Fettullahçı Terör Örgütü’ne operasyonlar başladığında “bu pilav daha çok su kaldırır” demiştik. Dediğimiz gibi de oldu… Birçok operasyona şahit olduk. Geçtiğimiz hafta da Fettullah Gülen’in 1 numaralı sanık olduğu ve hakkında 37,5 yıldan 52,5 yıla kadar hapisle ağırlaştırılmış müebbet istendiği iddianame kabul edildi. 1453 sayfadan oluşan iddianamede örgütün önde gelenlerinin de aralarında bulunduğu 69 şüphelinin ismi geçiyor. Şikâyetçi ve mağdurlar arasında ise siyasî parti liderlerinden bakanlara kadar pek çok isim var.
Gülen’in Herzeleri
Yeni değil, biz yaklaşık 40 yıldır bu adamlarla mücadele etmekteyiz. Dolayısıyla biz bunların ciğerini biliriz. Ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanan Fettullah Gülen’in ve liderliğini yaptığı yapılanmanın yediği herzelerin hepsini alt alta sıralamaya kalksak sayfalar yetmez.
Sene 1995… İslâm düşmanlığının had safhada olduğu ve devletin bazı kademelerinin tekelinde bizzat İslâm’a karşı kin ve nefretin kusulduğu dönem. Müslüman kadınlar başörtülerinden dolayı zulüm görüyor. İşte böyle bir dönemde, Ehl-i Sünnet Vel Cemaat’e bağlı bir cemaatin lideri olduğunu iddia eden Fettullah Gülen sahneye çıkıyor ve İslâm düşmanı Hürriyet Gazetesine bir röportaj veriyor. Elbette röportaj vermesinde bir beis görmüyoruz; fakat röportajda geçen şu ifade bugünü anlamak için anahtar hükmünde; “Başörtüsü teferruattır”… daha sonra “yanlış yazılmış, ben füruattır” dedim diyor muhterem Hocaefendi(!)… Başörtüsünün bayraklaştığı demlerde, Müslümanlarla bir safta buluşup mücadele etmek bir yana, bu mücadeleyi baltalayan konumunda.
Tarih 18 Nisan 1997… Medyatik cemaat lider Fettullah Gülen yine Hürriyet Gazetesi’nin manşetinde… 28 Şubat’ın Müslümanlar üzerindeki baskıyı iyice artırdığı dönemde, Erbakan hükümetine “beceremediniz artık bırakın” diyor. Yahudilerle olan yakın münasebetleri dolayısıyla Yahudi mizacı kendisine sirayet etmiş olacak ki, nerede çıkar varsa hocaefendi(!) orada… 28 Şubat süreci boyunca Müslümanlara karşı İslâm düşmanlarının yanında saf tutuyor ve destekliyor.
Yahudileri o kadar çok seviyor ki, İsrail devleti yaşlı-genç, kadın-çocuk demeden Müslüman katliamı yaparken, Şehid Saddam Hüseyin İsrail’i bombalaması üzerine; “Yahudi çocuklarının başında patlayan bombalar sanki içimde patlıyor” demekten de geri durmuyor. Keza Gülen’in Yahudi dostluğunu, 2014 senesinde ABD merkezli Yahudi Gazetesi Jewish Daily Forward, “Philosemitic İmam” yani “Yahudisever İmam” tanımlamasını kullanarak zaten açıkça izah ediyor.
Mavi Marmara’da dokuz Müslüman’ın terör devleti İsrail tarafından şehid edilmesinin akabinde “İsrail'in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır” diyor ve tanıdığı otoritenin kim olduğunu ve nereden emir aldığını alenen beyan ediyor. Mavi Marmara’da ölenlerin şehid olmadığı iddiası da cabası... Bu iddiasını savunma şekli ise daha büyük garabet, “onlar İsrail otoritesinden izin almadılar ve bile bile ölüme gittiler”… Koskoca cemaatin lideri “şehidlik şuuru”ndan hem nasibsiz, hem de bîhaber…
Dediğimiz gibi Fettullah Gülen’in Müslümanları her fırsatta sırtından vuran ve İslâm’a düşman kim varsa aynı safta buluştuğunu gösteren eylem ve söylemleri saymakla bitmez; fakat bunlardan bir tanesi var ki cezasız kalması düşünülemez. Ehl-i Sünnet Vel Cemaat yolunu ifsâd etme ve Müslümanların itikadıyla oynama projesi olan “Ilımlı İslâm”ın baş aktörü olmak… Türk Ceza Kanununda böylesi bir suç tanımlaması ve yaptırımı olmasa da, bunun bedelini mutlaka ama mutlaka ödeyecek, gerek bu dünyada, gerekse ötesinde...
Ilımlı İslâm Projesi
1970’lerden itibaren bütün dünyada ve tabii bu arada Türkiye’de İslâmcı hareketler bir çıkış trendi yakaladı. Elbette bu cihad hareketlerinin bir numaralı düşmanı sistemi elinde tutan ABD, İsrail ve hempasıydı. Onlara göre İslâmcı hareketlerin yükselişinin önüne geçmek için bölgenin hem sosyolojik, hem de siyaseten yeniden düzenlenmesi gerekmekteydi. Bu çerçevede CIA Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller “Yeşil Kuşak Projesi” adında bir proje geliştirir. Bilinen bu olsa da projenin asıl sahibi muhtemelen, ondan önce Türkiye’de CİA istasyon şefliği yapan Paul Henze’di.
Bahsi geçen projenin maksadı Müslümanlardaki cihad anlayışı ile beraber itikadını törpüleyerek İslâm coğrafyasının daha kolay yönetilebilir olmasını sağlamaktı.
90’lı yıllara gelindiğinde, “28 Şubat” için düğmeye basılmıştır. 28 Şubat’ın zorlu şartları ardından Müslümanların önüne çıkarılan ilk kişiye sarılabilmesi adına ortam hazırlandı. Söylediklerinden kendisinin hadiselerin gelişiminden haberdar olmadığını çıkardığımız Recep Tayyip Erdoğan, bu çerçevede “Ilımlı İslâm” projesinin siyasî ayağı için biçilmiş kaftandı. Projenin yürütücüsü ise Fettullah Gülen ve cemaatiydi. Ak Parti, tabirimi mazur görün, bir nevi “mayın eşekliği” yapacak, Cemaat’in sistemi ele geçirmesinde perdeleyici vazife görecekti. Keza Graham Fuller, Fetullah Gülen’in ABD’de oturma izni alabilmesi için referans olduğunu ve cemaatinin “Çağdaş İslâmî düşüncenin en ılımlı ve en olumlu temsilcisi” olduğunu bir röportajında dile getirmiştir.
2009 yılına kadar Ak Parti ile Gülen cemaati arasındaki ilişkiler gelişerek devam etti. Bu süre zarfında devlet içinde kümelenen Gülen cemaati mensupları kilit kademelere, başka bir deyişle devleti ayakta tutan kolonlara yerleştiler. 2002 ile 2010 yılları arasında yargıyı tamamen ele geçirerek çıkarlarına ters eylem ve söylemde bulunabilecek şahıs, dernek, cemaat kim varsa yargı vasıtasıyla pasifize ettiler. Ergenekon operasyonlarıyla eski Amerikancıları tasfiye edip onlardan boşalan kademelere yerleştiler. Yollarına taş koyabilecek tüm kesimlere sırasıyla saldırdılar. Bu süreçte devlet mekanizması büyük oranda Gülen cemaatinin inisiyatifine geçti. İsteklerini dinlediler, istediklerini hapsettiler…
Cemaatin Kamikaze Dalışı
Gülen cemaati ile Ak Parti arasındaki ilişki “al gülüm ver gülüm” mesabesinde devam ederken, 2009’daki “van minüt” hadisesiyle beraber çark tersine dönmeye başladı. Gülen cemaati devleti tamamen ele geçirdiği düşüncesiyle rehavete kapılırken, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da cemaat tarafından çevresine örülen duvarın ve şeytanî planın farkına vardı. Cemaat ile Tayyip Erdoğan arasında bir uzaklaşma süreci başladı. 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, cemaatin paralı askerleri tarafından gözaltına alınmaya çalışılmasıyla bir süredir devam eden kriz gün yüzüne çıktı.
Bu operasyona hükümet, cemaatin en büyük gelir kaynaklarından biri olan dershanelerin kapatılmasını gündeme getirerek karşılık verdi. Akabinde malumunuz “yolsuzluk soruşturması” kisvesi altında gerçekleştirilen 17-25 Aralık bombası patladı. 2002’den 2009’a kadar cemaatle çok yakın ilişkiler kuran Erdoğan, bu darbe girişimlerini, sırtını millete dayayarak ve dik durarak bertaraf etmeyi başardı. Bu saldırı cemaat adına tam olarak bir kamikaze dalışı oldu.
Bu süreçten sonra devlet içerisinde kümelenen ve paralel devlet yapılanması oluşturan Gülen cemaatine arka arkaya operasyonlar yapılmaya başlandı. Emniyette, yargıda, maliyede cemaatin kolu kanadı kırıldı. Son olarak Fetullah Gülen’in ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılanmasını talep eden iddianame ile ABD ve İsrail taşeronu cemaat için futbol tabiri ile uzatma süreleri başladı.
Cemaatle Mücadelede Eksiklikler
Gelinen süreçte, cemaatin devlet içerisindeki gücünün büyük ölçüde törpülenmesine mukabil finans desteği ve medya desteğini kesmek yönünde gerekli adımlar tam anlamıyla atılamamıştır. Açıktan Zaman, örtülü olarak Doğan Medya ve illegal faaliyetlerde kullanılan Cumhuriyet gibi gazeteler yayınlarını halen aynen sürdürmektedirler.
Geçmişte uydurma deliller ve kumpaslar neticesinde “terör örgütü” olarak kamuoyuna takdim edilen birçok İslâmî cemaatin medya organlarının yayınları toplatılır, kapılarına kilit vurulmuştu. Ancak bugün bazı yayın organları tarafından, terör örgütü olduğu, yasadışı dinlemeler yaptığı, yabancı istihbarat servislerine gizli belge ve bilgiler sızdırdığı delillerle sabit olan bir örgütün propagandası rahatlıkla yapılabilmektedir. Zaman Gazetesi’nden Samanyolu televizyonuna kadar birçok örgüt yanlısı yayın organı devlete ve millete pervasızca saldırmakta, elini kolunu sallayarak hareket edebilmektedir.
Diğer eksik kalınan husus ise finans kaynaklarının kesilmesi noktasında… Dünyanın neresinde olursa olsun, bir devlet kendisine zarar veren herhangi bir “terör örgütü”nün finans kaynağını keser. Kesmezse o finans desteği sayesinde, o örgüt faaliyetlerini rahatlıkla yürütür. Türkiye piyasalarında ticarî kuruluş maskesiyle gizlenmesine mukabil FETÖ’ye finans desteği sağladığı katiyetle bilinen birçok şirket bulunmakta… Bu desteği sağlayan kurumların mal varlıklarına da ivedilikle el konulmalıdır.
Netice
Bugün FETÖ ile mücadele bahsinde söylediklerimizi, dün de söylüyorduk. 28 Şubat sürecinde Fettullah Gülen’in tek derdinin İslâm’ı ifsâd etmek olduğunu söyleyen, ondan önce de ihanet içinde olduğunu defaatle vurgulayan, kısacası bu mücadeleyi yıllardır sürdüren ve bunun bedelini binlerce mensubunu cezaevlerine göndererek ödeyen bizler, bunların her daim peşinde olacağız. Ak Parti olsun yahut olmasın, biz bu mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz ve Müslüman Anadolu İnsanının itikadına el uzatmanın, göz dikmenin bedelini de herkese öğreteceğiz...
İslâm’ı hedef alanların yazdığı, dini içten yıkmaya aday kâfirlerin oynadığı oyun, son dönemde cereyan eden hadiselerle beraber boşa düşmüştür. Bundan sonrasında da bu role soyunmak isteyenlere ibret olsun!
Bugüne kadar herkes konuştu FETÖ dinledi, şimdi ise FETÖ konuşacak hâkimler dinleyecek!
Zaman hesap verme zamanı!
Baran Dergisi 456. sayı
Baran Dergisi 456. sayı