İslâmî ilimlerin hadis ve sünnete kendi ilmî disiplinleri zaviyesinden ve bazı usul farklılıkları içinde yaklaştığını, hatta muhaddisler arasında da bu usul farklılıklarının görüldüğünü ifade edelim. Usul farklılıklarının esasa taalluk etmeden çatı isim olan Ehl-i Sünnet altında usullerin usulü ile (küllî bakış) birleştiğini de belirtelim. İslâmî ilimlerin hadislere yaklaşımını tek tek ele alalım.

Önce muhaddislerin hadislere yaklaşımından bahsedelim. Hadisçiler tabiî olarak hadis ilmi kriterlerine bağlı olmakla birlikte hadislere yaklaşımı (yorumu) farklılık arz edebilmektedir. Zaten hadis ilmi, rivâyetü'l-hadis ve dirâyetü'l-hadis diye iki kısma ayrılmaktadır. Birincisi hadislerin toplanıp yazılmasını amaçlarken, ikincisi hadislerin tahlil ve tenkidini yapmakta ve mânâlarını çıkarmaktadır (istihrâc). İkinci kısımda hadis âlimleri yorumlara ve bakış açılarına göre farklılaşabilmektedir. Şu noktayı da ifade edelim ki, hadis ilminin hadisleri yorumlamada yetersiz olduğu noktalar vardır. Mesela, hadislerin tefsiri için gerekli olan “sebeb-i vürûd” olarak adlandırılan “hadislerin söyleniş sebebleri”, hadis ilminde çok az yer alır. Hadis rivayetine (sened-râvî) yönelen hadis ilminin işinin bu olmadığı da söylenir. Hadis şerhleri yapan âlimler arasında ise ehl-i hadis veya ehl-i re’y ekolünü benimseyenler olduğu gibi, iki ekolü mezcetmek isteyenler de vardır. İyi bir muhaddis aynı zamanda fıkıhçı ve kelâmcı olmalıdır. Aksi halde küllî mânâda hadisçi değil, hadis nakilcisi ve râvîdir.

Muhaddislerin hadisleri değerlendirirken müteşeddid veya mütesâhil olmaları hususu ise biraz mizaçla biraz da yetişme tarzlarıyla alâkalıdır. Müteşeddit yorumun şeriatı daraltıcı, mütesâhil yorumun ise genişletici yönü olduğunu da söyleyelim.

Fıkıhçıların hadislere bakışı ise kendi içtihad sistemi (mezhep anlayışı) çerçevesinde olmaktadır. Fıkıhçıda oluşan küllî anlayışa göre hadisleri yorumlamaktadır. Öyle ki, hadisçinin bir hadisten çıkaramadığı mânâları fıkıhçı, istinbat yollarıyla çıkarabilmektedir. “Hadisçi eczacı, fıkıhçı ise doktordur.” tesbitini hatırlatalım. Fıkıhçı, kaynak vazifesi gören rivayet ilmine tâbi olmakla birlikte, ondaki küllî anlayış veya mevzuundaki ictihad kapasitesinden dolayı bazı hadislerde seçici davranabilmektedir. Hanefîlerin fakih sahabîlerin rivayetine öncelik vermesi gibi.

Dört mezhebin hadislere bakışında da bazı usûl farklılıkları vardır. Hanefîlerin fıkhî rivayetlere öncelik verdiğini belirtelim. İmam Şafiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed b. Hanbel ehl-i hadis ekolünden olduğu için rivayet ağırlıklıdırlar. Haber-i vâhide (tek koldan rivayet edilen ve mütevatir seviyesine ulaşmayan hadis) her bakımdan kıymet veren İmam Şâfiî kendisi ehl-i hadis (nasları rivayet ile anlama ekolü) olmasına rağmen ehl-i re’ye (nasları akl-ı selim ile anlama ekolü) yakındır. İmam Mâlik'in de Medine Ehlinin Tatbikatı diye ayrı bir kriteri vardır. Ehl-i re’y olan Hanefîler ise hadis rivayet tekniklerinin üstünde hadisin bilgi değerine (epistemoloji) de kıymet verirler. Hadislerdeki ihtilafları böylece çözerler.

Kelâmcıların hadislere bakışı ise, hadisçilerin rivayet kriterlerine itiraz etmemekle birlikte tezine uygun hadis bulduğu zaman zayıf veya sahih oluşuna bakmamakta, bilhassa sem’iyyat lerinde daha rahat davranmaktadır. Zira bu mevzular akıl ile izah edilecek mevzular değildir ve doğrudan nassa ihtiyaç vardır. Ehl-i Sünnet dışında olan Mu'tezile'nin hadislere bakışı ise problemlidir. Hadisleri elemek maksadıyla mütevatir kavramını ilk çıkaran da Mu'tezile'dir. Ehl-i Bidat kollardan Mu’tezile’den bahsetmiş iken Selefî/Vehhabî anlayışın hadislere bakışına da kısaca değinelim. Selefîler zâhirci oldukları için hadislere de zâhirci ve seçmeci yaklaşırlar. İşlerine gelen hadisleri ön plâna çıkarır, işlerine gelmeyeni ise görmezden gelirler. Selefî/Vehhabîlerde dikotomik-ikilik söz konusudur. Onların bol bol hadis rivayet etmelerine itibar edilmemelidir. Hadisler sahih olabilir, ancak onların sunuş tarzları sahih değildir. Modernist zihniyettekiler ise kendi aklî kriterlerine uymayan hadisleri Buharî’de olsa bile reddetmek yoluna giderler. Dinî ölçülere modernizm karşısında sahip çıkmakta çok gevşek davranan modernistler, hadisler (bilhassa kuru akla uymayan) söz konusu oldu mu reddetmek hususunda gayet müteşeddit davranırlar. Mevzumuz İslâmî ilimler olduğu için bu hususlara kısaca temas ediyorum.

Mutasavvıfların hadislere bakışı ise, genelde hadis ilminin isnad sistemine tâbi olmakta, ancak hadisleri yorumlarken keşf ve ilhamı da devreye sokmaktadır. Kâinatın ve insanın yaratılışı, fazilet ve ahlâka dair hadislerde ise zayıf hadisleri kullanmakta, hatta kendi kaynaklarında geçen ve hadisçilerin mevzû (uydurma) dediği bazı hadislere de itibar etmektedir. Böyle durumlarda büyük sûfîlerin keşfi yöntemi ile hadisler teşhis edilebilmektedir. Ancak bu tür hadislerin sayısı az olup, fıkhî mevzulara taalluk etmemektedir ve bu mevzu tasavvuf karşıtları tarafından propaganda malzemesi yapılmaktadır. “İmam Gazâlî zayıf veya uydurma hadis kullandı” gibi. Halbuki ahlâk ve nasihat alanlarında zayıf hadis kullanılacağını ulema hükme bağlamıştır. İmam Gazâlî bilerek uydurma hadis kullanmaz. Güvendiği bir yerden almıştır ve bu hadis rivayet literatüründe bulunamamıştır. Muteber kitaplarda geçen böyle hadisler için “uydurma” demekten ziyade, “hadis kaynaklarında aslı bulunamamıştır.” demek daha uygun bir ifade olur. Bunların sayısı azdır ve kendisi muhaddis olmadığını söylüyor zaten. Ayrıca hadis diye alınan söz, anlam olarak dinin genel prensiplerine uygundur. Hadis diye zikredilen ve diğer kaynaklarda bulunup hadis kaynaklarında bulunmayan ve “aslı yok!” denen bu tür sözler yine hadisçiler tarafından “mânen sahih” olarak görülmektedir. Bu mesele sadece teknik bir sorun olup sözün altına hadis veya büyüklerin sözü yazma meselesidir. Şunu da vurgulayalım ki, sened bakımından zayıf veya mevzû hadis kullanımı sadece tasavvufçulara ait bir sorun olmayıp tefsirciler, kelâmcılar ve farklı açılardan fıkıhçılarda da bu husus görülmektedir. Ancak nedense ehl-i tasavvufun kullanımı daha çok gündeme getirilmektedir.

Tefsircilerin hadislere bakışı ise, âyetlerle ilgilendiklerinden dolayı, hadislerin rivayet kriterlerine tam riayet etmemekte, âyetleri şerhettiğine inandıkları zayıf hadisleri ve bazen de mevzu (veya aslı olmayan) hadisleri sıhhat şartlarına bakmadan kullanabilmektedirler. Bunlar azdır ve esasa tesir etmezler. Bazı aslı olmayan veya uydurma (ikisi farklı şeylerdir) hadisler hakkında ulemanın ihtilafı olduğunu ve bundan dolayı ictihad mevzu olarak kullanıldığını da hatırlatalım. Yâni, rivayeti uydurma görmeyip yer veren ictihad ehli de bulunmaktadır.

Bütün bunlar kendi alanını merkeze almanın doğurduğu bazı sorunlar olup çok yönlü âlimler bu meseleyi çözmüştür. Her ne kadar rivayetlerde farklılık olsa da temel ilkelerde birleşilmiş, ayrıntı noktalarındaki ihtilaflar ise (hadislerin zayıf rivayeti veya mevzû olup olmaması hususu) çeşit ve zenginlik (rahmet) ihtilafı olmuştur. Yâni dinin temel ilkeleri ne zayıf ne de mevzû (uydurma) hadisler üzerine kurulmamıştır. Bundan dolayı bu mesele hiçbir itikadî ve amelî hükme taalluk etmez. Kullanılan bazı mevzû hadisler ise mânâca doğru bulunduğu için alınmış olup bunları başka lafızlarla destekleyen rivayetler muhakkak vardır. Yani, problem hadis karşıtlarının büyüttüğü gibi değildir.

Mevzû (uydurma) tâbirine de bir açıklık getirelim. Bu tâbiri iki türlü anlamak lâzımdır. Birincisi bile bile hadis uydurmaktır ki, bu tevatür bir hadisle de işaretlendiği üzere cehennemlik bir fiildir ve münafık soyunun yaptığıdır. İkincisi ise, uydurma olduğunu bilmeden bir hadisi rivayet etmektir ki, bu husus hata zümresindendir. Hiçbir Müslüman ilim adamı kitaplarına uydurma olduğunu bile bile bir rivayeti almamıştır. İslâm’ın güçlenmesi için bu hususa tevessül edenlerin zararı ise dışarıdan hadis uyduranlardan daha çok olduğunu İmam Gazâlî ifade ediyor. Hadis müessesesi sahih ile uydurma arasındaki farkı en dakik ölçülerle tesbit etmiş olup, hadisler mevzuunda korkulacak bir durum yoktur. Bazı ihtilaflı hadisler ise “ihtilaflı” olarak varlığını korurlar ve başka bir delil olmadığı zaman “zannî” özellikleri bilinerek o şekilde kullanılabilirler.

Hadisçilere yöneltilen bazı eleştirilere değinmek istiyorum. Hadisçilere karşı kelâmcılar ve tasavvuf erbabından bazı eleştiriler gelmiştir. Özellikle kelâmcılar, uydurma ve çelişkili rivayet nakletmekle, dolayısıyla ihtilafların artmasına ve fırkaların çoğalmasına yol açmakla suçlamışlardır. Ancak burada suçlanan büyük hadis imamları değildir. Tasavvuf erbabı ise genelde isnad sistemine tâbi olurken keşif sisteminin tamamen göz ardı edilmesini eleştirmişlerdir. İsnad sisteminin insana ve onun nakil yeteneğine bağlı olduğunu ve az sayıda da olsa cerh ve tadile uymayan ancak rivayeti sahih olan hadisler olabileceğini ve bu ihtimalin keşf ile tashih edilebileceğini söylerler. Sûfîler ayrıca mânâ ile hadis rivayetinin de böyle olumsuzluklara yol açacağını ilave ederler. Hadisçilere yönelik olarak, genellikle rivayetlere ve isnad sistemine odaklandıkları için hadisleri anlamaya yeterli önemi vermedikleri eleştirisi de yapılır. Bundan dolayı, hadislerden hüküm çıkarma işi daha ziyade fakihler tarafından yerine getirilmiştir.

İmâm Gazâlî ise rivayet ettiklerinin mânâlarıyla ilgilenmeyen hadisçileri eleştirir. Aslında o, ilmin gayesini ihmal eden kelâmcılar, vaizler, dil bilimciler, fakihler ve hatta sûfîleri de eleştirir. Sadece hadisçileri değil ilmin gereğini yapmayan bütün ilim mensuplarını kasteder.

“İhtilafü'l-hadis” diye bir ilim olmasına rağmen, rivayet ettikleri hadislerdeki çelişkileri gidermede hadisçilerin kısmî başarılı olduğu söylenir. Zira bu mevzu hadisçiliği aşan küllî anlayış gerektiren, ilimler arası disipline muhtaç olan bir konudur.

Külliyat oluşturacak hacimde Büyük Doğu İdeolocyası’nda hadislere yer veren Necip Fazıl'ın hadisçilere herhangi bir eleştiri yöneltmediği ve klasik hadis külliyatına sahip çıktığını görmekteyiz. Necip Fazıl'ın zâhirci ve kabuk bilgisinde kalanları eleştirdiğini belirtelim. Tasavvufu da tam anlamayıp zâhirinden sofuluk yapanları da tenkid ettiğini ilave edelim.

Hadislere yönelik her ilmin kendi usulünden kaynaklı farklı yaklaşımları olsa bile meselenin bir potada eridiğini, temel ilkelerde herhangi bir problem olmadığını, rahmete vesile ihtilaf sınırında tutulabildiğini ifade edelim. Hadis müessesesi ise sahihini zayıfından, zayıfını uydurmadan ayıracak güçtedir ve az sayıdaki ihtilaflı rivayetler de hadis ilmi kriterlerine göre nitelendirilmiştir. Dinin temelleri, Kur’ân âyetleri ve sahih hadisler üzerine kurulmuştur. Hepsi sağlam yolla bize gelmiştir, yeter ki biz bakışımızı temiz, imân ve kalb gözümüzü açık tutalım.

Dipnotlar

1-Hadislerin şerhleri mevzuunda bkz. İsmail Lütfi Çakan, Hadis Edebiyatı, İFAV Yayınları, İstanbul, 2017, s. 180-212.

2-Muhammed Avvâme, İmamların Fıkhî İhtilaflarında Hadislerin Rolü, trc. Mehmet H. Kırbaşoğlu, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 2017, s. 63.

3-Bu hususta bkz. Mutlu Gül, Hanefî Usûlünde Hadis Tenkidi, İFAV Yayınları, İstanbul, 2018; Murteza Bedir, Fıkıh Mezhep Sünnet Hanefî Fıkıh Teorisinde Peygamberin Otoritesi, Dem Değerler Eğitim Merkezi, İstanbul, 2017.

4-İsmail Lütfi Çakan, Hadis Okumaları, İFAV Yayınları, İstanbul, 2020, s. 28.

5-Seyit Kaya, Hadisçilere Yöneltilen Bazı Eleştirilerin Değerlendirilmesi, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt II, Sayı 3, 2011, s. 7-34.

6-İmam Gazâlî, İhyau Ulumiddin, trc. Ahmed Serhadoğlu, Cilt I, Bedir Yayınları, İstanbul, 1975, s. 83-86.

7-Necip Fazıl Kısakürek, İman ve İslâm Atlası, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2017, s. 48; İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2017, s. 178.

Baran Dergisi 745. Sayı

22.04.2021