“Allahu âlem” kasdıyla, “Bâtının zâhire çıktığı bir zaman diliminde yaşıyoruz” diyen İBDA Mimarı, Üstadı Büyük Doğu Mimarı Necip Fazıl’ı alelâde bir şahıs olmaktan uzak tutar ve temsil ettiği fikir, ruh veya mânâdan ötürü de Üstadını, “remz şahsiyet” olarak takdim eder. Ve; Üstadına, “Fikirle çizilmiş suret” nazarıyla bakar.

“Bâtın” keyfiyetini haiz “Büyük Doğu” bir mânâ, fikir veya ruhdur, “zâhir” keyfiyetini haiz “İBDA” ise bu mânâ, fikir veya ruhun sureti veya bedenidir. Hâl böyle olunca, tıpkı Üstadı gibi İBDA Mimarı da “remz şahsiyet” keyfiyeti üzerinden “fikirle çizilmiş suret” olarak anlam kazanır.

İBDA Mimarı’nın şahsında mücessem bir hâl alan “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi’nde zâhir ve bâtın, tasavvuf ve şeriat, ruh ve beden, doğu ve batı, ilim ve fikir, teori ve pratik, parça ve bütün vb. gibi nice keyfiyet zıtlıkları “Küllî ruh” veya “Berzah” keyfiyeti istikametinde adeta örtüştürülmüştür. Bunun derinliğinde yatan esas saik, İBDA Mimarı’nın zâtında tecelli eden “Her nakışta o mânâ!” mottosu çerçevesinde anlam kazanan “Vahdet-i Vücud” hakikatidir. İmam-ı Rabbanî Hazretleri’nin “Vahdet-i Şuhud” mizacı üzerinden İbni Arabî Hazretleri’nin “Vahdet-i Vücud” mizacına yönelen İBDA Mimarı’nın, İbni Arabî Hazretleri’nde olduğu gibi, “Varlıkta Birlik” mevzuunda değil de, daha ziyade “Zatında Birlik” mevzuunda derinleştiği söylenebilir. Bu mevzuda, “Ölüm nedir?”, dolayısıyla da ölümün gayesi olan “Hayat nedir?” sorularının mahiyeti ile bir ve aynı olan “Ben Kimim?” istifhamı merkezî bir konumdadır. “Mutlak Adalet” sahibi olan Allah’a doğru kesiksiz bir seyrin ifade kalıbı mahiyetindeki “Ben Kimim?” istifhamı, bizzat bu istifhamın sahibi tarafından “Adalet Mutlak’a” şeklinde bir konferans mevzuu olarak ele alınmış ve bunun da “Yaşanmaya değer hayat için..” olduğuna hassaten dikkat çekilmiştir.

Bu çerçeveden bakıldığında, “Dabbetü’l-Arz” ile ilişkilendirilebilecek bir keyfiyeti haiz olan “Korna” üzerinden bir değerlendirme yapmak icab ettiğinde, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”nın hem “Kendinden zuhur” hikmeti, hem hak ve batıl savaşı üzerinden hakkı temsil eden misyonu, hem “21. Yüzyıl İslâm dil ve diyalektiği” çerçevesinde ilim ve fikrî temsil eden “dil ve diyalektik” edası, hem “batı tefekkürünü İslâm tasavvufu karşısında hesaba çeken” ruh ve fikir konsepti ve hem de İBDA’nın mânâları arasında yer alan “güzel ve fasih söz söyleme” mânâsı üzerinden “yeni insan yeni nizam” teklif eden “belirli bir dünya görüşü” vasfı daha bir ayan olur.

İBDA Mimarı, alt başlığı “Mim Mim’in Hikayesi” olan “Müjdelerin Müjdesi” isimli eserinde, “öldürülmüş, maktûl” mânâsına “Küşte” başlığı altında “beklenen ve özlenen neslin vasıfları”nı sıraladıktan hemen sonra Üstadına atfen aynen şöyle bir ifade kullanır: “Biz sussak mezarımız konuşacaktır!”(1)

Üstadının vefatının ardından, Üstadı’nın mezardan konuştuğunun ispatı bizzat kendisi iken, şehid edilmesinin ardından kendisinin mezardan konuşma hâli nasıl bir konuşma hâli olacaktır? Bu sorunun cevabı, bundan üç-dört yıl evvel Nakşi Şeyhi Mahmud Efendi Hazretleri’nin söylediği şu sözün mânâsında saklı olsa gerek: “Allah bizzat ipleri eline almıştır.” Bu sözden anlaşılması gereken o dur ki, “İstikbâl İslâmındır” mutlak müjdesine yataklık eden “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”, “Halkın dili Hakkın dilidir” hikmeti mucibince, bütün bir dünya tarafından, özellikle de dünya entelenjiyası tarafından büyük ölçüde kabul görecektir, Allah’ın izniyle!

Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl, mevcut dünyanın bizzat zindan olduğu şuuruyla, cezaevi hayatında, diğer bir ifadeyle de “zindan içinde zindan”a taalluk eden çile dolu hayatında oğlu Mehmed üzerinden Ümmet-i Muhammed’e, dolayısıyla da “Derviş Muhammed”e yazdığı “Zindandan Mehmed’e Mektub” isimli şiirinde:

“Dünyaya kapalı, Allah’a açık.” der.

Üstadının kelamına ve de nazarına biricik hedef olan İBDA Mimarı, -mecaz değil, gerçek!-, bütün bir hayatını sözkonusu mısranın ifade ettiği mânâ çerçevesinde yaşadı! Dahası, cehennemi yaşadı ve öldürüldü, (Küşte!), diğer bir ifadeyle de şehid edildi! Bunun bir bedeli olmalı şeklindeki bir düşünce, bugün Korna üzerinden bütün bir dünyada pandemik çapta yaşananları akla getirmiyor değil! Umumi manzara:

“Dünyaya kapalı, Allah’a açık”
Dünyaya gelmiş en sonki büyük ve güzel insanın şehid edilmesine kayıtsız kalan bütün bir dünya ölümüne bir imtihana tabi tutulmuş gözükmektedir. Allah’ın şanındandır ki belâ umuma gelmiştir. Çare yok, çile çekilecek! Ta ki istiğfar üzerinden topyekûn insanlık kendisini affettirene kadar bu çilenin bu şekil devam etmesi mukadderdir. Umulur ki ezanların sahibi yine mukaddes ezanlar yüzü suyu hürmetine merhametinin kapılarını ardına kadar açar ve Ümmet-i Muhammed üzerinden topyekûn dünya insanını da selamete çıkarır. Üstad Necip Fazıl’ın Dua isimli şiiri:
 
“Bıçak soksan gölgeme,
Sıcacık kanım damlar.
Gir de bak bir ülkeme:
Başsız başsız adamlar...
 
Ağlayın, su yükselsin!
Belki kurtulur gemi.
Anne, seccaden gelsin;
Bize dua et, emi!”
 
Ve yine Üstad Necip Fazıl’ın “Zindandan Mehmed’e Mektup” isimli şiirden:
“Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?”
Korona: Güneş tacı!..

Daha evvel Baran Dergisi’nde yayımlanan “Horoz Borcu” yazı dizimizde “Zaman Bendedir ve Mekân Bana Emanettir” başlıklı yazıdan kısa bir alıntı:

“Güneş metaforu veya mecazı üzerinden horozun aydınlığın habercisi olduğu hakikati dikkate alındığında, ebced değeri 400 (Şems: Güneş!) olan Te harfi üzerinden ortaya çıkacak olan manzara kanaatimce şudur: “Hurus: Horoz: 866: Husrev: Hükümdar, şâh.” Bu terkibi hükümde saklı olan mânâ içerisinde, bir yanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın nüzulü, diğer bir yanda ise “Mutlak Fikrin İktidarı” çerçevesinde “İstikbâl İslâmındır” müjdesine yataklık eden Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın zuhuru vardır denilebilir.”(2)

İBDA Mimarı’nın “Ölüm Odası”nda faş ettiği hakikatlerden biri de “daralan boynuz” hakikatinin bir açılımı hâlinde, “Te harfi’ ve Allah’ın “Kaabid-Kısıcı, sıkıcı, daraltıcı” ismi üzerinden “Hicrî 1440 (Hicrî 1400 Gergini)” terkibidir… Bu “terkibi hüküm”, rüyada gelen bir mânâ hâlinde, 1979-1980 yılı “Başlangıç” kabul edildiğinde, ilkin “20 yıl beraber!” sözünü hatırlatmaktadır. Ardından, öncesi ve sonrasını kendisine bağlayan olarak, “1999 Metris Zuhuru” dikkate alındığında, “40 senede de erilmez ama, biz erdik!” mânâsını hatırlatmaktadır ki, bu, yani “1999 sonrası” ifadesinden anlaşılması gereken olarak, 2020 tarihine esaslı bir vurgu yapılmış olduğunu gösterir.

“Hicrî 1440 ( Hicrî 1400 Gergini)”, “gitmek ve gelmek” mânâsını da mündemiç olarak, yine rüyada gelen bir mânâ hâlinde, “Sin; iki kişi demektir” sözünü hatırlatmakla birlikte, ardından “Küşte” ve “Zebiha” kelimeleri üzerinden “İki zebih”, yâni ”“Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”nın, “Hicri 1440 (Hicrî 1400 Gergini) terkibi ile örtüşen bir mânâda olduğunu da ayrıca hatırlatmaktadır.

“Ölüm Odası”ndan: Te harfi, Allah’ın “Kaabid-Sıkıcı, kısıcı, kısaltıcı” ismi, Esir mertebesi ve Kamer menzillerinden “Kalb”e işaret eder. Ebcedi: 400: Hafeş-İbranice, “Hürriyet”; hakikate esaretten sonra hürriyet!”(3)

“Hicrî 1440 (Hicrî 1400 Gergini)”… 1440: Elif, Te, Mim… Etemm: (441: 1440): Tam, en mükemmel, hiç noksansız… Mate: Öldü: 441: Leteyya: Büyük emir… Salih Mirzabeyoğlu: 129+ 1312= 1441: Ümmet: Cemaat, kavim, taife. Arkasına düşülecek cemaat veya tarikat. Aynı dili konuşan millet… Mirar: Kerreler. Defalar. (id): 441: Zebiha: Zebih, kesilmiş: 720… İki zebih: 1440: 441.(4)
İBDA Mimarı’na rüyada gelen mânâ: “Salih Mirzabeyoğlu Hükümdardır!”

İtalyanca bir kelime olan ve genelde “Taç”, özelde ise “Güneş tacı” mânâsındaki Korona’nın iştikakları arasında ilkin Korna kelimesi dikkat çekmektedir. Korna kelimesi üzerinden Korona’nın bizde uyandırdığı tedailerden biri “ses” veya “sayha” mânâsına gonk, diğeri ise “çağ, devir, zaman” (Kronos!)(5) mânâsı üzerinden “daralan boynuz” mânâsına sur’dur. Bu da bize, Korona ve “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” arasında doğrudan değilsede, dolaylı olarak bir bağlantı olduğunu göstermektedir. Bu bağlantının, kıyamet öncesi ve sonrasında sur’a üflenilmesi şeklinde değil de, yine kıyamete yakın bir zamanda, meselâ İslâmın yeryüzüne hâkim olmasının arafesinde olduğumuz düşüncesinden hareketle, topyekün dünyaya yeni bir ruh ve fikrin üflenilmesi ile ilgili olabileceğini de göstermektedir. “Bütün bir kâinatın özü ve hülasası olan insan”a beden olarak bakıldığında dünya, devlet olarak bakıldığında ise ruh ve fikir sistemi olarak görünür, görünebilir. Bu çerçeveden bakıldığında, Korona pandemisine topyekûn dünyaya hükümran olmak mânâsına ve de “yeni insan yeni nizam” hasreti çeken tüm insanlığa bir müjde mahiyetinde, “yeni bir ruh ve fikir sistemi”nin bir tür habercisi olduğu şeklinde de bakılabilir.

Kıyamete yakın bir zamanda büyük alametlerden olarak “Dabbetü’ı-Arz”ın zuhuru sabit olduğuna göre, Koronanın bu mevzuyla doğrudan veya dolaylı ilişkisinin olup olmadığı üzerinde düşünmek ve derinleşmekte sanırım bir beis yoktur. Bilindiği üzere “Dabbetü’l-Arz”, hadisle de sabit olduğu üzere, kâfirin kâfir, mü’minin ise mü’min olarak ortaya çıkmasında önemli bir misyon icra edecektir. Tedaisi, İBDA Mimarı’nın Babiâli üzerinden topyekûn dünya entelenjiyasına verdiği anlamlı mesaj (meâlen): “Babiâli ya İBDA’nın eri olacak, veyahut da hizmetçisi!” Bu mesaj, özellikle de, kendisini üstün ırk kabul edip, kendisinden başkasını ise insan kabul etmeyip hayvan kabul eden, dolayısıyla da tüm insanlığı kendisine hizmetçi gören Yuda nesebi Yahudi bünyesinden neşet eden Deccal Komitesine de açıktan bir meydan okumadır. Ayrıca, “Musevî mizaç”tan parıltılar taşıdığı da aşikârdır.

Bilindiği üzere gonk, Hazret-i İsrafil Aleyhisselâm’ın Sûr’a üflemesini hatırlatmakla birlikte, bir tür tebliğ ve davet metodu olarak da okunabilir. Allah Resûlü’nün Peygamberliğini ilan etmek için gonku çalması buna en büyük misâldir. Sûr’un İBDA mânâsında kullanıldığını İBDA Külliyatından biliyoruz. Ne diyordu İBDA Mimarı: “Zamanı gelmiş bir fikri durdurabilecek hiçbir güç yoktur!”
 “Zamanı gelmiş fikir”, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”dan başkası değildir.
 
1-Salih Mirzabeyoğlu, Müjdelerin Müjdesi, İBDA Yayınları, 2. Basım, İstanbul2004, sh. 122.
2-http://www.barandergisi.net/zaman-bendedir-ve-mekn-bana-emanettir-2-makale,2533.html
3-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-b-yedi-hicri-hicri-1400-gergini-399-h4019.html
4-Salih Mirzabeyoğlu, Furkan “Lûgat-ı Salihûn”, İBDA Yayınları, İstanbul, sh. 483
5-Babası Uranos'u bir orakla hadım eden ve Titanların başına geçerek mitolojide altın çağı başlatan Kronos (cronus, khronos, zaman), -ki Zeus’un da babası olur-, Yunan mitolojisinde zamanı ve çağları temsil eden tanrı ve titanların ikinci kuşak lideridir. (Altın Çağ? Altın, güneş’e remzdir. Aynı zamanda sabır’a da remzdir. Malum, Hazret-i Mehdi Aleyhisselâm ibadetiyle değil, sabruyla imtihan edilecektir.
O. T.) Elinde büyük bir orakla tasvir edilen Kronos, kendisinin de oğlu tarafından devrileceği kehanetinin doğru çıkmaması için, Rhea'dan doğan çocuklarını yer. ( “Aferin o Çarha ki, kırdırdı kuduzu kuduza!” O.T.) Fakat Rhea, en küçük oğlu Zeus'u kundak bezine sarılmış bir taş parçasıyla kandırarak Kronos'u kandırır ve Zeus'u Girit'e kaçırmayı başarır. Zeus Titanlar Savaşı'nda babası Kronos'u yenerek titanları Tartaros'a hapseder ve böylece Zeus egemenliğindeki Olympos Tanrıları devri başlar. ( http://bilgioloji.com/pages/din/mitoloji/yunan/kimdir/zeusun-babasi-kronos-kimdir/). (Mitoloji, hurafe, felsefe, ilim, akıl, din vs. bütün insanî çabanın yerini, değerini ve izahını bulacağı bir çağa girdik ve bu çağ, adına ister “Altın Çağ” densin, ister “En Son Çağ densin, fark etmez, her halükarda ”İBDA Çağı’dır. Bekle ve gör değil, izle ve gör! Görene, köre ne?!


Baran Dergisi 693.Sayı