kabaca 230 milyar dolardan hesaplayacak olursak, 5 Kasım’dan 23 Kasım’a kadar geçen vadede Amerikan Doları’nın Türk Lirası karşısındaki değeri 3,3 TL arttı ve bunun karşılığında bahse konu olan mevduatların Türk Lirası cinsinden karşılığı 759 milyar TL artmış oldu. Birileri, hiçbir emek harcamadan, üretmeden, paylaşmadan sırf parası olduğu için para kazanırken, 759 milyar TL’lik bu fark, sabit gelirli işçi, memur ve emeklinin cebinden enflasyon adı altında çalındı. Bu yalnız son bir ay içinde el değiştiren servet. Türk Lirası’nın düşüş trendine girdiği son birkaç senelik vadeye baktığımızda birkaç trilyon liralık bir servetin el değiştirdiğini rahatlıkla tesbit edebiliriz.
Peki, bu noktaya nasıl gelindi?
İktisadî hayatın faiz dışında kalan ciheti yok muydu?
Anladığımız kadarıyla, iktidar, Türkiye ekonomisine giren ve çıkarken faiz adı altında iktisadî faaliyetlerin kaymağını da yanına alıp götüren bıyıklı ve bıyıksız yabancı yatırımcının bu şekilde Türkiye ekonomisini sömürmesine mâni olmak adına yüksek kur, yüksek enflasyonu göze alarak düşük faiz politikası izliyor. Yalnız bu perspektiften bakıldığında iktidarın izlediği siyasetin doğru olduğu düşünülebilir; fakat düşük faiz politikası karşılığında yüksek kur ve buna bağlı olarak gelişen yüksek enflasyon tercihi ölümlerden ölüm beğenmeye benziyor.
İktidarın, izlediği bu siyaseti millete izah etmek ve böylelikle de iktisadî kıymet vahitlerinin tayininde birince dereceden etkili faktör olan toplum psikolojisi üzerinde niçin durmadığını gerçekten de anlayamıyoruz.
İktidarın, bahse konu siyaseti başarıyla uygulaması için alması gereken diğer tedbirlere niçin yönelmediğini, yalnız bir kapıyı kapalı tutmak suretiyle binbir kapılı Türkiye ekonomisi üzerinde nasıl inisiyatifi elinde tutabileceğini zannettiğini anlayamıyoruz.
İktidarın, hayatın olağan akışını düzenleyen hiçbir alanda ön plana almadığı İslâm’ın emir ve yasaklarını, yalnız kuyruğu sıkıştığı zamanlarda başa almasının millet nezdinde izlenen siyasete yönelik ciddiyetsizlik doğurduğunu nasıl anlayamadığına da şaşıyoruz.
İktidarın, izlediği bu siyasetin, son yıllarda kendi dar çevresinde teşekkül eden servet sahibleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri yerleşik hâle gelmiş olan ahlâksız sermayedarlardan başkasına faydası olmadığı, ortaya çıkan maliyetin tamamıyla orta ve dar gelirli vatandaşın, birçoğu da Erdoğan seçmeni olan vatandaşın sırtına yüklenmesinden doğan maliyeti nasıl hesab edemediğini de anlayamıyoruz.
Globalizm dolayısıyla hiçbir ithâl girdisi olmasa bile üretilen bir malın yahut hizmetin fiyatının uluslararası piyasalara göre belirlendiği bir dönemde, yalnız düşük kur politikası izlemek suretiyle burada hakiki bir kalkınmanın gerçekleşmesini beklemenin ancak fantastik bir fikir olduğunun 20 senedir memleket idare eden bir kadro tarafından nasıl anlaşılamadığı ise ayrıca hayreti mucib.
Liberalizm’in kurucularının bile belli bir çerçeve içine mahkûm etmeye çalıştığı “serbest piyasa”ya hayvanî bir hürriyet alanı açıp, onu adeta kutsar ve haşa lâyüsellik atfederken, mevcut kur politikasından beklenen faydanın, toplumu da korumak suretiyle nasıl devşirileceğini de anlayamıyoruz.
Naslar yalnız faiz konusunda mı ortada?
Cumhurbaşkanı Erdoğan düşük faiz, yüksek kur politikasını savunurken geçtiğimiz hafta dedi ki: “Bu yolda ben, faizi savunanla beraber olamam, olmam. Bu görevde olduğum sürece faiz ve enflasyonla mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim. Bu konuda nas ortada. Nas ortadayken sana, bana ne oluyor?”
Fuhuş serbest, hele ki vergisi ödeniyorsa, bir de turizm gibi döviz getiriyorsa ayrıca teşvik konusu.
Kumar serbest, satın alınan çeşitli medya organları karşılığında belli başlı sermaye grublarına finansman sağlamak için bile kullanılmasında bir sorun yok.
Vergi oranları yüksek tutulduğu taktirde alkol de serbest.
Rantiye serbest ve hatta bir kalkınma modeli.
Vurgunculuk serbest.
Yalan söylemek serbest.
İftira atmak serbest.
Verdiği sözde durmamak serbest.
Stokçuluk serbest.
Tekelleşme serbest ve hatta vergi işlerinin düzenli olması dolayısıyla teşvik ediliyor.
Hepsinin de ötesinde bütün bu haramlardan nemalanmanın başlıca vesilesi olan küfür düzeni, bırakın serbestliği ayrıca “mübarek”.
Ama faiz konusunda nas ortada, sanki diğer naslar gizli saklı ya. Ha, bu arada sanki yüksek faiz haram da düşük faiz helâlmiş gibi…
Menfaat ehlinin devlet ehlinden ayrılması
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri bu memlekette servet devlet eliyle dağıtılıyor ve devlet müessesesi bu sebeble ferd ile toplum arasında muvazene kurmaya dayanan varlık sebebini yerine getiremiyor. Devletin varlık sebebinin ortadan kalkması ise Napolyon’un meşhur “toplar niçin sustu” hikayesine benzer. Barutun bittiği yerde geri kalan meseleleri konuşmaya bile değmez. Bu sebeble, menfaat ehlini devlet müessesesinden tecrit edecek bir idare ruhu ve nizamı tesis edilmediği sürece Türkiye’nin burnunun b.ktan çıkmayacağını kestirmek için kâhin olmaya lüzum yoktur.
Adaletsizlik
Biri yatırım yapacak, istihdam sağlayacak, üretecek; bir diğeri ise elinde tuttuğu serveti yalnız dövize yatırmak suretiyle ondan daha fazla gelir elde edecek. Böylesine adaletsiz bir düzen daha ne kadar ayakta kalabilir ki…
***
Her fırsatta hatırlattığımız üzere, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun şehadetinden evvel “1400 Gergini” şeklinde işaret ettiği günleri idrak ediyoruz ve neyin neye vesile teşkil edeceğini ise şu toz dumanın içinde hiçbirimiz kestiremiyor, ancak hayra yoruyoruz.
28 Şubat’ta indirilen milyarlarca dolar başta olmak üzere tüm bu süreçten kim nemalanmış, tüyü bitmemiş yetimin bir kuruşuna bile kim tamah etmişse hepsinden, haksızdan haklının hakkını soracağı gün pek çetin olacaktır, bizden söylemesi.
Baran Dergisi 776. Sayı