Geçtiğimiz haftalarda Taksim Gezi Parkı’na yapılması planlanan Topçu Kışlası nedeniyle bir grup vatandaş eyleme başlamıştı. Kısa sürede bu eylem AKP karşıtı bir ayaklanma hüviyetine bürünmüştü. Polisin sert müdahalesi de hadiselerin bu noktaya evrimlesinde önemli bir etken oldu. Hükümet karşıtı birçok kurum, kuruluş, grup ve sivil halk sokaklara döküldü.
Bu hadiseler sırasında sosyal medyada yaşanan hareketlilik dikkatlerden kaçmadı. Facebook ve Twitter Türkiye’deki en yoğun kullanım süresini yaşadı. Birçok manipülatif habere şahitlik ettik. Kenara çekilmiş hadiseleri izler ve analiz etmeye çalışırken “eylemler iki gün daha sürerse hükümet düşecek” gibi iddialara, 2011 yılının haberinin önünün, arkasının kesilerek “hükümet istifa etti” şekline büründürülen haberlere şahitlik ettik.
Olaylar birinci haftayı doldururken Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, eylemcilerle görüştü. Eylemcilerin sözcüsü taleplerini okurken, “çevre katliamlarının durması, polis şiddetinin durması” gibi isteklere hemen hemen herkes destek çıktı; fakat birden “3. Köprü, 3. Havalimanı, Hidroelektrik Santraller ve Kanalistanbul’u istemiyoruz” denildiğine şahitlik ettik. Az da olsa devlet meseleleriyle alakası olan insanlar duraksayıp “ne diyor bunlar?” diye sormuş olmalı. Orada anlaşıldı ki bu talepleri dillendiren eylemciler olmasına rağmen, isteyenler başkaları gibi görünüyor; sanki birilerinin talepleri eylemciler tarafından dillendiriliyordu.
Bunun üzerine faiz lobisi ve dış güçlerden dem vurulmaya başlandı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Kuzey Afrika dönüşü faiz lobisini yerden yere vurdu, hem de “size en çok biz kazandırdık, niye şimdi bize böyle yapıyorsunuz?” dercesine bir edayla. Diğer taraftan burada sormadan geçemeyeceğimiz husus 11 senedir iktidarda olan AKP bu faiz lobisine tarihlerinde kazanamadıkları kadar kazandıran parti değil mi? Ve AKP, bunlara kazandırırken, bu adamların kendi çıkarlarına ters düşen en ufak bir şeyde kuyu kazacaklarını bilmiyor muydu?
Taksim eylemcilerinin talepleri ve taleplerde yer alan ve yapılmasına karşı çıkılan projelerle devam edelim…
Kanalistanbul neden istenmiyor?
Bilindiği üzere İstanbul Boğazı’nın işleyişi 1956 Montrö Boğazlar sözleşmesince belirlidir.
Montrö’ye göre:
–Boğazlar kayıtsız şartsız Türkiye Cumhuriyeti'ne bırakılacak, tahkimat yapmak hakkı tanınacaktır.
–Barış zamanında her devletin ticaret gemileri serbestçe geçebilecek, buna mukabil savaşta ve barışta asker ve sivil deniz kuvvetlerinin geçmesine müsaade edilmeyecektir.
–Savaş zamanında eğer Türkiye tarafsız kalmışsa ticaret gemileri geçebilecektir.
–Barış zamanında denizaltı gemileri müstesna olmak şartıyla savaş gemileri on beş gün evvel Türkiye Hükümeti'ne haber verecek, gidecekleri yer, isim, tip ve adetleri bildirilecek ve uçak kullanmamak şartıyla Boğazlardan geçebileceklerdir.
–Eğer Türkiye savaşa girmişse yalnız tarafsız devletlere mensup ticaret gemileri, düşmana hiçbir surette yardımda bulunmamak şartıyla gündüzün serbestçe geçebileceklerdir.
Yani anlayacağımız şu ki Türkiye, İstanbul Boğazı’ndan geçiş yapan ticari gemilerden geçiş ücreti talep edememektedir. Ticari gemilerin geçişinde sadece gece geçişleri için fener ücreti ve mürettebatın sağlığı için sağlık ücreti ile kılavuz kaptan talebi olursa klavuz kaptan ücreti alınabilmektedir.
Gelelim Kanalistanbul’un getirilerine… İstanbul Boğazı deniz trafiğinin en yoğun olduğu boğazlardan birisi ve boğazdaki Marmaray vesair çalışmalar sebebiyle epey bir süredir tek yönlü işleyen bir trafik var. Bu sebeple boğazdan geçiş yapacak gemiler geçiş öncesi uzunca süre beklemek zorunda kalmaktadırlar. Kanalistanbul’un yapılması ile boğaz trafiği üzerindeki yük hafiflerken, yapay bir boğaz olacak kanaldan Türkiye geçiş ücreti talep edebilecek ve bu geçiş ücretini belirlemede herhangi bir standarda tabi olmayacak. Boğazdan ücretsiz geçiş yapabilecek olmalarına rağmen büyük şirketlerin ticaret gemileri vakit kaybı olmaması için kanala yönelecekler. Bu sayede Türkiye’nin kasasına milyarlarca lira para girebilecek. Ve dünyanın en önemli boğazlarından birine sahip olmasına rağmen Montrö’nün taktığı prangalar sebebiyle İstanbul Boğazı'ndan kazanamadığını Kanalistanbul'dan kazanacak. Böyle bir getirisi varken bu projeye karşı çıkmak da neyin nesi?
Hadi diyelim ki bu proje ile bir çok firma ve şahıs için rank kapısı açılacak olmasından endişe duyuluyor ve bu sebeple karşı çıkılıyor. Fakat bu projenin sağlayacağı faydaları düşününce “projeyi gerçekleştirmeyin” demek yerine “rant kapılarını kapatın” desek daha iyi değil mi?
“HES’ler yapılmasın!” yapılmasın da, asırlardır süregelen enerjide dışa bağımlılığımız devam mı etsin? Mütemadiyen enerji satın aldık, bu sebeple iki yakamız bir araya gelmedi; cari açık verdik. İşte bu yüzden enerji üretmemiz lazım. Madem ki HES'ler çevreye zarar veriyor; tamam HES yapılmasın, ama yerine ne yapalım ki enerjide dışa bağımlılıktan kurtulalım?
3. Havalimanı'nın yapılması, Avrupa transfer merkezinin Almanya’dan Türkiye’ye kayması demek. Almanya’nın hava ulaşımından yediği kaymağı elinden almak demek. Bu da iktisadî açıdan getirileri olacak bir proje...
Şimdi düşündüğümüzde bu projelerin ne AKP ile, ne de başka bir güruh ile bağımsız bir şekilde, memlekete fayda açısından düşünülmesi gerekir. Boynumuzdaki emperyalist tasmanın çıkarılması adına atılması gereken adımlardır ve bunları eleştirirken de yerine bir şey koyup koyamadığımıza bakmamız gerekir.
Baran Dergisi 335. Sayı
Baran Dergisi 335. Sayı