Ali Ulvi Kurucu’nun hatıratının 4. Cildi de çıktı. İlk üç cildini bir solukta okuduğum bu kitapları birçok dosta da tavsiye ve armağan etmiştim. Kendimde ve gönüldaşlarımda gördüğüm hâl eksikliğini gidermeye vesile olur, Büyük Doğu-İbda’nın dâvâ ahlâkına uygun hal ve hareketlere bürünürüz diye. Maalesef birçoğumuz savrulduk, kendi dışımızdakilere gösterdiğimiz itinayı dâvâ arkadaşlarımızdan esirgedik. Allah’a kulluk dâvâsını değil de nefsimize kulluk dâvâsını güttük. İmam-ı Rabbanî’de geçer. “Bir Allah dostu başka bir Allah dostuna orada mürid olabilecek insanlar varsa buraya gönder de irşad edeyim” der. Diğer Allah dostunun cevabı bizim için oldukça manidar. “Burada müridden çok kendini mürşid olarak addedenler var.” Evet, bu dâvâya hizmet etmek varken doğrusu nefsimizi yellendirdik. Sevgili Kumandanımız her türlü dâvâ ahlâkının zirvesini şahsında yaşatırken, biz neler neler yaptık. Allah hepimizi ıslah eylesin, kardeşlik şuuruyla gönüllerimizi birleştirsin.
Evet, Ali Ulvi Kurucu Türkiye ve Müslüman ülkelerde milyonların tanıdığı bir zat… Sevimli çehresi, güzel ahlâkı, ruhlara hitap eden millî, dinî şiirleri ve insanı manevî âlemlere alıp götüren gönül sohbetleri ile bir ilim ve irfan önderi… Bir Anadolu çocuğu... İlk feyzini doğduğu muhitten aldıktan sonra yüksek tahsilini Kahire’de yapmış; son elli altı senesini Medine-i Münevvere’de yaşamış ve orada vefat ederek sahabilerin yanına uzanmış mesud bir insan. İslâm dünyasının manevî ve siyasî hadiselerle sarsıldığı yakın tarihi bizzat yaşamış, önemli olay ve şahsiyetlerle tanışmış, bir Müslüman aydının bakışı ile bunları değerlendirmiş bir fikir ve mâna büyüğü… Onun hatıraları bizler için, bir ilim, irfan ve maneviyat kaynağı olduğu kadar, yakın tarihimiz için de bir ‘şifre çözücü’ ve geleceğimizi tayinde bir yol göstericidir.
Değerli büyüğümüz rahmetli Ali Ulvi Kurucu’nun hanımı rahatsızdır. Hanımını Almanya’da doktor damadının yanına ilgilenmesi için gönderir. Hanımının ameliyat olması gerekmektedir. Damadı bunun üzerine kayın babasının Almanya’ya gelmesini ister. Ali Ulvi Kurucu uçakla Almanya’ya gelir ve refikasının kaldığı 8. Kata çıkar. İsterseniz sözü Bizzat Ali Ulvi Kurucu’nun kendisine verelim:
“Refikamı ziyarete gittim. Hafif yağmur çiseliyordu. Odanın fevkalade geniş bir balkonu vardı. Yağmuru seyretmek için balkona çıktım.
“PEYGAMBERİMİZ YAĞMUR ALTINDA”
Çölden giden insana, yağmurlu hava çok tatlı gelir. Çünkü çölde 360 gün bulut göremezsiniz. Semavât bütün güneşlidir. Çölde yaşayan kimselere bulutlu, yağmurlu hava çok tatlı gelir, çok güzel gelir. Yağmur damlalar halinde düşmeye başladı. Peygamber Efendimiz’in yağmur yağmaya başladığında başlarını açtıkları aklıma geldi. Sahabe-i Kiram, Peygamber-i Zişan’a soruyorlar: ‘Ya Resulullah, yağmur yağarken mübarek başınızı açıyorsunuz. Bunun sebebi nedir?’ Cevap şöyle:‘Yağmur taneleri günahsız âlemlerden inip geliyorlar; yerlerden evvel başıma damlasın…’
“BABANIZ MİSTİK BİR İNSANA BENZİYOR”
Ben böyle yağmurun altında durup, dalgın halde Efendimizi hatırlayıp, hem de salavâtlar getirirken, meğer Alman kadın beni süzüyormuş. Kerimeme demiş ki: ‘Babanız mistik bir insana benziyor. Yağmurun altında duruyor. Babanızın mesleği nedir? Kızım, ‘Babam şairdir’ deyince, Alman kadının bana bakışı değişmiş…
Almanlarda şair anlayışı bizden farklı imiş… Şaire: ‘İlahî tarafı olan; manevî hâli, maddî tavırlarına üstün gelen; metafizik varlık, İlahî insan’ tarzında bir hüsnü zanla bakarlarmış…
***
Almanya’da ameliyat olan refikamı ziyaret için odasında bulunuyordum. Aynı odada yatmakta olan ameliyatlı Alman kadının kocası da onu ziyarete geldi. Bastonlu bir zat, altmış beş yaşlarında…
“NİYE AĞLIYORSUN?”
Alman hanım, kocasını görünce ağlamaya başladı. Ameliyat olmuş zevcesinin hıçkıra hıçkıra ağladığını gören adam üzüldü, telaşla sordu: ‘Ne oldu? Sancıların mı fazlalaştı?’ Hayır, sancıdan ağlamıyorum.’ ‘O zaman derdin ne, niye ağlıyorsun?’
Konuşmalarını kızım bana tercüme ediyordu. Aralarında şu konuşma geçti. Kadın, kızımı göstererek demiş ki:
“ANNESİNE GÜNDE ÜÇ KERE GELİYOR”
‘Şu kız, annesi hastane yemeklerini yiyemediğinden dolayı, günde üç defa bu hastaneye geliyor. Sabah kahvaltı getiriyor; öğle üzeri yemeği getiriyor, gece akşam yemeği getiriyor. Senin ve benim kızımız, ben altı haftadır bu hastanede yatıyorum; aynı şehirde oturuyorken, bir defa ziyaretime gelmedi. Ben ağlamayayım da kimler ağlasın?’
Kadının bu yakınmasına karşılık, kocasının verdiği şu cevap, yerleri de gökleri de ağlatır. İnsan bu gibi sahneler görmekle, hayattaki büyük hadiselerin, içtimaî inkılâpların mahiyet ve hakikatini daha iyi anlıyor.
BİZİM KIZIMIZ GELMEZ ÇÜNKÜ…
Adamcağız, irkilmeden, şaşırmadan, kemal-i sükûnetle cevabı verdi: ‘Hanım, bu kızı buraya getiren, imandır. İman, kızı evinde oturtmaz. İnsanı insan eden imandır. Kız, annesinin hastanede olduğunu düşünüyor… Hasta, garip, lisan ayrılığı var, yemek yiyemez… Vicdanı, dini, imanı, onu evde oturtmaz. Onu buraya getiren inancıdır, maneviyatıdır. Senin kızın niye gelsin?.. Bizim kızımız materyalisttir. Maddeci bir insan, insan değil, hayvandır… Onun insanla alakası yoktur. Onun sevgisi maddîdir. Yesin, içsin, oynasın, gülsün, gezsin… Onun ruhu perdelenmiştir, manevî bir ciheti yoktur.’
‘Kızımız seni veya beni ziyarete geldiğinde, kaybedeceği vakti, harcayacağı benzini; dişçidir, kaçıracağı müşteriyi düşünür… Arkadaşlarıyla tenis oynayacak, bilardo oynayacak, daha başka neler oynayacak!.. Randevuları var gelemez! Bu kızı getiren imanıdır… Sen ve ben, gençliğimizde Hitler zamanında böyle miydik?
ÇOK ÜZÜCÜ, ÇOK İBRET VERİCİ
Bu konuşmaları dinleyince, insanlık adına çok müteessir oldum… Benim için büyük bir ibret dersi oldu. Kendi kendime, ‘Benim gördüğüm, denizden bir damla. Eğer Alman gençliğinin çoğu böyle olduysa; Dünyanın geleceği, insanlığın geleceği nasıl olacak?’
‘Anneymiş, babasıymış, hastaymış, yaşlıymış, bana ne…’ diyor. ‘Hastane var, huzurevi var, belediye cenaze teşkilatı var… Huzurevleri bakar, sigorta hastaneleri tedavi eder, cenazeleri de kaldırır.’ Çok üzücü ve ibret verici.
Yaklaşık kırk yıl önce yaşanan bir hadise bu; o günlerden bu günlere köprünün altından çok sular aktı. Batı düşünce ve yaşayış tarzını idealleştiren ülkemize bir bakmak gerekmez mi? Neydik, şimdi ne hale geldik? Böyle gidersek ne hallere düşeceğiz?
Baran Dergisi 427. Sayı