[“Hukuk”u, bize karşı silah olarak kullanıp bizi boğmaya çalışanlara karşılık biz, dâvâmız, inancımız, imanımız gereği - kendi dünya görüşümüze bağlı olarak- “zerre-i miskal” hukuksuzluk yapmadık, yapmayız. / Kumandan Salih Mirzabeyoğlu]

Ümraniye’de bulunan bombalar ile başlayan Ergenekon/Darbe davalarını hatırlamanın yeridir. O dava dosyalarında aslında darbe ile alakası olmayanlar, şayet itham edileceklerse adlî suç isnat edilebilecek birçok kişi vardı. Hatta hiç alakasız insanlar, gerçekten de darbe için uğraşmış ama arka bulamamış darbecilerle aynı “torba”ya konulup yargılandı. Darbeciler bu “adaletsiz ve hukuksuz” görünümler üzerinden mübalağa ederek kamuoyunu oluşturup ardından beraat ile “aklandılarsa”, 15 Temmuz ardından açılan davalarda da benzer durumlar olduğu, olabileceği şüphesini apaçık yazmak gerekiyor.

İster Kemalist, ister Gülenist, ister ismi farklı, onlarca Çeteden oluşan darbeciler ile aramızda kan var; öncesinde verdiğimiz şehitler bir yana, 1999 cezaevi sürecinde Sencer ve Hasan’ı, 15 Temmuz’da Halil’imizi, 2018’de Kumandan Mirzabeyoğlu’nu şehit ettiler. Bu, bir kenarda dursun ve “adil davranmaktan” alıkoymaması için de hep aklımızda olsun. 

15 Temmuz davaları aslında çok rahat ve kısa sürede bitirilebilecek kadar ayan bir hadise üzerine açılmış olmakla beraber, o derece karıştırılmış ki aynı davada yargılananlar içinde en azından bazı sanıklar yönünden kararların şüpheli olduğu hususu hep açık kalacak gibi görünüyor. Darbe ve dökülen şehit kanları ile ilgisi yönünden olduğu gibi, hukukî vasıf bakımından gerçek darbeciler tarafından “kaşınıp” kendilerinin suçsuz olduklarına dair “delil” diye kullanılacaktır herhalde ilerde...

Böyle düşünmemize, düşünmeme sebeb de basına düşen iddianame ve savunmalardan bölük pörçük okuduklarım! Ergenekon sürecinde Gülenistler tüm iddianameleri ve delil klasörlerini internette yaymış ve okumak isteyen okumuştu, buna karşılık olarak yargılananlar da duruşma tutanaklarını olduğu gibi koyarak başta bahsettiğimiz “hukuksuzlukların” herkesçe okunmasını sağlamış ve suçsuzluklarına (!) delil göstermişlerdi. Fakat 15 Temmuz davalarında böyle bir husus söz konusu değil. Zar zor bulduğumuz iddianameler ve savunma metinleri veya parçaları ile idare ediyoruz. Bu da tabii “tribün ruhiyatina” sahip olmayanlar için sıkıntılı bir hal. 

17/25 hadisesinin ertesinde “şak diye irtibatımı kestim” diyen ama 16’sında “hocaefendi”yi savunduğunu teyit eden tiplerin “mağdur” veya “bakanlık, cumhurbaşkanlığı avukatı” olarak katıldıkları davalarla alakalı olarak yaptıkları açıklamalar, “tribün tayfası” için yeterli olabilir belki. Fakat bu açıklamalar “hak ve adalet” diyenleri şüpheye sevk etmekten başka bir amaca hizmet etmiyor aslında. Çünkü bunların esas olarak davalarda (ne olduğunu birisi açıklarsa iyi olur) “müdahil tarafı temsiliyetten” başka bir görevleri yok, dosya hakkında da lehe ve aleyhe deliller babında bilgileri kısıtlı, üstelik “savcı bey” ne dediyse tamamen doğru oluyor bunların nezdinde; tabiatıyla da yukarıda bahsettiğimiz “torba’cılık” bu “vekillerin” ayrılmaz hususiyeti haline geliyor. Elbette tüm avukatlar böyle değildir, “meşhur olanları” böyle yalnız; bunu belirtmek boynumuzun borcu. Böyle olunca da hem haksızlık ve hukuksuzluğa zemin hazırlanıyor, hem müvekkillerini yanlış yönlendiriyorlar, hem de dava dosyalarının şüphe altında kalmasına sebep oluyorlar. 

Onlarca yaralı yanında şehitlerin de olduğu bir davada bunu gördük mesela. Şehit edilen polisin acılı ve tabii olarak öfkeli babasının duruşmalar esnasında alınmış röportajını video ve haber sitelerinde bulmak mümkün. Şehit babası avukatlarından (ve iddianamelerden) aldığı bilgiler ve kendi telefon konuşmasından hareketle “utanmadan yalan söylüyorlar hâlâ, ben oğlumla şehit olmadan önce konuştum, 1,5’ta şehit oldu, bunlar çıkmış biz oraya saat 03:30’da geldik, biz öldürmedik diyorlar” derken, aslında nasıl bir çaresizlik ve bilgisizlik içine düşürüldüğünü de gösteriyordu. Bunun en büyük sebebi de “mağdur vekili” olarak kendisini temsil eden avukat ve “bilgilendirenler”...

Açalım biraz bu konuyu da ne dediğimiz daha ayan olsun! 

Bahsettiğimiz dosya “cumhurbaşkanına suikast dosyası”. 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan saatlerde başlayıp sabaha kadar devam eden, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesinin kaldığı otele ve çevresine yönelik silahlı saldırılar ve bu esnada meydana gelen ölüm ve yaralanmalar ile alakalı olarak açılan davada Fetulah Gülen de dâhil 47 kişi yargılanmış ve 4 Ekim 2017 tarihinde karar açıklanmış, dosya temyize gitmiş, bu sene başında da “bozma, düzeltme, onama” ile karar kesinleşmiştir. Buna göre sanıklar “darbe/anayasayı ihlal, cumhurbaşkanına suikast, kamu görevlisini öldürme, kasten yaralama, mala zarar, kişiyi hürriyetinden mahrum etme, konut dokunulmazlığını ihlal suçlarından” birden fazla olacak şekilde cezalandırılmıştır. 

Bu dava iddia ve failleri bakımından gayet açık bir hadisedir. Belki bazı sanıklar açısından müphem kalacak iddialar ile bağlanacak durumda olmakla beraber, davaya ismini veren hadisenin kesin bir şekilde açıklanmaması sebebiyle tüm dosyanın şüpheli mevkiine inmesine vesile olarak nihayete varmıştır, dersek garip karşılanmasın. 

Davanın başlangıcında ortada, iki soru vardı: Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kim suikast teşebbüsünde bulundu, ikincisi de polisleri kimler şehit etti? Okuduklarımdan anladığım kadarıyla bu soruların cevapları hâlâ ortada yok. 

Yargılamaların lideri konumunda olan, grubu “Semih Terzi’den emir alarak kuran” Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş ile grubun saha komutanı Binbaşı Şükrü Seymen açıkça darbe faaliyeti olduğunu bildiklerini, “emir aldıklarını” beyan etmişler mahkemede. Diğer kısmı da bu ikisinden “emir aldıklarını” söylemişler, ayrıca Tuğgeneral Sönmezateş ilerleyen saatlerde “silahlı kuvvetlerin yönetime el koyduğundan” da bahsetmiş gruba, yani “anayasayı ihlal suçu” haklarında sabit. (Bu suç hakkında tüm sanıklar yönünden yapılabilecek hukukî tartışmanın yeri burası değil.) Hepsi Marmaris’e indiklerini, polisler ve cumhurbaşkanlığı koruma ekibi ile silahlı çatışma yaşadıklarını da kabul ediyorlar. Emir aldıkları görevi de general eskisi Sönmezateş, “Cumhurbaşkanının otelden alınıp sağ salim Akıncı Üssü’ne götürülmesi” olarak açıklamış... Bunu hiçbiri inkâr etmiyor. Peki, bahsettiğimiz sorun ne?

Şu: Biz kimseyi öldürmedik ve geldiğimizde zaten cumhurbaşkanı orada yoktu, diyorlar hâlâ!

Dosyayı hukukî olarak sanıklar yönünden pek hafifletmeyecek (çünkü darbe emriyle hareket ettiklerini açıkça söylediler) ama davaya ismini veren hadiseyi sil baştan edecek bu iddiaları doğru mu?
Şeksiz şüphesiz olarak yalandır, demek mümkün değil!

Ergenekon davalarında bir dolapların döndüğü hissi, birinci iddianamenin delil klasörlerini okurken ve menfaatperest esrarkeş topluluğu Kuvvayi Milliye Derneği’ni “keşfetmekle” bende galip gelmeye başlamıştı. İbrahim Şahin ile Fatma Cengiz isimli şizofrenin “darbe konuşmalarını!” hiç saymıyorum! (Hele Fatma Cengiz’in Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök olarak tanıtarak Osman isimli arkadaşını İbrahim Şahin ile konuşturması unutulacak gibi değil.)

İşin garip tarafı daha hemen bunları tespit edip darbe davalarına şüphe gelmesin diye dosyadan uzaklaştırılması gereken bu kişiler (adi suçtan yargılanabilirlerdi sadece) bizzat polis, savcı ve hakimlerce “en önemli delil ve sanıklar” diye duruşmalara taşındı! Bunu sakın unutmayın ve 15 Temmuz’un en önemli davalarından biri olan cumhurbaşkanına suikast davasına da bu “tecrübe” ile bakın! 

Bilmeniz, bilmemiz gereken en önemli husus, suikast timi olarak yargılanan sanıkların Turban Grup Yazıcı Otelinin olduğu Marmaris’e, 03:20 veya 03:45’de ayak bastıklarıdır. Onların daha önce Marmaris’te, (otelde değil, bölgede) olmadıkları tanıklar, teknik analizler ve hareket ettikleri Çiğli’de bulunan “MİT irtibatlı subay Bahattin Akgül”ün ifadesi ve iddianame içeriği ile sabit! (1)

Problem işte tam burada: İddianame bu sabiti kaydetmiş olmakla beraber, otel çevresinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın helikopteri ayrılmadan önce başlayan helikopterli taciz işlemleri de dahil gerçekleşen tüm saldırı, öldürme ve yaralama fiillerini yargılanan sanıkların üzerine atıyor! 

O gece ve sonrasında herkesin izlediği gibi, cumhurbaşkanı tahminen saat 00:00/00:30 arasındaki bir zaman diliminde bölgeden uzaklaşıyor ve hemen ardından da silahlı saldırılar başlıyor. 

Cumhurbaşkanına suikast davası iddianamesinde, “Marmaris’e gidecek olan helikopterlerin saat 23.00 civarında Çiğli 2. Ana Jet Üssü’ne ulaştığı”, “sanıklara emir komuta eden sanık Gökhan Şahin Sönmezateş’in “Saat 01.00-01.30 civarında yine Çiğli üssünde bulunan askeri hat üzerinden Akıncı Üssüne bağlanarak ‘Hüseyin Yılmaz’dan Cumhurbaşkanının Turban Otelinde olduğu bilgisini aldım’ dediği” kayıtlı. Bununla beraber, suikast timine yerde komuta edecek olan Binbaşı Şükrü Seymen’e Akıncı Üssü’nden gelen bir telefonla “bekleyin” denildiği, bir müddet sonra gelen telefonla harekat emri verildiği, 02:30 civarında Çiğli’den kalkarak Marmaris’e hareket ettikleri de belirtilmiş. Mesafe göz önüne alındığında Marmaris’e varmaları ise 03:30 - 03:45 civarı. Yine iddianamede Marmaris’e indiklerinde, otelin yeri, adresi kendilerinde olmadığından sıradan bir vatandaş olan “tanık Atilla Barbaros Teoman’a otelin nerede olduğunu sordukları” da kayıtlı. Buna dair kamera kayıtları televizyon kanallarında da darbe sonrası gösterilmişti hatırlarsanız; her ne kadar kırk küsur asker yargılanıyor olsa da “yere inen timde bulunan 23 asker” yanlarından arabalar ve vatandaşlar geçerken ilerliyor, araba ve vatandaşları sakince durdurup bir şey sorup sonra tekrar sakince yola devam ediyorlardı o görüntülerde.

Şimdi saatlere dikkat ettiyseniz, 23:00, 01:20, 02:30, 03:30, en az üç saat Çiğli’de helikopter içinde Akıncı Üssü’nden gelen telefonlarla bekletildiklerini rahatlıkla anlamış olmanız gerekmektedir. 
Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan o esnada nerede? 

İddianamede var, ayrıca Meclis’te 15 Temmuz darbesinin araştırılması için kurulan komisyonun 21.12.2016 tarihli toplantısında dinlenen otel sahibi ve gazetecilerin beyanlarında da var, kesin olarak biliniyor yani. Cumhurbaşkanı Erdoğan 00:04’de Marmaris’te bulunan gazetecilere “vatandaşlarımı meydanlara davet ediyorum, ben de yola çıkıyorum” dediği açıklamasını yapıyor, helikoptere ilerliyor, sonra oradan Hande Fırat’a bağlanıp o meşhur konuşmayı saat 00:24’de yapıyor. (İlgili komisyon tutanağını okumanızı tavsiye ederim. 2016 senesinde, Marmaris ve çevresinde AA, İHA, DHA temsilcileri ile yerel gazetecilerin akıllı telefonsuz, kontürsüz, şarjsız, internet paketsiz zavallı hallerini ama “önce biz verdik haberi” kibrini, cumhurbaşkanının açıklama yapmasının hangi şartlar sağlanarak ucu ucuna yetiştiğini ibretle öğrenirsiniz. Aynı zamanda işin içine Erdoğan’ı katarak söylenen “kontrollü darbe” laflarının kasti olarak uydurulduğunu da!)

Erdoğan otelden hareket ettikten sonra gittiği yer, Ata uçağının olduğu Dalaman havalimanı. Akıncı Üssü iddianamesinde, “saat 00.43’te tepe lambası yanan siyah bir minibüsün uçağa yanaştığı, saat 00.46’da tepe lambası yanan bir başka aracın daha ATA uçağına doğru gittiği, saat 00.55’te bir itfaiye aracının ATA uçağına doğru gittiği, saat 00.43’te giden siyah minibüsün 00.57’de buradan ayrıldığı” gibi ayrıntılar kayıtlı ki bu esnada Erdoğan otelden helikopterle havalanmış uçağa hareket etmiştir. Bahsedilen araçların uçağa yaklaşıp gitmeleri de darbecilerin kontrolü olarak ifade edilmiştir!

İddianameye göre, Erdoğan’ı taşıyan helikopter, 01:30’da uçağın yanına iniyor, 01:31’de cumhurbaşkanı Ata uçağına biniyor, 01:43’de uçak havalanıp 03:20’de de İstanbul’a iniyor ki bu süreye “bir saat kadar Biga üzerinde bekleme yapması” da dahil; havalimanının temizlenmesi için gerekli süre o. 

Dikkat ederseniz, suikast timi tüm bunlar gerçekleşirken, darbenin merkezi olan Akıncı Üssü’ndeki irtibatları olarak gösterilen Hüseyin Yılmaz ile telefon görüşmesi yapıyor, saat 02:30’a kadar kalkmalarına izin verilmiyor. Ata uçağı bu esnada da iddianameye göre havada savaş uçağı tarafından takip ediliyor, İstanbul semalarına girdiği saatlerde de suikast timine emir verilerek, daha önce (01:15 gibi) verilen emirdeki gibi Otluk koyundaki cumhurbaşkanlığı konutuna değil Marmaris Turban Grand Yazıcı oteline gitmeleri sağlanıyor. Oraya gittiklerinde helikopterlerin hepsi inemiyor, inen 23 kişilik tim de rezil bir şekilde “adres sorarak” oteli arıyor! 

Tüm bunlar iddianamelerde kayıtlı, trajik komik bir şekilde anlatma çabam yok, dikkat ediniz. Suikastı gerçekleştirecek olan yerdeki timin başındaki binbaşı Şükrü Seymen bir çok operasyonda bulunmuş, madalyalar almış, meşhur “Hendek savaşlarında” görev almış yetkin bir subay ve “vatandaşa adres sorarak” suikast yapmaya gidiyor! Üstelik gittikleri yerden de suikast yapacakları adam çoktan gitmiş, irtibat içinde oldukları Akıncı Üssü de bunu biliyor veya biliyor olması gerek o saat itibariyle. 

Suikast timi saat 03:30 civarı Marmaris’te otel çevresinde bir yere iniyor. İddianameyi yazan savcılar (kabul eden mahkeme heyeti, ceza kararını onaylayan Yargıtay) diyor ki, iki polisin şehit edilmesini, yirmiden fazla yaralanma hadisesini ve oteller ile arabalara verilen zararları 03:30’dan sonra adres sora sora ilerleyen bu 23 kişilik tim yaptı! 

Ergenekon iddianamelerinden örnekleri vererek nasıl bahsettiğim yukarıda yazılı, dolayısıyla savcının bu iddiasına mesafeli yaklaşmam da tabii. Cumhurbaşkanı Erdoğan 16 Temmuz’da yaptığı açıklamada “15 dakika geç çıksak (otelden) öldürüleceğiz!” ve Berat Albayrak da “otelden havalanmadan önce helikopter sesleri duyduk üzerimizde, keşif yapıyorlardı herhalde” demişti. Bunların yanına iddianameye giren onlarca tanık ve müşteki beyanını, o gece Dalaman havalimanında görevli tanık yüzbaşı Mustafa Murat Kara’nın beyanını, yukarıda bahsettiğim komisyon tutanağında yer alan beyanları okuduğunuzda, tabii bir de acil servise gelen silahlı saldırı, yaralanma çağrılarının çizelgeleri var, “Google Earth’den otelin konumunu indirerek” hazırlık yapan ve indiklerinde de (03:30) adres sorarak oteli arayan 23 kişilik suikast timinden çok önce otel ve çevresinde silahlı saldırı ve karşı mukavemet olduğuna dair deliller ve bunlar tartışılmaksızın karar verilmiş olduğu kanaatine varacağınıza kuşkum yoktur.

“Hukuk siyasetin köpeğidir” diyen, asker ve general eskisi tüm tiplerin partisinde buluştuğu Perinçek’in bile (evet, “bile!”) “artık polis ve savcılık faaliyetlerine son vermeli” dediği bir zaman diliminde, 15 Temmuz’un üzerinden üç sene geçmişken “amigo kafasını” bir kenara bırakıp bazı şeyleri tartışmanın vakti gelmiştir. 

Çok basit ve yakalanma olduğundan da aydınlık bir dosya olması gerekirken, karmakarışık, “sehven”ler ve sanık taleplerinin (balistik inceleme talepleri mesela) “davayı uzatmaya yönelik talepler” denilen reddetme kararları ile dolu cumhurbaşkanına suikast davası dosyasını “örnek dosya” olarak ele almamın sebebi de bu. Otel çevresinde silahlı çatışma var; tanık ifadeleri ile belli ki hedef gözeterek yapılan atışlar var, iki polis şehit edilmiş, onlarca yaralı mevcut, Erdoğan’ın kaldığı oda delik deşik edilmiş, bunu yapanlar kim, davanın ne iddianamesinde ne kararda kesin olarak belli! 

Sanıkların anayasayı ihlal niyetleri (bazıları için kapalı olsa da) ve Erdoğan’ı Akıncı Üssü’ne götürme niyet ve kasıtları açık, fakat saldırı ve katletme fiillerini kabul etmiyorlar, üstelik dosyada var olan tanık beyanları ile de bunu destekliyorlar. Mahkemeyi takip eden “cumhurbaşkanı avukatları” her ne kadar “adalet yerini buldu” açıklamasını yapsa da en azından SAATLER ORTADA ve bırakın adaletin şeksiz şüphesiz “yerini” bulmasını, o avukatların müvekkillerinin hayatına kasteden, bu maksatla Marmaris’te otel çevresinde kurşunlanmadık yer bırakmayan başka bir timin varlığından şüphelenmemelerine şaşmak gerekir! 

Sanıkların “Biz kimseyi öldürmedik.” demelerine inanmayıp bunun propaganda olduğunu kabul etsek bile, onca tanık ifadesiyle belli olan, onlar gelmeden çok önce otel çevresinde dolaşan, “alçalıp sabit duran helikopterle”, otele ve çevresine yoğun ateş edenler kimlerdi sorusunun cevabını Cumhurbaşkanının avukatları bulmuşlar mı, bunu açıklamak zorundalar herhalde. 15 Temmuz’dan aylar sonra, üstelik sanıklardan biri mahkemede bahsedince ortaya çıkarılan şehit polisin parçalanmış diz kapağında bulunan “sanığa ait silahtan çıkan deforme olmamış mermi gömleği” (mermi parçası) raporu ortadayken hem! 

Dosyanın hukukî olarak kesinleşmesi müvekkillerinin hayatına kasteden başka bir timin varlığının olmadığına delil değildir. Üstelik şüpheler doğru ise bu tim hâlâ dışarıda!
 
1) Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş’in Ankara’da yakalandıktan sonra alınan savcılık ifadesinde Çiğli’deki askerî üsten operasyon için kalkış saatinin 01:15 olarak tespit edildiğini ama (operasyonu yerde komuta edecek binbaşı Şükrü Seymen’e gelen telefonla beklemeye alındıklarını, saat 02:15 veya 02:30’da kalktıklarını, Marmaris’e varmalarının 03:30 ile 03:45 arasında olduğunu belirtmiştir.

 https://tr.sputniknews.com/amp/turkiye/201607301024156619-mak-darbe-sonmezates-erdogan/?__twitter_impression=true


Baran Dergisi 659. Sayı