Bu hafta yaşadığım hadiseleri ve bu hadiseler karşısındaki duygu ve düşüncelerimi sizlerle paylaşma arzusundayım. Paylaşmak ne güzel bir şey. Derdini döküyorsun, yaşadığın hadiseler zincirinde tecrübelerini aktarıyorsun. Vakıalar karşısında tavrının müsbet veya menfi mi olduğunu bir dostunla konuşarak tahlil edebilme imkânına erişirken, hayat mücadelende alıp verdiğin nefesle birlikte her an kendine çeki düzen vererek yürüme cesaretine kavuşabiliyorsun. Bu devrin en büyük sancılarından biri de oturup bir çay sohbetinde ve tadında tecrübe ve dertlerini paylaşacak insanların çok az olması. Bunalımların çözüm yeri olarak psikologlardan başka alternatifin gösterilmemesi. Oysa yaşanan birçok şey insan olarak yaşanması, vesilelere sarılarak aşılması gereken olağan durumlar. Evet vesileler… Komşularla, mahallenin büyükleri ve arkadaşlarımızla, akrabalarımızla halledeceğimiz haller, komşulukların, mahalle kavramının ve akrabalıkların parçalanması ve yok edilmesiyle birlikte adeta dipsiz kör bir kuyuda bizi bizle baş başa bıraktırarak çaresiz bir duruma sevk ediyor. Çözüm yeri psikologlar olarak işaretlenirken normal bir şeyin anormal hastalıklı bir kılıfa sokulması neticesinde tedirgin bir vaziyete gelme ve bilakis öz güvenimizi kaybetme durumuna geliyoruz. Bir de verdiğin para da cabası.
Deizm
Batı ilim ve fikir dünyası insan hakikatini tam anlamıyla ele alamamış, “insan nedir?” sorusuna layıkıyla cevabını bulamamışken, bulduğu parça hakikatlerdeki bilgi yoğunluğuyla maalesef kendini hakikatin tek merkezi olarak sunabilme sihrini elde edebiliyor. Bu durumun amillerinden/etkenlerinden en büyüğü, Müslüman görünümlü ilim ve fikir adamlarının kendi manevî zenginliklerinin farkına varamamaları, Afrikalı zencilerin beyaz adam karşısında yaşadığı haleti ruhiyeyi yaşayarak aşağılık kompleksi duymaları. Tarih süreci boyunca takdir edilir ki aşağılık kompleksi duyan, kendi mânâsının izzet ve şerefini taşıma şahsiyetinden yoksun insanlar orijinal fikirler sunamazlar, insanına ve tüm insanlığa çözüm teklifinde bulunamazlar. İşledikleri cinayet, muhatap oldukları manevî dünyayı tarumar ederek Batı anlayış çerçevesine dökmeleri ve kıymetler manzumesini değersizleştirmeleri… Tarihselcilerin, deizm yolunda ilerleyenlerin, “İslâm’da sosyalizm, İslâm’da demokrasi var” diyenlerin mealcilik batağında debelenenlerin düştükleri çukur, hep bu felç olmuş idrakten geçiyor.
Kitapçıda bir dergi görüyorum, İslâmcı tiplerin çıkardığı, dosya konusu “deizm” olan bir dergi. Adı “Yetkin Düşünce”. Son günlerde moda tabir var. Gençlerin gittikçe İslâm’dan uzaklaştığı ve sığındıkları bataklık diye basında sık sık gündeme gelen bir tabir. Bir yaratıcının olduğuna inanıp yaratıcının dünya hallerinde hiçbir dahlinin olmadığına inanmak. Tanrı’ya inanma kılıfı altında dinleri reddetmek, peygamberlerin rehberliğini kabul etmeyip kendi akıllarını yegâne başvuru kaynağı görmek, “vahiy yoktur, Tanrı konuşmaz” görüşüne tâbi olmak. Tanrı’nın yarattığı her mahlûk, insanda kendi mevcudiyetiyle kelam ve tesirle konuşurken, insana ilham ve keşif sunarken, onları yaratan konuşmuyor! Ne acı ve zavallı bir anlayış. Duadan mahrum olmak, dua denen mucizeyi yüreklerde duyamamak. Ne kadar zavallı bir durum! Kendi akıl ve nefslerini putlaştırarak dünyaya nizam verme ahmaklığı. Daha çişlerini tutmaya hâkim olamayan, ölüme mahkûm sureta insanların kendini Tanrı yerine koymaları. Kendini “Çıplak uyarıcı” olarak takdim edenlerin, sosyetik tiplerle televizyonda geleneğe çatarak âlimleri kötüleyen ve insanların nefsani arzularına uygun çağdaş İslâm anlayışı sunanların, kendi aklına tapan akılsız akılcı Şaşar Nuri’nin çukurlaşarak gittiği yol deizm. Yani deizm, sadece onların dilinden gençlerin düştüğü çukur değil, bizzat peygamberin hakikatini ve dindeki yerini anlamaktan aciz ilahiyatçı akademisyenlerin de düştüğü bataklık. Ne umarsın dergiden; deistlerin görüş ve düşüncelerine gereken cevap verilmiş, Müslüman insanın mânâsı tahkim kılınmış olsun. Genciyle, yaşlısıyla, kadını ve erkeğiyle Müslümanlara deistler karşısında gerekli fikrî kıvam sunulmuş olsun. Boşuna ara ki bulasın. Adam koskoca profesörlük unvanıyla sıfatlanmış, geleneğe çatıyor; geleneği, yani Ehli Sünnet’i anlamadan sayfalarca zırvalayıp duruyor. Tam bir aşağılık kompleksi ve mağlubiyet edası. Neymiş efendim;
Ehli Sünnet’in Tanrı(Allah demek çoğu zaman dillerinden uzaktır. Bu da onların ciğerlerindeki lekeyi göstermekte bir emare)anlayışı insanlarla Tanrı’yı birbirlerinden uzak tutuyor. Mâturîdilik ve Eşarîlik anlayışı, her iki ekol de Allah’ın birliği adına insanı yok saymışlar. Dinî geleneğimizde insan sadece sorumlu bir varlıkmış. Oysa sorumlu olması gereken varlık irade, özgürlük, güç ve kudretten mahrummuş. İnsanı kâmil inşa etmek yerine, insanı yok saymışlar.
Anadolu’da “kocakarı imanı” sahibi bir insan bu sözler karşısında ne der? “Oğul sen yıllarca kafayı ilim uğruna kütükleştirmişsin. Bu nasıl bir ilim öğrenmektir ki, saçma sapan laflar söylüyorsun? Biz insanız, hepimiz aciz varlıklarız; her an her şeye muhtacız. Bu muhtaçlık da bizi Rabbimize yaklaştırıyor. Rabbimiz bize akıl ve fikir vermiş, kalb ve vicdanla donatmış. Bunlara rehber olacak peygamber göndermiş ki doğru yolu bulalım. Rabbimiz bize külli iradesi hasrında cüzi irade bahşetmiş ve sorumlu tutmuş. İnsanı kâmilin mutlak örneği olan, peygamberdir. Vahyin ve hadislerin ışığı altında insanı kâmil yolunda sonu gelmeyecek şekilde ilerleriz. Bu ilerleyişte bazen düşer ve bazen ayağa kalkarız. Bu durumlarda her daim sabır ve şükür ederek Rabbimizle irtibat halinde oluruz. Güzel merhametli Rabbimiz biz yürürken bize koşarak gelir, dualarımıza icabet eder; dualarımıza doğrudan dünyada karşılık vermediği zaman “ahiret hayatında karşılığını alacaksın” der ve bizi hiçbir zaman eli boş döndürmeyeceğini ifade eder. Her an bizimledir; biz onu görmesek de o bizi her an gözetir ve kollar. Bu âlemdeki her şeyi bizim için yarattığını ve âlemdeki her varlıktan daha şerefli olduğumuzu bize anlatır. Kurban olayım Rabbime. Benden uzak git, imanımı bulandıramazsın kafası bulanık ve sisli zavallı.”
Emoji
İnsanlar evlerinde teknolojik aletlerle en yakınlarından habersiz çok uzaktaki olaylar ve insanlarla zamanlarını paylaşarak günlerini devam ettiriyor. Kimi zaman gerçek, kimi zaman münafık edasında sahte isimlerle arzı endam ederek fikirlerini sunuyor, tahkir edici ifadeler kullanıyorlar. İnsanlar karşı karşıya gelse, böyle ifade kullanıp hakaret etmezler. Birbirlerinde farklı özelliklerin yanında birçok ortak duygu ve düşünce yapısı görüp kaynaşma zemini elde ederlerdi. Sosyal-medya ağı insanlara kin ve nefret aşılayıcı mecra durumundalar. İnsanları teşhirci ve gösteriş budalası bir hale getirerek birbirinden tiksindirici ve uzaklaştırıcı bir konumda. Paylaştığın, fikir mücadelesinde bulunduğun insanların jest ve mimiklerinden mahrum, ses renginden nasipsiz bir şekilde konuşuyorsun. Mekanik bir edada hissiz bir anlayışla mekanikleşerek ve insanı değerlerden uzaklaşarak çürüme yolunda ilerliyoruz. En acı şey de bunun farkında olmayarak sürecin çığ misali devam etmesi. Kelam ki insanı hayvandan ayıran insan olmanın gereği olarak kuşanılması ve zenginleşilmesi gereken engin bir saha. Tekâmül güzergâhında her gün nüfuz edilmesi gereken bir sahada kelime ve cümlelerin yerine “emoji” adı verilen sembol ve suretlerin kullanılması çok acı. Hız çağı denilen insanı kendinden geçirici ve başkalaştırıcı bu zamanda az suretle çok mânâ ifade edileceği ve zamandan kazanılacağı yanlış fikrini aşılayan bu ağ, maalesef kelamla diğer varlıklardan üstün olan insanın bu hususiyetini körleştirmektedir. Kimi zaman kazandık denilen şeylerin sarhoşuyla kaybettiğimiz şeylerin ayırdına varamıyoruz. Şu anda bütün diller, internetle ortaya çıkan kullanım biçimlerinin etkisi altındadır. Maalesef Türkçemiz de bu süreçten fazlasıyla nasibini almaktadır. Her geçen gün kullanıcı sayısı artan sosyal medya aracılığıyla dilimize yeni ifadeler, anlatım kalıpları, semboller ve kullanım pratikleri girmektedir. Türkçe harflerin kullanımında başlayan özensizlik, kısaltmalı ve yanlış yazımlar, kelimelerin gerçek yapısını değiştirmekte ve özünün kaybolmasına neden olmaktadır. Bunun en riskli yönü sosyal medyada bu özensiz dil kullanımını fertlerin günlük konuşma ve edebî yazı dilinde de aynı şekilde kullanmayı sürdürmeleridir. Böylece dilin itinasız kullanımının yaygınlaşması dilimizin yozlaşmasındaki önemli etkenlerden biri ve dilimizin dijital ortamlardan etkilenmesinin en somut görüntüsüdür.
Emojilerin yaygın kullanımını müsbet bir gelişim olarak sunan uzman bozuntuları, yerel ve milli dillerin tehdit altına alındığını görememekte veya görseler de umursamamakta... Emojilerin yerel ve milli dillerin ölüm fermanı demek olduğunu algılayamamaktadırlar. Günümüzde birçok alanda insanlara kuralsız hayat yahut “kendi kuralını kendin yarat” tarzında bir yaşam biçimi empoze edilmektedir. Bu kuralsızlık özellikle gençlerin düşünce ve iletişim diline de yansıyor ve deyim yerindeyse dilde bir tür anarşizmin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Hızlı ve kolay tüketilebilen ürünlerin olduğu bu mecralarda kimsenin kurallı bir dile ihtiyacı yok. Ve kimse bu durumdan rahatsız olmamakta, aksine eskiden bilinçsizce yanlış yazılan kelimeler, ifadeler, artık “popüler kültürün” etkisiyle bilinçli bir şekilde yanlış yazılmakta. Yeni neslin bu tavrının sebebi zamanı daha hızlı kullanma ve özellikle de kendilerini kanıtlama ihtiyacından ileri geliyor. Burada bir özenti de var tabii, kendine özgü bir tarz oluşturma çabası da. “Daha az harf ve emojiyle daha çok iletişim” anlayışı taşıyan bir kuşak var karşımızda. Maalesef eskiden olduğu gibi ediplerin, düşünce insanlarının dile kazandırdıkları, anlam içeriği zengin yeni kelime ve terimleri değil, programcı ve yazılımcıların, sosyal medya fenomenlerinin devreye soktuğu, edebî zenginlikten ve mânâ derinliğinden mahrum, ne olduğu çoğu zaman belli olmayan kelimeler ve işaretler üzerinden iletişim sağlanmakta ve bu durum giderek yaygınlaşmaktadır.
Peki, ne yapılmalı? Edebiyatı diğer güzel sanat dallarından ayıran en büyük özellik, asıl malzemesinin dil olmasıdır. Lisan, yazara bir vasıta olarak hizmet ederken, yazar da anlatım teknikleri ve güzel üslubuyla dilin gelişmesine katkıda bulunmalıdır. Özellikle dilin üzerinde bu kadar baskının olduğu karmaşık süreçte, yazarlar bütün menfiliklere rağmen dili korumaya ve güzel bir dille yazılmış eserler ortaya koymaya özen göstermeli. Aynı zamanda dilin kurallarını, inceliklerini ve önemini yeterince bilen fertler, toplumda dil bilincinin gelişmesine destek olmalı.
Türkçe’nin bütün ortamlarda korunmasına, doğru kullanılmasına ve öğretimine azami derecede hassasiyet gösterilmeli. İlkokul seviyesinden başlayarak internette nasıl bir dil kullanılması gerektiği ve yanlış kullanılması sonucunda nelere yol açılabileceği bilinci yeni yetişen nesillerde pekiştirilmeli.
Unutmayalım dil hayata bakışımızı, dünyayla, kâinatla alakalı şemalarımızı şekillendiren en önemli unsurdur. Dilde yozlaşma, dilin yapı ve işleyişinde var olan eser verici ve kendini zenginleştirici özelliklerini yitirme doğrudan insan denen en şerefli varlığı imha hedefine erişir. Dili yozlaşan, fakirleşen toplumlar düşünme melekelerini kaybederek insan ruhunu ortaya serici eserlerden mahrum olurlar. Dili yozlaşan toplumlarda nesiller arası bağlar kopar, toplum parçalanarak yalnızlık ve ümitsizliğe saplanan bir fertler demeti ortaya çıkar.
Ve her şeyden önemlisi, hem din, hem dilde ortaya çıkan bu anarşizmin önüne geçmek maksadıyla müdahalede bulunmak sorumluluğu, İbda’nın nizam fikri ve müdahalecilik prensibi çerçevesinde ve yanlışların doğruya tahvili adına, hem bizim hem de ülkeyi yönetenlerindir.
Baran Dergisi 634. Sayı
Dinde ve Dilde Anarşizm
Bahattin Yeşiloğlu
Yorumlar
Trend Haberler
Puta dokunan yanıyor: 10 Kasım’ı eleştiren doktor tutuklandı!
“Putlara tapınma!” dediği için tutuklanan Dr. Mehmet Arslan serbest bırakıldı
‘Putlara tapınma!’ deyip tutuklanan doktora HÜDA-PAR’dan destek
"Divanu Lugati't-Türk" sergisi, Türk dünyasını dolaşacak
Kemalist Yargıyı Cimer'e şikâyet etmek!
15 Temmuz’un son şehidi: Halil Algan