90'lı yıllarda epey siyasi cinayet işlendi. Bununla ilgili sürekli iktidarın trollerinden aynı şeyleri duyuyoruz: "İşte falancayı ETÖ öldürdü, filancayı FETÖ öldürdü" gibi. Yani ETÖ, Ergenekon Terör Örgütü; FETÖ de Fetullahçı Terör Örgütü oluyor. Eşref Bitlis, Turgut Özal... En çok isimleri geçen kişiler bunlar. İşte bu adamları bir ara ETÖ öldürdü dendi, sonra da FETÖ öldürdü oldu. Bunlardan bahsedenler, yani kim nasıl yaptı, ne amaçla yaptı, bunu açıklamaya gelince zırvalıyor. Zaten bu iddialar zırvadır.
Söyledikleri şey şu: "İşte Eşref Bitlis Kürt meselesini çözecekti. İşte Turgut Özal Kürt meselesini çözecekti". Nasıl çözeceklermiş? Eşref Bitlis Jandarma Komutanı'ydı. Bu memlekette Jandarma Komutanı olan bir orgeneral Kürt meselesini nasıl çözebilir? Hangi yetkiyle, hangi güçle? MGK diye bir şey var. Tamam, orgeneral güçlü bir adam ama nereye kadar güçlü? Özal çözecekmiş. Tamam, bu Cumhurbaşkanı'ydı, çözebilir. Peki nasıl çözecekti? Mesela Eşref Bitlis veya Turgut Özal ne yapacaktı? Çözüm olarak ne olacaktı? Şimdi bunu iddia eden adamlara sormak lazım. Bir zahmet söyleyin, Kürt meselesinin çözümü nedir, çözüm olarak teklifiniz ne? Mesela toprak verip “alın, size devlet” deyip gönderecek misiniz?, Kürtlerin hepsini öldürecek misiniz?, Özerklik mi vereceksiniz veya anayasal vatandaşlık mı? İhtimaller alemi sonsuz. Bir şey söyledikleri var mı? Yok. "Çözecekti" sadece. İşte “Kürt meselesini çözemesin” diye Eşref Bitlis'i öldürdüler!. Eşref Bitlis Kuzey Irak'ta Kürdistan kurulmasına karşı bir adamdı. Çözümden kastımız buysa, yani bir defa bunlara özerklik veya devlet verilmesini istemeyen biri Eşref Bitlis. Çözüm bu mu oluyor? Ama Özal, öbür taraftan özerklik vermek isteyen bir adamdı, onu da "çözecek" diye öldürmüşler! Şimdi arada çelişki var, değil mi? Bayağı bariz çelişki hem de. Saçmalık buradan belli.
Şimdi meselenin özüne gelelim. Burada ne dolap döndü de bu adamlar öldürüldü veya şüpheli şekilde öldüler? O yıllarda aniden böyle siyasi cinayetler başlamıştı. 80'li yılların sonlarında, 88-89 yıllarında, hapishanelerden sol örgüt mensupları firar etti toplu halde. Dev-Sol, TİKKO gibi. Ondan sonra 90 yılında Hiram Abas öldürüldü. Hiram Abas, 71 cuntasının adamlarından, MİT’çi ve MİT Müsteşarı olacaktı 80’li yıllarda. Doğu Perinçek tarafından yayınlanan bir MİT belgesi, bir ifşaat yüzünden istifa etmek zorunda kaldı, sokağa düştü. Ve 90 yılında öldürüldü. Dev-Sol öldürdü dendi. Sonrasında, bazı emekli generaller, hatta içlerinde emekli Donanma Komutanı Kemal Kayacan dahil olmak üzere öldürüldüler. Bunları da Dev-Sol öldürdü veya Dev-Sol üstlendi dendi. Sonuçta dosyalarda "Dev-Sol öldürdü" olarak geçiyor. Arka arkaya devletin önemli kademelerinde yer almış, bayağı önemli mevkilerde bulunmuş adamlar öldürüldü. Bunlar çoğunlukla emekli insanlar, emekli generaller. MİT’çi olarak da Hiram Abas o esnada istifa etmiş biriydi, ki, MİT Müsteşarı olacakken istifa etmek zorunda kaldı. Bunlar çok önemli cinayetlerdir.
Bunları işlemeye, bu kişileri öldürmeye Dev-Sol'un gücü yeter miydi, yetmez miydi, bunu bilemem. Bunu polis, istihbarat bilir. Ama kimi iddialar var: "İşte bunları aslında devlet içinde bir kanat öldürdü de Dev-Sol üstlendi" gibi.
Şimdi işin kökü şöyle bir şeye dayanıyor: 60'lı yılların sonlarında "Milli Demokratik Devrim" adı altında Türkiye'de bir hareket vardı. Askere dayalı, askeri darbeyle, Türkiye'de azınlık olan Alevi kesime yaslanacak bir devrim, sol devrim. Tıpkı Hafız Esad gibi. Zaten örnek aldıkları idolleri Hafız Esad. Biliyorsunuz, 60'ların sonunda Suriye'de bir darbe ortamı varken, 70 yılında, bu adam (Hafız Esad), Suriye ordusunun bir subayı olarak, darbeyle hâkim oldu Suriye'ye. Ve oradaki Nusayri, Alevi azınlığa dayalı bir rejim kurdu. Türkiye'deki solcuların kafasındaki plan da buydu. Doğan Avcıoğlu, Cemal Madanoğlu cuntası... İsmi de buydu zaten. Meşhur Behice Boran gibi isimler onun içindeydi. Deniz Gezmiş, ondan sonra Mahir Çayan falan, hepsi bunun içinde olan insanlar. Yani çoğunlukla aslında Kemalist bu adamlar.
Ve 9 Mart cuntası adı altında bunlar böyle bir devrim hareketi planlamışlar. Ne oldu? Bunu başaramadılar. 12 Mart cuntası bunları bastırdı. NATO bunların ne yapacağını rahatlıkla seyretmiş, sızmış, tespit etmiş. Bunları kırdılar. Ama bu bir mantalite olarak ve belki de o zihniyette olan insanlar, ayıklanmadan ordu içinde kaldılar ve bir klik şeklinde yaşadılar. Ve bakıyorsunuz, bu Dev-Sol'un geldiği çizgi zaten bu MDD çizgisi. Yani THKP-C, Mahir Çayan... Onun dayandığı zaten Doğan Avcıoğlu, Cemal Madanoğlu cuntası. Ve öldürdüğü insanlara bakıyorsunuz, onlar da hep NATO'cu. Veya 71 cuntasında, mesela Hiram Abas ve Kemal Kayacan özellikle çok önemli isimler. 71, 12 Mart darbesinde sola karşı mücadele etmiş adamlar bunlar. Onlar öldürüldü. Diğer generaller hakkında tam bir bilgim yok; hepsini aynı sepete koyarsam belki yanlış olur, oraya kadar işi genişletmeyeyim ama sonuçta Dev-Sol bu adamları arka arkaya vurdu. İçlerindeki iki emekli tuğgeneral için "Gene bizim bu iktidar trolleri, Kürt meselesini çözecekti" diyorlar. Tuğgeneral mi çözecekti?
Bu memlekette fikir adamlığı vazifesini, kenarından gazeteci tipler yapmaya çalışıyorlar. Çok yazık. Öyle bir şey yok. Orada hadise nedir? Tam da Sovyet blokunun yıkıldığı dönemde, 89-90 yıllarından itibaren, Dev-Sol birden sahneye çıkıyor ve bu adamları öldürmeye başlıyor. Orada ne var?
Şimdi, neoliberal politikalar vardı 70'li yıllarda, Amerika'nın icat ettiği. Hani eski konseptle, artık sarktıkları, işgal ettikleri veya mental olarak işgal ettikleri diyeyim, ülkelerde insanları eskisi gibi rahat yönetemediklerini görünce, biraz işi yumuşatmaya gittiler. Mesela Amerika'da ne yaptılar? Zencileri rahat yönetebilmek için "Tamam biz size hak veriyoruz" dediler. Birdenbire zencileri cıvıttılar. Halbuki 60'lı yıllarda zenciler kendi ırk davalarında, kavga ederken çok iyi mücadele ediyordu. 70'lerde bu sulanmaya başladı. 80'lere gelindiğinde artık vıcık vıcık bir şey oldu. Nasıl oldu bu? Karşılarındaki düşman gördükleri adam, birdenbire onları aşırı bir kucaklamaya gitti.
Türkiye'de de bu neoliberal politikalar çerçevesinde "Ilıman İslam" pompalandı. İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu böyle söylüyor. Modern tabirle, uyduruk tabirle, "Ilımlı İslam" diye geçiyor. Kendisinin dili koruma hassasiyeti vardı, o yüzden "Ilımlı İslam" kelimesini kullanmıyordu. Bir ufak anekdot olarak belirteyim bunu.
"Ilımlı İslam" projesi, onların tabiriyle, Türkiye'de pompalanıyordu. Zaten 80'li yıllarda, Kenan Evren’in olduğu bir askeri yönetim vardı Türkiye'de. O yönetim altındayken mesela FETÖ mensupları toplu halde orduya girmiştir. Bir sürü tümgeneral, tümamiral rütbesindeki adamın orduya giriş dönemi 84, 85, 86 gibi yıllarmış. O zaman, sıkı bir askeri iktidar vardı ama NATO'cuydu. E bunlar da NATO'cu zaten, FETÖ dediğimiz şey. Kimse Kenan Evren'e hesap sormadı "bu adamları sen aldın buraya" diye. O dönemki subaylara hesap sorulmadı. Çünkü 12 Eylül darbesini NATO yaptı. "Bizim çocuklar başardı" esprisi... O zaman Turgut Özal, o da NATO'cu. 1. Körfez Savaşı'nda, 90-91 yıllarında, "İşte 3 koyup 5 alacağız" diye Amerika ile beraber Irak'ı işgal etmekten bahseden bir adam bu.
O hengamede MİT Müsteşarı olmaya çalışan adam Hiram Abas'tı. Ama onu ifşa eden adam Doğu Perinçek'ti. Sol Kemalist gibi bir mantaliteden gelen bir insan. Devletin "sol Kemalist" dediğimiz kesimi diyelim mesela, öyle tabir edersek, onun sözcülüğünü yapan bir adam. Zaten "MDD" diye söyledim az önce, Cemal Madanoğlu, Doğan Avcıoğlu cuntası dediğim. Bu bir zihniyet. Bu, mesela NATO’ya daha uzak bir zihniyet. Tabii sonuçta siyasette pragmatizm vardır. Yeri gelir NATO'cu olur bu adamlar da. Ama o esnada bunların NATO'cularla bir çekişmesi var.
Ve nihayet 90 yılına falan gelindiğinde artık Sovyet bloku çökmüştü. Tamamıyla neoliberal politikalara geçerek, ortamı yumuşatıp daha rahat yönetelim Türkiye'yi dediler. Orada ne var? I. Cumhuriyet, II. Cumhuriyet tartışması. 90'lı yılların başlarında, 91, 92, 93... O zamanlara bakın, "Artık I. Cumhuriyet bitti, II. Cumhuriyeti kuralım.", "Liberalizme geçelim, daha liberal olsun ülke." gibi tartışmalar vardı. Güneri Cıvaoğlu gibi bazı yazarlar, Cem Boyner gibi iş adamı, -sonradan siyasete soyundu, rezil oldu- bunlar bu işin sözcülüğünü yapıyordu. Bir de Fehmi Koru gibiler vardı. Emin Çölaşan, I. Cumhuriyetçi, Kemalist olarak, bunlara "liboş" diyordu. Fehmi Koru'ya "takkeli liboş" diyordu. Diğerlerine "takkesiz liboş". Hatta Cem Boyner için de "cim-boyner" diyordu. Bunlar var gazetelerde bulabilirsiniz.
O dönemki tartışmalarda ne vardı? “Kürt meselesinin çözümü nasıl çözülecek? Bask modeli mi olsun? Irak modeli mi? Özerklik verelim” diyorlardı. Zaten Amerika, Irak'ın kuzeyinde, belli bir paralelin yukarısında, "uçuşa yasak bölge" adı altında bir işgal gücü oluşturmuştu. Orada Kürtler kendilerine bir yapı kurmaya çalışıyordu. Ve "Türkiye'den de mesela belli bir bölgedeki nüfusa özerklik vererek, aslında ileride İsrail'in işine gelecek bir Kürdistan planlanıyor" deniyordu. Düşünün, 80'li yılların sonlarında, 87'den itibaren, "olağanüstü hal", "bölge valiliği" adı altında, bayağı doğuda bir sıkı yönetim ilan ederek, Kürtlere çok işkence ettiren bir adamdı Özal. Aynı Özal, birdenbire "Evet Kürdistan olsun" noktasına kadar geldi. Halbuki Özal'ın orada niyeti, Kürtleri bir yerde İsrail'in kucağına atmaktı, başka bir şey değildi. Çünkü orada, Araplardan uzak, Türklerden uzak, hepsinden toprak kapmış gibi bir duruma düşeceklerdi. Zaten Sünni oldukları için İran da onları sevmiyor. Dost olarak kim kalıyor? İsrail! Başka kimse değil. Zaten 70'li yıllarda da, Baas rejimine karşı mücadele eden Kürtler, biraz mecburiyetten, biraz da artık Allah şaşırtmasın, o zaman MOSSAD'dan, CIA’den destek aldılar. Bir ilişkileri vardı. Ben burada şunu demek istemiyorum: "Bunlar onların adamı" falan filan. Ama gide gide varacağın nokta orası yani. Mecburen İsrail'in, Amerika'nın elinde kalacaksın. Orada bir müstakil devlet kurma... Müslümanların tamamen kurtuluşu zaten bu coğrafyada bir İslam imparatorluğu kurmak. Başka çaresi yok kimsenin. "Ben kendi adıma bir devlet kurayım" derken, güçsüz kalacağın için bir dış devlete, güçlü bir devlete yaslanmak zorunda kalacaksın. O da seni istismar edecek. Sen istismar etmeyi ne kadar becerebilirsen, o da ayrı bir dava. Her neyse, oradaki hadise buydu.
Ve Eşref Bitlis mesela buna karşı olan bir adamdı. Kendisi Kemalist'ti. Bir Kürdistan kurulmasın diye uğraşan bir adam. Büyük ihtimalle onu Amerika öldürdü veya Amerika'nın içeride kullandığı adamlar tarafından bir suikastla öldürüldü. Ama "Kürt meselesini çözecekti" değil. Bu I. Cumhuriyet, II. Cumhuriyet tartışması içerisinde herhalde I. Cumhuriyet dediğim kesime daha yakışan bir adam. Özal da II. Cumhuriyet'e yakışan bir adam.
Bakın, o zamanlar şöyle bir şey vardı: Gazetelerde boy boy "Son Osmanlı falanca", "Son Osmanlı filanca" diye, Osmanlı ailesinden ihtiyar bir adamcağız... Onun resmi ve röportajlar vs. Bir taraftan da "halifelik" muhabbeti... Ne olacaktı? Osmanlı ailesinden yaşlı bir adamcağızı getirtip, "Bu da halife" deyip, "Ilımlı İslam" modeliyle beraber bir şey yapacaklardı... Aslında planlanan böyle bir şeydi. Böylece ne olacak? Osmanlı hayali kuranlar, dini bir hayat isteyen, dini bir nizam isteyen insanlar, hepsi mutlu olacak böylelikle. Ve FETÖ mantalitesi altında, Amerika ile iyi geçinen, Amerika ile uyumlu, ucuz bir Müslüman Türkiye... Peki bunun içinde Kemalistlerin yeri var mı? Olamaz! Zaten onlar da orada direndiler. "Biz gidiyoruz, onlar geliyor." Halbuki Batı’yla el ele bilmem şu kadar yıl iyi geçinip, Müslüman halka zulmettiler, olacağı bu. Batı’yla iyi geçindiler diye Batı bunlara ücret ödeyecek değil, teşekkür edecek değil. İşi bittiğinde de atar böyle. Batı tarafından Türkiye'ye yeni bir rol verilecekti. Onun içerisinde I. Cumhuriyet, II. Cumhuriyet tartışmaları oldu. Batı ile iyi geçinerek, o vakte kadar Müslüman halka zulmetmiş olan Kemalistler, Batı tarafından dışlandıklarını, kendilerine bir daha ekmek verilmeyeceğini gördüler. Buna direndiler. Hadise bu.
Tabii, "Batı ile iyi geçineyim" dersen nasıl bir vefa bekleyeceksin ki? Senin vefa görmen ve göstermen gereken insanlar senin kendi insanın, kendi halkın. Ama bunlar kendilerini Batı'ya ait sayan insanlar. "Amerika bunlarla uğraştı" diye kesinlikle bunları güzelleme yapacak değilim. Hak ettiklerini buldular. Sen tuttun Batı adına, Batı'nın sopası olarak, bu milleti dövdün durdun. Menderes'i de sen astın. Yaptılar, ettiler, sonra devir değişti. Sonunda Batı, “artık biz size güle güle diyoruz, ılımlı İslam, liberal politikalar hem Amerika ile iyi geçinen, hem halifesi de olan, Osmanlı dozu olan, milli, İslami falan soslar taşıyan ucuz bir rejim kuracağız” dedi.
İşte FETÖ'sü, Özal'ı, hepsi içinde. Kemalistler buna direndiler. Ne oldu orada? Son olarak 93 yılının Ocak ayında Eşref Bitlis suikastı oldu... Ben öldürüldüğüne inanıyorum. Ve peşinden de Turgut Özal Nisan ayında. Bence o da öldürüldü. Ama burada, biri I. Cumhuriyetçi, biri II. Cumhuriyetçi. Burada faili "İşte ETÖ, FETÖ" gibi komiklikler yerine, aslında bu tartışma çerçevesinde aramak lazım. Ben "Şudur, şu yapmıştır" diyemem. Bunları bence devlet biliyor. Devletin üst kademesi, istihbarat, asker, devlet başkanı vesaire, bunlar biliyor. Ama tabii her şeyin konuşulabileceği bir zemin olmadığı için de herhalde susuyorlar. Bizim troller de tutup " Eşref Bitlis Kürt meselesini çözecekti, Turgut Özal Kürt meselesini çözecekti" diyorlar.
Bizim mesela çözüm teklifimiz var. İbda Mimarı, kendisi bir çözüm teklif etmişti: Şer'i, dini bir rejim altında federasyon. Bu da şart değil. Federasyon olması şart değil. Orada, bu milletin, Müslüman milletin varlığını tanıyan, haklarını veren bir rejim... O da ancak İslami bir rejim olur. Ulus devlet ve laiklik çatısı altında olmuyor. Ne kadar kardeşlik masalı anlatsan da olmuyor. Öbür taraftan o da sekülerleşerek senden kopmaya çalışıyor. Aslında senin kendi rejimin altında zaten Müslüman halk rahat ve memnun değil ki. Ondan sonra 80-90 milyon nüfusun memnun olmasını istiyorsun. Mümkün mü böyle bir şey?
Özal'ın ölümüyle herhalde bu tartışma bitti. Ondan sonra zaten cinayetler de bitti birdenbire. Özal'ın ölümüyle, Süleyman Demirel geldi, Cumhurbaşkanı oldu. Büyük ihtimalle biraz bu Kemalist kesim ağır bastı galiba. Ve peyderpey, liberaller daha geri çekildi. Mesela Cem Boyner yavaş yavaş siyaseti bıraktı. O zamanlar "Yeniden Yapılanma" diye bir garip, partimsi bir hareketi vardı. Öyle bir piyasa yapmaya çalışıyordu, yapamadı. Tabii karşı taraf da zayıf değil. Sonuçta NATO'cu olan kesim, onlar da güçlü. Herhalde bir dengede buluştular galiba. Bir şeyler ertelendi. Artık kim ne yapmak istiyorsa belki o sırada olan oldu, sonraki raundlara iş ertelendi. Mesela yıllar sonra ETÖ adı altındaki operasyonlar, bence o zaman yaşanan çatışmanın bir uzantısıdır. Buna böyle bakmak lazım. Bu da ayrı bir mevzu tabii de oraya kadar uzatmayayım.
28 Şubat dediğimiz hadise de... Abdurrahman Dilipak bol bol bahsediyordu, "Tansu Çiller Erbakan'la yaptığı koalisyon esnasında bir gecede hidayete ermedi " diyordu. Ve "o koalisyonda Tansu Çiller ve kendi ekibinin, II. Cumhuriyetçi, liberal, ılımlı İslam vesairenin şemsiyesi altında bir kesim" olduğunu söylüyor. Ve belki de 28 Şubat'ın tetikleyicisi diyebileceğimiz şey, Kemalist kesimin bunları tasfiye etme niyetinden doğmuş olabilir.
Hem 28 Şubat'ı da içine dahil etmiş oldum. Bütün bunları, 90 yılından itibaren Amerika'nın Türkiye'de değiştirmeye çalıştığı rejim, sistem, yeni mantalite, I. Cumhuriyet ve II. Cumhuriyet tartışması etrafında düşünmek lazım. Burada bir tarafta, Amerikalıların yeni kurmaya çalıştığı düzene uymak istemeyen, verilen rolü beğenmeyen veya ellerinden önceki rolleri alınan Kemalistler var. Diğer tarafta da Amerika'yla iyi geçinen ve her türlü sünepelik, ucuzluk ve güya Müslümanlık sosu içinde hareket eden başka bir taraf mevcut. Onlar kavga etti. Bugüne kadar da bu kavga bence böyle devam etti. Hem 90'lı yıllardaki cinayetlere hem de devamındaki birçok şeye böyle bakmak lazım.
Peki kimileri şunu sorabilir: “Tamam, iyi söylüyorsun, belki de sallıyorsun. Tayyip Erdoğan burada nasıl bir rolde?” En başta şunu söyleyeyim: Tayyip Erdoğan tamamıyla bağımsız çizgiyi izleyen bir adam. Şimdi, Erdoğan'ın, bu II. Cumhuriyetçi diye bahsettiğim FETÖ ile beraberliğinden bahsettik daha önce. Erdoğan’ın II. Mahmut vari, kullanıp attığı bir müttefik FETÖ. Çünkü Erdoğan iktidara geldiğinde onu boğmak isteyen Kemalistler vardı. Bu yalan mı? "Yok sözde değil, özde laiklik, bilmem ne” diye tantana yapıyorlardı. "28 Şubat bin yıl sürer" diyenler bunlardı. "Ben iktidar olacağım da şununla ittifak yapmayacağım" mı diyecekti? Keriz mi? Niye yapmasın? Atıp tutanlar FETÖ ile beraberdi diye konuşuyor da, denize düşen yılana sarılır. Bu da II. Mahmut'un sözü. Kavalalı Paşa'dan canını kurtarmak için Rus'tan yardım istemiş ve itiraz edenlere, “denize düşen yılana sarılır" cevabını vermiş. Erdoğan da bunlara sarılmış. Müslüman halka sürekli zulmeden Kemalist kesimin askeri vesayeti, ETÖ operasyonları hengamesinde kırılmadı mı? Sonra da FETÖ'nün karşısında Erdoğan'la yan yana geldiler. Sonuçta onları idam cezalarından kurtaran da Erdoğan oldu.
O günden bugüne gelişen hadiseler silsilesine baktığımızda NATOcu, ılımlı islam, liberal vs. II. Cumhuriyet tayfası yenik durumda olsa da Batıcılıktan vaz geçmeyen Kemalist tarafla el ele Müslüman halkın dokusunu bozarak yeni ufuklar elde etmenin umuduyla fırsat kolluyor. Bunlarla kavgaya girmiş olan Kemalist bürokrasi ise Müslüman halkın fedakarlığı sayesinde savuşturulmuş olan 15 Temmuz ihanetine rağmen eski inadından vaz geçmiyor ve global lağımın atıklarıyla beslenen milletin yozlaşması sonunda diğer tarafın savaşsız galip geleceğini görmüyor. O halde bu hastalıklı rejimin çalkantıları dinmeden devam edecektir.