Hukukî Bağlayıcılığı Bakımından Vakıf Çeşitleri:

Vakıf muamelesinin ne zaman bağlayıcılık kazanacağı vakıf hukukunun en önemli meselelerindendir. Bilhassa Hanefî mezhebinde önemli olan bu bahsi önceki bölümlerimizde etraflıca işlemiştik.

Hukuki bağlayıcılığı olup olmaması bakımından vakıflar, ikiye ayrılmaktadır:

Lazım vakıflar: Bu çeşit vakıflar, feshi mümkün olmayan vakıflardır. Vakfeden veya mirasçısı bu tür bir vakıftan dönemeyeceği gibi, hâkimin de bu çeşit vakıfları iptal etme hakkı yoktur.

Gayr-i lazım vakıflar: Bu çeşit vakıflar ise, sahih olarak kurulsa bile, vakfeden veya mirasçıları tarafından fesih edilebilen, rücûu mümkün vakıflardır. İmam-ı Azam’a göre mahkeme tarafından tescil edilmeyen bir vakıf, rücûu mümkün olan bir vakıftır.
 
Kendilerinden Yararlanma Açısından Vakıf Çeşitleri:
Kendilerinden yararlanma biçimleri açısından vakıflar aynı ile faydalanılanlar ve aynı ile faydalanılmayanlar diye iki kısma ayrılır.

Aynı ile faydalanılan vakıflar: Bunlara, vakıf hukuku literatüründe “müessesât-ı hayriye, hayrât, hayrât ve meberrât” isimleri verilmektedir. Bunlar da iki gruba ayrılır. Birincisi mabed, kütüphane, misafirhane, çeşme, kuyu, köprü, ribât ve umumi mezarlık gibi herkesin faydalanabileceği, ikincisi imaret, hastane ve dulhane gibi sadece fakirlerin yararlanabileceği kurumlardır.

Aynı ile faydalanılmayan vakıflar: Kendilerinden doğrudan doğruya değil gelirleri sayesinde yararlanılan vakıflardır. Bu tür vakıflarda topluma verilen hizmetin devamını sağlamak için ihtiyaç duyulan sermaye vakfın işletilmesiyle elde edilir.
 
İşletmeler Açısından Vakıf Çeşitleri:
Bu tür gelir getirici işletme vakıfları, doğrudan doğruya değil de, gelirinden istifade edilen kurumlardır. Hastane ve cami gibi hayır müesseselerinin masraflarını karşılamak üzere vakfedilen menkul veya gayrimenkul mallar gibi. Vakıf işletmeleri müsakkafat ve müstegillât biçiminde iki kısma ayrılır:

Müsakkafat: Üzerinde bina bulunan veya bina yapmak üzere hazırlanmış olan yerlere denir. Kelime anlamı itibariyle çatılı yapılar demektir. Binalar ve dükkânlar bu gruba girer.

Müstegillât: Kelime anlamı itibariyle gelir getiren işletmeler demek ise de, terim olarak, tarım, ağaç dikme ve benzeri tasarruflarla kendisinden istifade edilen araziye denilir. Bağlar, bahçeler, maden ocakları ve tarım arazileri bu grupta yer alır.
 
İşletilmeleri (Kiraya verilmeleri) İtibariyle Vakıf Çeşitleri (İcâreteynli ve Mukataalı Vakıflar)

Vakıflarda en önemli işletme usulünün kira akdi olduğunu ve bunun da ancak belirli sürelerle yapılabileceğini biliyoruz. Bunun istisnaları da mevcuttur. Bu istisnalar da dâhil olmak üzere, işletilmeleri itibariyle dört çeşit vakıf mevcuttur;

1.İcâre-i vâhideli vakıflar: Normal kira akdi ile işletilen vakıflara denir.

2.İcâre-i vâhide-i kadimeli vakıflar: Bu tabir, ilk defa 1913 tarihli İntikâlât Kanun-ı Muvakkatında kullanılmıştır. Eskiden icâre-i vâhide yani normal kira akdi ile işletilen ve bazı sebeplerle sonradan icâreteynli vakıflar hükmüne tâbi tutulan vakıflardır.

3.İcâreteynli vakıflar

4.Mukâtaalı vakıflar.

Bunların en önemlileri 3. ve 4. Sıradaki icâreteynli ve mukataalı vakıflardır. Bunlara biraz daha yakından bakmak gerekir.

İcâreteynli Vakıflar

Hanefi mezhebinde istisnaî olarak kabul edilen uzun süreli kira akdi (icâre-i tavile) tiplerinden birisi icâreteyn usulüdür. İcâreteyn; icâre-i muaccele/peşin kira bedeli ve icâre-i müeccele/veresiye kira bedelinden ibaret çift kira bedeli demektir. İcâreteynli vakıflar ise, icâre-i muaccele denilen ve vakıf akarın gerçek kıymetine yakın yahut eşit peşin kira bedeli ve icâre-i müeccele adıyla periyodik olarak her ay veya yıl alınan veresiye kira bedeli karşılığında tasarruf olunan vakıflara denir. Menşei, 10. asırda ihdas edilen icâre-i tavile usulüne dayanır. Kanuni devrinde, İstanbul’daki peşpeşe yangınlar üzerine vakıf mallarının çoğu harab olmuş, harab olan vakıf mallarının tamiri için yeterli kaynak ve de normal kira akdi ile bunları kiralayacak kiracı bulunamamıştır. Bunun üzerine, kiracıdan vakıf malın kıymetine yakın icâre-i muaccele adıyla peşin kira bedeli alıp vakıf malı tamir etmek veya kiracıya ettirmek ve periyodik olarak icâre-i müeccele adıyla cüz’i bir kira bedeli alınarak vakıf malı kiraya vermek usulü yani icâreteyn usulü gündeme gelmiştir. Uzun tartışmalardan sonra resmen kabul edilen icâreteyn usulü, zamanla suiistimal edilmiştir. Birçok vakfın ortadan kalkmasına yol açmıştır.

İcâreteyn muamelesi, hukukî mahiyeti itibariyle uzun süreli bir kira akdidir (icâre-i tavile). İcâreteyn mutasarrıfının sahip olduğu tasarruf hakkı ise, nev’i şahsına münhasır bir sınırlı aynî haktır. Zira icâreteyn mutasarrıfı, bu hakkını istediği şekilde kendisi kullanabildiği gibi, başkasına devredebilmekte ve mirasçılarına da intikal ettirebilmektedir. İcâreteyn muamelesinin yapılabilmesi, daha doğrusu bir vakfın, icâreteynli vakfa çevrilebilmesi için vakıf malın harab olması, tamiri için geliri bulunmaması, normal kira akdi ile kiracı bulunmaması ve de mahkemenin kararı ile padişahın tasdiki gibi şartlar aranır. Vakıf mala, icâreteyn usulü ile kiracı olan şahsın icâre-i muaccele veya icâre-i müeccele şeklinde borçları ve intikal hakkı, tasarruf hakkının ferâğı gibi hakları vardır.

İcâre-i muaccele ve müecceleyi tarif ettiğimizden detayına girmiyoruz, ancak kiralayanın haklarını biraz açmak lazım gelmektedir:

İntikal hakkı: İcâreteynli vakıf üzerindeki tasarruf hakkı, vefat ettiğinde, belli kaideler çerçevesinde mirasçılarına intikal edebilecektir.

Tasarruf hakkının ferâğı: İcâreteyn mutasarrıfının, sahibi olduğu tasarruf hakkını, bedelli veya bedelsiz olarak, başkasına devredebilme hakkıdır. Mahiyeti itibariyle kira akdine benzeyen ve birçok teferruatı bulunan ferâğ muamelesinin detayları için fıkıh kitablarındaki eşya hukuku bölümüne müracaat edilebilir.

İcareteynli vakıfların borç ödeme kabiliyeti de önemli bir haktır. Önceleri, bu çeşit vakıflar, vefâen ferâğ usulü ile borca karşı teminat olarak gösterilebiliyordu. 1869 tarihinde icâreteynli vakıfların borç karşılığında satılabileceği de kabul edildi.

Tarihi seyir içinde bu haklar ve borçlar, bazen vakfın lehine, bazen de aleyhine işlemiştir.
Kanuni devrinden Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar önemli kamu hizmetlerini ifa eden icâreteynli vakıflar, İsviçre’li hukukçu Hans Leemann’ın olduğu gibi bırakılması yolundaki ısrarlı tavsiyelerine rağmen, 1935 tarihli Vakıflar Kanunu ile küçük ve cüz’i bir taviz bedeli karşılığında elden çıkarılmış ve şahsî menfaatlere peşkeş çekilmiştir. Peşkeş çekilen malların sayısı, sadece İstanbul’da 230.000’e ulaşmıştır. (Bu şekilde bu gün “üçbin aile” diye tesmiye olunan oligarşik yapının sermaye gücü oluşturulmuştur. Vakıf bahsinin bir önemi de bu siyasî ayağıdır. Bu hususu bir not olarak her zaman aklın bir köşesinde tutmak gerekir.)

Mukataalı vakıf usulüne, İslâm hukuku eserlerinde hukr veya tahkir denir. Mukataalı vakıf aslında Osmanlı hukukuna has bir tabirdir. Vakıf malların uzun süreli kiraya verilme şekillerinden (icâre-i tavile) biridir. Arazisi vakıf ve üzerindeki bina ve ağaçlar mülk olan akarda, mutasarrıfı tarafından her sene vakfa verilmek üzere tayin edilen kira bedeline mukataa ve mukataaya bağlanan vakıflara da mukataalı vakıflar denmektir. Mahiyeti itibariyle esasta uzun süreli bir kira akdi (icâre-i tavile) dir.

Bir vakfın mukataalı vakıf haline çevrilebilmesi için, icâreteynli vakıflarda aranan şartlar aranmaktadır. Bunların onlardan tek farkı, padişahın tasdikinin aranmaması ve sadece mahkeme kararı ile mukataalı vakfa çevrilebilmesidir. Ayrıca mukataalı vakıflarda yapılan ve tamir edilen bina mutasarrıfın mülkü olmaktadır; icâreteynli vakıflarda ise vakfa ait olmaktadır.
Mukataalı vakıf mutasarrıfının iki mükellefiyeti bulunmaktadır:

Birincisi, muaccele adıyla alınan peşin kira bedelidir.

İkincisi ise, mukataa veya icâre-i zemin denilen periyodik kira bedelidir. Mukataa bedelinin ecr-i misil seviyesinde tutulması gerekir.

Bu borçlarına karşı sahip olduğu haklar ise şunlardır: Evvelâ, inşa ettiği veya diktiği bina ve ağaçların mülkiyet hakkına sahip olur. Diğer taraftan, bu bina ve ağaçlar, araziden ayrı olarak miras kaidelerine göre mirasçılarına intikal eder. Mukataalı vakıfların çoğunluğu da tıpkı icâreteynli vakıflar gibi cüz’i bir taviz bedeli karşılığında Cumhuriyet döneminde tavize tabi tutularak belli gruplara peşkeş çekilmiştir.

Baran Dergisi 504. Sayı