Türkiye son günlerde siyasî, iktisadî ve milletlerarası anlamda ciddî bir baskı altına bulunuyor. Amerika ve Avrupa başta olmak üzere yurt dışındaki düşünce kuruluşlarında hazırlanan senaryolar yurt içinde muhalefet tarafından ayniyle perdelenirken, iktidar da son günlerde taarruzu bir kenara bırakmış, bunun yerine savunma pozisyonunda kendisini hedef alan saldırıları karşılamakla meşgul.
İktidarın İletişim Bozukluğu
Dışarıda ve içerideki muhaliflerce son dönemde en çok dillendirilen yakıştırmaların başında diktatör geliyor. Sabah akşam yabancı siyasetçilerden, içerideki Batıcı muhaliflerden, dış basından ve içerideki Batıcı muhalif basından en çok işitilen kelime diktatör. Tabiî bu yakıştırmanın yapıldığı isim Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Kurban Bayramı’nda Kürt Müslümanları hedef alan aleni katliam girişimi ve güneydoğudaki şehirleri Türkiye’den kopartıp Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki şehirlerle birleştirerek yeni bir devlet kurma girişiminin parçası olan hendek olaylarındaki rolü dolayısıyla tutuklanması, bilhassa dışarıda Erdoğan’ın kendisine rakib olarak gördüğü siyasîleri tutuklattığı şeklinde lanse ediliyor. İçeride ise Erdoğan’a yakın olduğu iddia edilen medya inanılırlık vasfını yitirdiği için bu işin gerçeğini ortaya koymak noktasında aciz kalırken, sesi her zamankinden çok çıkan Batıcı muhalif ihanet medyası ise kamuoyuna tüm bu yaşananları unutturup, Demirtaş’tan barış güvercini çıkartmak için yayınlarını kesintisiz sürdürüyor.
Bir başka tutuklu isim olan Osman Kavala için de aynı şey geçerli. Muhalefet adı altında Türkiye’de faaliyet gösteren iç ihanet şebekelerinin yurt dışından finansman bulması ve bu finansmanın dağıtılması noktasında bir rol üstlenen Osman Kavala’nın tutukluluğu da aynı şekilde dışarıda Erdoğan’ın kendisine karşı olan herkesi tutuklattığı gibi bir şekilde lanse ediliyor. Bu isim için içeride de neredeyse bir “gariban babası” demedikleri kaldı.
Bir Not: Bu arada bir hatırlatmada bulunmakta fayda var. İç ihanet şebekelerinin fonlanması konusunda Osman Kavala’nın başrolde değil de yan rolde olduğu, paravanlık yaptığı, paravanın arkasında ise onun yerine geçmiş yıllarda MİT’te müsteşar yardımcılığına kadar yükselmiş başka bir ismin bulunduğundan sıkça söz ediliyor. Bunun da bize kalırsa araştırılmaya değer bir tarafı var.
Bir diğer husus ise tutuklu gazeteciler bahsi. Gazetecilik değil de terör faaliyetleri dolayısıyla tutuklanan; fakat bir taraftan da gazetecilik faaliyetinde bulunanlar, yurt dışındaki odaklar tarafından sanki ortaya koymuş oldukları fikirler dolayısıyla tutuklanmış gibi bir imaj çiziliyor. Bunu da Erdoğan muhalif sesleri tutukluyor şeklinde lanse ediyorlar. İktidar ise bütün bu süreçler ve dosyalar elinde olmasına rağmen kendisini yine ifâde edemiyor.
Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesiyle beraber çıkartılan KHK’lar, darbe girişiminde bulunan FETÖ’cülere gösterilen muamele vs. hepsi birbirine eklemlenip, sanki kimse hiçbir şey yapmamış da tüm bunlar yalnız Erdoğan diktatör olduğu için yaşanmış gibi bir tablo çiziyorlar.
Diktatör Bağı
Gerek dışarıda, gerekse içeride Cumhurbaşkanı Erdoğan’a diktatör demelerinin, Erdoğan’ın diktatör sanılmasının görünürdeki sebebi yukarıda sıraladığımız hususlar. Tüm bunları gündeme getirerek Erdoğan’a diktatör yaftasını vurmalarının esas sebebi ise onun yaptıkları değil, yapacağını düşündükleri. Yâni bu “diktatör” yaftasını bugüne kadar olanlar için değil, bundan sonra tabiî olarak yapılması gereken şeyleri yapmaması için Erdoğan’ın elini kolunu bağlamak üzere kullanıyorlar.
Piranalar
Tabiî şartlar içinde Erdoğan’ın yapması gereken, içerideki iç ihanet şebekelerini dışarıdakilerin onlardan hiçbir ümidi kalmayacak hâle getirmesiyken, o buna yanaşmıyor ve günübirlik siyasete devam ediyor. İçeride hakiki bir hesaplaşmanın başlamadığını, ufukta da böylesi bir girişim olmayacağını düşünerek bundan güç bulanlar da tıpkı piranalar gibi Erdoğan’ın tepesine üşüşüyor ve yalan, dolan, çarpıtmalarla küçük lokmalar hâlinde Erdoğan’ı parçalıyorlar.
Kendi partilileri hakkında mahkemelere taşınmış tecavüzden tacize, kadına şiddetten cinayete dek olmayan adi suç yokken, İstanbul Sözleşmesini kaldırması üzerinden Erdoğan’ı kadın düşmanı ilân ediyorlar.
Merkez Bankası rezervlerinden eksilen 128 milyar doların iktidar tarafından iç edildiğinin propagandasını yapıyorlar, bunun kaç para olduğunu idrak edemeyen millet de bunu hakikat sanıyor. Yine iktidarın iletişim kanalları tıkalı olduğundan kendisini ifâde edemiyor.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden ve medeniyetten uzaklaştığı vurgusu ise her dem taze olan muhalif gündemlerinden. Kendileri arasında daha oturacakları koltuğu tayin etmekten aciz bir birliğe Türkiye katılsa ne olur, katılmasa ne diyemiyor iktidar.
Hukuka uygun bir şekilde Boğaziçi Üniversitesine atanan rektöre, devlet memuru öğretim görevlileri 72 gündür büyük zekâlarının adeta fışkırışı hâlinde rektörlük binasına sırtlarını dönerek meydan okumayı sürdürürken, iktidar ise kendi koymadığı kurallarla kendi iktidarını korumaya çalışıyor.
Tüm bunların ötesinde, Türkiye’de İslâmî olan ne varsa hepsine karşı kuduz düşmanlıklarını sürdürüyorlar. Ayasofya imamı Boynukalın ve sarıklı amiral işinde gördüğümüz gibi iş darbe bildirileri yayınlamaya dek varıyor. İktidar kanadı ise çıkıp bunlara “hoşt ulan” diyeceği yerde muvazaacı tavrını elden bırakmıyor ve buna benzer hadiseler sürekli olarak tekerrür ediyor.
Bu ve buna benzer gündemlerle her gün iktidardan bir parça et koparıyor, onu zayıflatıyor ve sonunda öldürecekleri güne doğru adım adım ilerliyorlar.
Taarruza Geçmek
Erdoğan, artık tüm bu yaşananlara bakarak inisiyatifi yeniden ele almasının şart olduğu bir döneme girmiş bulunuyor. Bir kere en başta kendi kendine elini kolunu bağladığı “diktatör” yaftasından kaynaklanan psikolojiden kendisini kurtarması gerekiyor. Erdoğan’ın kendisine yöneltilen diktatör sıfatından kurtulmasının yolu, onların kınadıklarını yapmamasından değil, bilakis aksine onların kınadığı ne varsa hepsini birden yapmasından geçiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın milletin nefretini toplayan Ak Parti içindeki AKP’liler başta olmak üzere kendisini hedef alan, onun sırtından nemalanan, düzenden nemalanan ne kadar tip varsa kendisini kurtarmasının ve bir kez daha sine-i millete dönerek muhalefet adı altında hareket eden İslâm düşmanı ne kadar klik varsa hepsinin birden üzerine acımasız bir taarruz başlatmasının vakti gelmiştir. Erdoğan’ın gerçek gücünün kaynağı ne konumu, ne siyasî partisi değil, yalnız milletin ona olan desteğidir. Erdoğan taarruza geçtiğinde hiç şüphe duymasın ki bu millet onun yanında olacaktır.
Baran Dergisi 744.Sayı