Ortalama insan ömrü beşyüz bin saate denk geliyor, yani yarım milyon saatimiz var.
Dünyaya gelişimizde ve gidişimizde karar sahibi değiliz; fakat ömür sermayemiz olan yarım milyon liramızı (saatimizi) dilediğimiz şekilde değerlendirebiliriz. “Zaman ve iş ölçüsü”nü bize gösteren ideolojiyi bulmak ve bu şekilde zamanımızı değerlendirmek elimizde. Ömrümüzü boşa tüketmek de elimizde. Fakat her saniyenin bize hesabı sorulacağına inanan Müslüman için, boş geçen her vakit, cebimizden çıkan bir değerdir. Bunun için “vakit nakittir” denmiş. Ve, “Müslüman çağının mes’ulüdür” ölçüsü verilmiş.
Lûgatta nakit’in mânâları şöyle:
“Bir şeyin iyisini kötüsünden veya bozuğundan ayıran… Tenkidci, ayarcı, paranın kalbini anlayan… Dinar, dirhem…”
İsraf etmekte fevkalade bonkör davrandığımız ömür saatlerimizin kıymetini nakit para gibi bilmeliyiz. İyi iş ile kötü ve faydasız iş farkını gerçek para ile sahte para gibi bilmeliyiz. Faydasız kolayı bırakıp faydalı zora yönelmeliyiz, bu hususta ısrarcı olmalıyız!
Ömür sermayemizi nasıl yatırıma dönüştürebileceğimizin reçetesini Büyük Doğu-İBDA dünya görüşü bize verirken, Necip Fazıl “geçer akçe” noktalamasında şöyle diyor:
“Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir!
Mezarda geçer akçe neyse, onu biriktir!”
Dünyadan ahiretin kazanılmasına ve her nefes alışta Allah’ı zikretmemiz şartına nazaran, Müslümanın zaman israfı içinde olması düşünülemez. Tabiî gerçek ve derin müminden bahsediyoruz. Yoksa hayat koşturmacası içinde davası için bir türlü vakit bulamayan ve hiçbir bedel ödemeden Müslümanlık iddiasında bulunanlardan bahsetmiyoruz.
Bizi kurtaracak olan niyet ve yönelmedir; Ağustos böceği gibi saz çalarak vakit geçirmek değil. Damlaya damlaya göl olur sözünü şuurlaştırsak, eylem birikimimizden neler doğduğunu hayretler içinde görürüz.
Zaman ölçüsü, iş ölçüsü ve bütün bunlar için ideolocya şartı. İdeolojiye göre yaşamak şartı; yoksa ideolojimizin hayatın her alanını dolduran sistem bütünlüğünde olduğundan şüphe mi duyuyoruz? Yahut ideolojimizi özümseyememiş, ondan hareketle iş ölçüsünü çıkaramamışız demektir.
Üstada bağlanırken geride kalma ukdesi taşımamış ve bağlılıkta kendini ortaya koymuş şahsiyet sahibi ve hayatını davasına adamış İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, Yeşilırmak şiirinde Sakarya’ya (Büyük Doğu davası) şöyle sesleniyor:
“İşte düğümün ucu işte insan ve toplum
Sakarya’nın kalbinde zaman ölçümü buldum”
Ve aynı şiirden, insan memuriyetinin en yakıcı teşhisi:
“Hayat dediğin masal çırpınan suyun sesi
Tek marifet dünyada harcamamak nefesi
İmân sahici imân ateş hattında koşu
Bir günü bir gününe eş olmama buluşu”
Nefeslerimizi günlük hayat telaşesinin hay-huyları arasında tüketirsek ve mastürbasyon kabilinden geyik muhabbetleriyle bir şey yaptığımızı zannedersek iflas etmiş tüccarız demektir. Beşyüz bin saatini har vurup, harman savurmuşuz demektir. Mirasyedi misali eldeki avuçtakini yiyip bitirmişiz demektir. Bu hususta gençliğimize de fazla güvenmeyelim. Üstadın dediği gibi: “Gençliğinize fazla güvenmeyin!”
Ne yapılırsa gençlikte yapılır. Eğer vaktimizi değerlendiremezsek, gençliğimizin nasıl geçtiğini anlayamayız, bir bakmışız yolun yarısına gelmişiz ve “hop” ömrümüzün son baharındayız! Ondan sonra “vay be!”ler çekeriz, fakat geçen günler-yıllar geri gelmez. Zamanı geri getirmek mümkün olmaz.
Rahmetli Sabahattin Zaim Hoca’yı üniversitedeki odasında ziyaret etmiş ve İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun eserlerinden birkaç tane vermiştim. 1980’li yıllar… Eserlerine baktıktan sonra Salih Mirzabeyoğlu’nun yaşını sormuştu. Cevap verdim. “Bu kadar genç yaşta bu kadar eser vermiş!” diye hayret ve takdirini belirtmişti. Salih Mirzabeyoğlu’nun şiir kitabı Kayan Yıldız Sırrı’nı da ayrı bir merakla tetkik etmişti.
Sözü şuraya getireceğim. Zamanın hakkını vermek cehdi içerisindeki Salih Mirzabeyoğlu, bu kadar zamanda bu kadar eser vermesini, çağından mesul Müslümanın görevi olarak tabiî karşılıyordu. Onun yolundan gidenler ise, sadece takdir etmekle yetinmek değil, telkinle alınanı tahkike getirmek, iş ve eserinde göstermekle mükellef!
Bir an önce oluş yoluna girecekken hâlâ belirsiz vadelere işini erteleyenler, kendini batağa çekmekten başka bir şey yapmıyor demektir. Bize uzatılan dal (İBDA) altın keyfiyetiyle ve bir fener gibi yolumuzu aydınlatmakta iken hâlâ atalet içinde yuvarlanmakta ısrar etmemiz kendimize yazık etmemiz demektir. Ve ayağımıza gelen kısmeti tepmemiz demektir. İbişlik yoluna girmek de böyle başlar.
İdeolojimiz billûr gibi yolumuzu aydınlatırken sağımıza solumuza bakmamıza gerek yoktur. Çevremizdeki miskinler ölçümüz değil, ideolojimizin aydınlığı ölçümüzdür. Bizde ağabeycilik, hizipçilik vs. olmadığı için, sadece tavizsiz istikamet çizgisidir ölçümüz…
Sonuçta kaybeden ya da kazanan biz olacağız! Yoksa Allah davasının bize ihtiyacı yok! Bilakis bizim ona ve onun aydınlatıcılığına ihtiyacımız var.
Baran Dergisi 54. Sayı
Baran Dergisi 54. Sayı