ÜSTAD
Gülçin Şenel
Buluştururlar bizi elbet birgün hesapta;
Lâfını çok dinledik şimdi iş inkılâpta...
Necib Fazıl
“Üstad”, kısa ve öz bir ifadeyle; ilim, fikir ve sanat alanlarında üstün bilgisi ve vukûfu olan kimse demektir. Kelimenin kökeni Farsça. İngilizce karşılığı “Master”, Fransızca karşılığı “Maitre”, Almanca karşılığı “Meister”.
Türkiye’de “Üstad” denildi mi, eğer devamında özel bir isim zikredilmiyorsa, hemen Necib Fazıl anlaşılır. Necib Fazıl denildiğinde ise “İslâm’ın emir subaylığı” misyonuyla Büyük Doğu…
Büyük Doğu’nun eteklerinden, bugünün “İslâmcı” etiketli “etkili yetkili” siyasîleri, devlet adamları, yazarları, şairleri dökülmüştür.
Sezai Karakoç da dahil, Üstad’ın ilim, fikir, sanat ve siyaset hayatımıza takdim ettiği birçok önemli isim vardır.
Kısaca Üstad, müslüman Anadolu halkının, su gibi, ekmek gibi bir değeridir; azîz tutulur...
Diğer yandan, her nedense belli dönemler, Üstad Necib Fazıl’a saldırmak için çeşitli haberler üretilip servis edilir; yeni birşey de değildir bu, Üstad yaşarken de böyleydi, hâlâ da böyle... Sebeb?..
Sebebinin, bu topraklarda yok edilmeye çalışan İslâm’ın ve Müslümanlığın “koruyucusu” ve “ihyâ edicisi” olması, İslâmî bir dünya görüşünün temellerini atması olduğu açıktır. Zaten, Üstad’ın bu ülkedeki müslümanlara emaneti Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’na reva görülen mahkûmiyet ve işkencenin hâlâ sürmesinin tek açıklaması yine bu olsa gerek.
Önce Habertürk gazetesi tarafından, Üstad’ın Menderes döneminde “örtülü ödenek”ten para aldığı şeklinde bir “haber” yapıldı; sanki bilinmeyen çok gizli bir olayı ortaya çıkarırmış gibi bir edâyla üstelik. Oysa Üstad, tüm hayatını en ince detaylarına kadar eserlerinde yazmış, gizlisi saklısı olmayan bir dava adamıydı. Menderes’ten aldığı ise “çekirdek parası” kabilinden cüz’i bir miktardı ve bunu da bilmeyen yoktu. Bakınız: “Benim Gözümde Menderes” isimli eseri.
Şimdi de Hürriyet gazetesinden Ertuğrul Özkök, başka bir damardan giriyor, Sezai Karakoç’u diline dolayarak ve kıyas unsuru olarak onu ortaya koyarak Üstad’ı vurmaya yelteniyor. Bunu, Sezai Karakoç’la ilgili bir kitabı tanıtıyormuş havasında yapıyor.
Meselâ, diyor ki, “Sezai Karakoç ‘Diriliş’ dergisini kendi imkânları ile çıkarırken, Necib Fazıl Büyük Doğu’yu Menderes döneminde örtülü ödenekten aldığı parayla çıkarmıştır.”
1943’te yayın hayatına başlayan Büyük Doğu dergisinin, Menderes döneminde örtülü ödenekten alınan parayla çıktığını söyleyen “büyük gazeteci”, bu dehasıyla (!) övünebilir. Öyle ya, Menderes dönemi 1950’li yıllar değil mi? Üstelik Büyük Doğu 1978’e kadar yayınına devam etmemiş mi? İşte gazetecilik, işte Ertuğrul Özkök!..
İki büyük gazetenin, yâni Habertürk ve Hürriyet’in, “28 Şubat ruhu”nu yansıtırcasına “karalama ve çamur atma” haberlerine pek kimsenin itibar ettiği filan yok da “neden şimdi?” sualine fevkalâde itibar etmek gerekiyor bizce...
İBDA’nın bize bir tavsiyesi olarak, bu yaygaralara “muntazaman” cevab yetiştirmeye gerek de yok aslında. Biz cevabımızı bir vereceğiz, tam vereceğiz bu bakımdan. Üstad’ın rüyası veçhile:
- “Evet, “Doldur ve kapa!”...
Kulağını, içindeki ve dışındaki göklere verip de bu sesi duymayana gerçek müslüman denilemez.
İslâmî 1396 yılının bu nazik gününde, Türk yurduna ve İslâm âlemine avaz avaz haykırıyoruz ki, artık silahımızı doldurup mekanizmasını kapamanın, daha doğrusu namluda uyuyan kurşuna hedef aramanın ve her ân tetikte bulunmanın zamanı gelmiştir.
Bu silah manevîdir ve en büyük aksiyonun eşiğinde maddeyle içiçedir. Ve artık ulvî “mücerret”ten adî “müşahhas”a dönmenin, kıyılarda ve köşelerde aciz aciz dert yanmaktan büyük “ameliye”ye geçmenin ve (Agora)ya çıkmanın hem zamanı gelmiş, hem de mekânı heykelleşmiştir.
(...) Burada bozulup bütün İslâm aleminde bozulanı, burada düzeltip bütün İslâm aleminde düzeltmek... Ve sonra, Allah’ın Türk’e bahşettiği tarihî kader tecellisindeki imtiyazla, tek noksanı olmayan bir tamamlık içinde Batının karşısına çıkmak ve ona yaşanmaya değer hayatın örneğini vermek... (...)
Mübarek kubbemizi, tersine çevrilen bir limon kabuğu gibi çukurlaştırıp sarhoşların kusmuk hokkası haline getirenlere karşı, alt ve temel yapı, yepyeni, fakat İslâm ölçülerinden zerre fedâ etmez bir anlayış emrinde ta tepeye oturtmayı bilecek ve intikamını Allahın “Müntâkim” ismine ısmarlayacaktır. Duamız şudur:
- Yâ Müntakim! Bizi intikâmına memur et!
Günümüzde, düşe düşe bitpazarındaki çocuk lâzımlığı seviyesine kadar alçalan “inkılâp” vâkıasının ne demek ve nasıl birşey olduğu da o zaman anlaşılacaktır.
Buluştururlar bizi elbet birgün hesapta;
Lâfını çok dinledik şimdi iş inkılâpta...” (*)
* Necib Fazıl Kısakürek, Rapor 1-3, Büyük Doğu Yay., İstanbul 1993, s. 135-137.
7 Şubat 2013