Telegramcıların Bayat Taktiği:
“Bu Adam Deli”
Gülçin Şenel
“Derin Devlet” üzerine yazdığı kitab ve makaleleriyle tanınan Adem Yavuz Arslan, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun hangi merciin kararıyla ve ne şekilde Telegram operasyonuna maruz bırakıldığını ifşâ eden şöyle bir tesbit yapıyor:
- “MGK birilerini yahud bir konuyu tehdit olarak belirler ve Genel Sekreterlik o konu üzerine plânlar yapar. Devletin güvenlik birimleri bu tehdide karşı istihbarat üretmeye başlar. Sonra da tehdit olarak görülen kişi veya grubların karşısına ‘elemanlık’ ilişkisi bulunan kişiler çıkartılır.”
Mirzabeyoğlu için de aynısı oluyor ve karşısına hem Telegramcı hem de Telegram destekçisi veya örtbasçısı olarak, devlette görevli veya devletle irtibatlı muhtelif “elemanlar” çıkartılıyor. Mütefekkir, İBDA fikriyatıyla kurucusunu millî (!) güvenlik için tehdit gören “RESMÎ HINC”ın kendisini Telegram metoduyla “deli gösterme” plânını, bu yolla tüm bir İBDA fikriyatını “bir delinin hezeyanları” olarak empoze edip kendince bu tehdidi bertaraf etme emelini “Ölüm Odası – B-Yedi” adlı eserinin 6. bölümünde şöyle deşifre ediyor:
- “Zihin kontrolü, bir yönüyle yapanın amacına yönelik bir veri edinme yolu, diğer yönüyle o amaç doğrultusunda irâdeyi kontrol etme işidir; yönlendirme de, buna nisbetle gerçekleştirilen… Ben, hep kızdırıcı ve kızılan olarak, METRİS’ten sonra büsbütün kızılan, bir adamı öldürüp diriltmek ve yeniden öldürüp yeniden diriltmek gibi bir resmî hınca maruz olarak beterden betere bir işkenceye tâbi tutulur ve dış yüz tesbitiyle benim için binbir ölümden en kötüsü hâlinde, “yalnız bir yerde tecrid edildiği ve idamla yargılandığı için bunalıma düştü!” şeklinde küçük ve komik düşürme propagandasına mevzu edilmek istenirken, şu oldu, bu oldu, TELEGRAMCILAR’ın “Telegram sineği”, benim TELEGRAM sızıntısı dediğim tezahürlerin devamını yaşamak üzere BOLU F-TİPİ’ne geldim.”
Mirzabeyoğlu’nu Telegram yoluyla “deli” gösterme şeklindeki “karar” daha en baştan verilmiştir ve cezaevine henüz yeni girdiği demlerde bile bu kendisine karşı alenen ilân edilir. Eserin aynı bölümünden:
- “Kartal’da, benim kaldığım koğuş, B-7 idi: Daha teferruatına girmediğim koğuş için, ARAR, “orasının adı ne biliyor musun? Boku yedi koğuşu” diyordu. O koğuşun koridorlarında, “burası gerçek hapishâne! DELİ! Seni tımarhâneye yollayacağız!” diye çıplak sesle naralar atan görevliler, sözkonusu haberi nasıl değerlendirmek gerektiği hususunda da bir kanaat verebilir.”
Bu vesileyle çok önemli bir hususun altını çizer Mirzabeyoğlu: Kendisini Telegram yoluyla delirtmek, olmazsa “deli” göstermek isteyenlerle, kendisinin “deli” olup olmadığını güya tesbit edecek mercî aynıdır; yâni DEVLET! Eserin 3. bölümünden takib ediyoruz:
- “TELEGRAM bahsinin bu türlü, TELEGRAMCILAR’a sağladığı bir örtülü ödenek - imtiyaz tarafı var. Sanki, seni hasta eden doktora hastalığını anlatırken o sırıtıyor ve yanındaki bilen ve bilmeyenler de, hatâ bir yana, gerçeklere de sırıtıyor. Resmiyet önünde bu işin durumu o. Öyleyse ve benim için aslolan olarak, bana biçilen ve içine girmemek için direndiğim deli gömleği ve bu soydan küçük düşürme amaçlı bu işi, ölsem de mühim değil, ama benim durumumun zannettirmek istedikleriyle alâkası yok niyetine, daha sağlama bağlamak üzere, akıllı-uslu başka eserlerin arkasına bıraktım.”
Telegramın “DEVLET İŞİ” olmasından kaynaklanan ve işkenceciyi işkenceciye şikâyet etmek gibi absürd bir durumun sözkonusu olduğu bu durumda, kötü niyetliler bir yana, iyi niyetlilerin muhtemel işgüzarlıklarına da mâni olmaya matuf bir ihtarda bulunuyor Mirzabeyoğlu:
- “Takdir edersiniz ki, bilgi almasından psikolojik savaşına, bir adamı itibarsızlaştırma gayesine kadar istihbarat bir devlet işi olduğuna göre, bir bakıma hâdiseyi yapanı hadiseyi yapana şikâyet gibi bir komiklik var TELEGRAM’da - kanunda yeri var mı yok mu onu söyle… Ben elektro-manyetik dalgayı elimle yakalayamayacağıma ve kimsenin de onu görmesi kabil olmadığına göre? Neticede, beden ve zihin tezahürlerinden, biri fiziki, diğeri anlatıcının anlattığının kıymeti, tesbit edilir mi edilemez mi? Bunun “evet”inin olmadığı yerde abuk subuk oyalayıcı ve TELEGRAM’a tâbi olanı aslında büsbütün zora atıcı göstermelik tıbbî ilgilere lüzûm yok. TELEGRAM altında bir fizikî rahatsızlığın bile, ondan mı yoksa tâbiî bir şekilde bünyeden mi olduğu, bizzat bunu yaşayan için bile birbirine karışan bir mevzu; sağlam insanın tıbbî tedaviye tâbi olması, hele “kafayı bozmuş” niyetine tedavi bir yana böyle zannettirilmesi? İster iyi, ister kötü niyetle olsun…”
Peki Telegramcıların “deli gösterme taktiği” sadece Mirzabeyoğlu’na mı özel? Tam da tahmin ettiğiniz gibi: Hayır! Dünyadaki hemen tüm örnekler kadar, Türkiye’deki diğer vak’alarda da aynı bayat “kılıf” ve “güvence”nin altına sığınıyor Telegramcılar.
Bhutanlı devlet adamı ve Telegram mağduru Tek Nath Rizal, Tahkim Yayınları’ndan çıkan “Beni Yavaşça Öldüren İşkence” adlı eserinde, cezaevi günlerinde yaşadığı bu RESMÎ “itibarsızlaştırma ve deli gösterme” taktiğini şöyle hikâye eder:
- “Gelen her ziyaretçiye bu bitmek bilmez işkenceden yakınmaya öylesine devam ettim ki, rejim hapishâneye bir psikiyatrist göndermek zorunda kaldı. Bu doktor, gönüllü olarak Birleşmiş Milletler için çalışan bir Burmalıydı. Üstelik sadece benim için değil, benzer işkence şikâyetlerinde bulunan Indra Bahadur Chhetri, Dambar Rai, Parashuram Sharma ve Barmalal Adhikari gibi mahpusların durumlarını da kontrole gelmişti. Hapishâne yönetimi, daha doktor beni muayene bile etmemiş olmasına rağmen, kendisini benim zihin sağlığımı yitirdiğimi söyleyerek önceden yanlış bilgilendirmişti. Aslında rejim, bir Birleşmiş Milletler doktoru tarafından da doğrulanmış olarak, benim zihnen hastalıklı bir kişi olduğumu göstermeyi plânlıyordu.
Doktoru görme sıram geldiğinde, ailemi ve destekçilerimi hatırlatarak beni avutmaya çalıştı, olan bitenlere sabretmemi söyledi. Bu tavrına sinirlenerek, şöyle çıkıştım ona: “İlaçlarınız hiçbir işe yaramayacak, çünkü zihnimdeki sesler yoluyla emirler alıyorum. Şayet bu seslerin zihnime girmesini engelleyebilecekseniz, buyurun söyleyin. Yoksa bana bu tabletleri ve bu tarz tavsiyeleri vermenizin hiçbir anlamı yok.” Ben böyle konuşunca, yaşadığım tecrübeleri anlatmamı rica etti benden. Hikâyemi dinledikten sonra ise, Bhutan’ın bu derece insanlık dışı metodlarla işkence yaptığını öğrenmekten dolayı çok üzüldüğünü belirtti. Burma askerî rejimiyle Bhutan’ın uyguladığı işkencelerin, metod ve şiddet olarak birbirine çok benzediğini ilâve etti. Konuşmasının sonunda, şahsıma duyduğu sempatiyi ifade ederek, bana bazı haplar verdi ve uyuyamadığımda bu hapları kullanmamı söyledi. Ondan sonra da bu Burmalı doktor, hapishâneye bir daha hiç gelmedi.”
Ne kadar tanıdık değil mi? Mirzabeyoğlu’nun gördüğü Telegram işkencesinin Yeni Şafak gazetesine manşet olduğu haberin ikinci bölümünde (20 Haziran 2012) geçen şu ifâdeleri “yorumlama” gereği bile duymuyoruz:
- “Mirzabeyoğlu ile birlikte yapacağımız görüşme öncesi ilk önce konunun resmi boyutunu anlamak ve anlamlandırmak istiyorum. İlk durağım Bolu Cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Yurtseven… Bu görüşme Bir ‘gazeteci, haber kaynağı’ ilişkisinden çok, cezaevi ziyaretine giden birinin ‘bu arada savcıyla yaptığı sohbet’ nev’inde gerçekleşiyor. Mirzabeyoğlu’nun ve avukatlarının ‘Telegram’ konusunda sıkıntılarını dile getirdiklerini hatırlatarak, bu sıkıntılar nedeniyle bugüne kadar herhangi bir inceleme yapılıp yapılmadığını soruyorum. Yurtseven, ‘Telegram’ adı verilen ve bir noktadan hedef noktaya, manyetik dalgalar kullanılarak yapılan ‘yönlendirme’ ya da ‘yönetme’ işinin pek mümkün olmadığını söylüyor. Başsavcısı, Telegram’a, Telegram yoluyla Mirzabeyoğlu’na işkence uygulandığına inanmıyor. Mealen, ‘elimin altındaki bir yerde böyle bir şey olsa, benim haberim nasıl olmaz’ diyerek bakış açısını özetliyor.
Mirzabeyoğlu görüşmesinden sonra Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi Müdürü Cevat Berber’le görüşüyorum. Bu defa aynı soruyu ona soruyorum. Başsavcıyla yaptığım görüşmeden farklı bir sonuç yok. Müdür bey, Mirzabeyoğlu’nun 2002’den beri Bolu F Tipi Cezaevi’nde bulunduğunu, yaklaşık 10 yıldır burada kaldığını söylüyor. Kendisinin cezaevi müdürü olduğunu söyleyerek, ‘Buranın yöneticisi olarak, Cezaevi içerisinden böyle bir şeyin yapılamayacağını söyleyebilirim’ diyor.”
Mütefekkir Mirzabeyoğlu dışında, Telegramcıların bu bayat -siz “bayağı” da diyebilirsiniz!- “deli gösterme” taktiğine Türkiye’den çok çarpıcı bir diğer örnek de, emekli askerî hâkim Fehmi Gülseren’in yaşadıkları. Türkiye’nin kendisini gazeteci Gürkan Hacır’ın Sky Türk televizyon kanalındaki zihin kontrolü konulu “Şimdiki Zaman” programına telefonla bağlanarak anlattıklarından tanıdığı ve “kendisine Türk Derin Devleti tarafından zihin kontrolü işkencesi yapıldığını” söyleyen bu değerli insanın, internetteki Telegram-Zihin Kontrol (Mind Control) Facebook sayfası idarecisi gönüldaşlarla yaptığı muhtelif tarihlerdeki yazışmalar, herşeyi tartışmasız bir berraklıkta deşifre ediyor:
- “Ben de bir zihin kontrol mağduruyum. 15 yıldan beri saldırılara hedef oluyorum. Bana yaptıkları en büyük işkence, uyku bozukluğu yaratmalarıdır. Gece uyumamı engelliyorlar. Bazen bu durum günlerce sürüyor. Ayrıca vucudumda ağrı, sızı, iğne batması gibi acı ve yanmalar ve sayabileceğim yüzlerce taciz şekli mevcut.
Bu konuda yapacağınız her türlü yasal girişimi destekliyorum ve tanıklık yapmaya da hazırım. Selam ve sevgiler...” (17 Kasım 2011)
- “Zihin kontrolü olayı ile ilgili çalışmalarınızı takdirle karşılıyorum.
Siyasi ve sosyal düşüncesi ne olursa olsun herkesin birlik ve beraberlik içinde bu konuda mücadeleyi sürdürmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu bir insanlık suçudur. Gün gelecek, insanlar bu yapılanları nefretle ve lânetle anacaklar.
Ben elimden geldiği kadar, tek başıma bu konuda mücadeleye devam ediyorum. Aşağıda isimlerini verdiğim blog ve grubların yöneticiliğini yapıyorum. Buralarda yayınlananlar genellilkle alıntı yazılardır. Şimdiye kadar kendimle ilgili bir yazı yayınlamadım. Ancak alıntı olarak da olsa, bu yazıların bir yerde toplanarak kamuoyunun incelemesine sunulmasının da önemli bir hizmet olduğunu düşünüyorum.
Kısaca kendimden bahsedeyim.
Emekli askeri hakimim. 58 yaşındayım. Evliyim. İzmir'de oturuyorum.
15 yıldan beri, belki de daha uzun süredir zihin kontrol saldırılarına hedef oluyorum. Bu saldırıların ilk kez farkına 1996 yıllarında vardım. Tabii o zamanlar zihin kontrolü diye bir teknoloji olduğunu bilmiyordum. Klasik yöntemlerle izlendiğimi ve taciz edildiğimi düşünüyordum. Bir çok kez muhtelif makamlara şikayetlerde bulundum. Paranoid bozukluk teşhisiyle emekliye sevk edildim. Emekli olduktan sonra da saldırılar devam etti. Ancak o zaman, bunun zihin kontrol denen bir teknolojinin ürünü olduğunu anladım.
Şu anda da, en az yılda bir kez, bir hastanenin psikiyatri bölümüne giderek muayene oluyor ve ilaç alıyorum. Bunu yapmadığım zaman şiddetli saldırılara maruz kalıyorum. Bu konu başka bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde, tedavimi aksatınca hastalığım nüksediyor şeklinde görülebilir. Ancak asıl gerçek, beni susturmak istemeleridir.
Emekli olduktan sonra, avukatlık yapmak için başvuruda bulundum. Ancak ruhsal rahatsızlığım bulunduğu bahanesiyle engellendi. Bu nedenle, 2004 yılında İzmir Tabibler Odasına şikayette bulundum. Ege Üniversitesi Psikiyatri Bölümüne sevk edildim. Burada 20 gün yatarak müşahade altında tutulduktan sonra, Profesörler Kurulundan, hiç bir psikiyatrik rahatsızlığımın bulunmadığına dair rapor aldım. Bu rapor halen mevcutdur. Ancak bu mücadele beni yıprattığından işin peşini bıraktım. Şu anda da, bu saldırıların bende yarattığı kişilik sorunları dışında, paranoid veya şizofrenik hiçbir rahatsızlığım yoktur. Bu konuda, her türlü tıbbi kurumda muayeneye hazırım. (...)
Benim için endişelenmenize teşekkür ederim. Ancak kimseden korkum yok. 60 yaşıma geldim ve yaşadığım kadar yaşadım. Önemli olan bu iğrenç olayların gün yüzüne çıkmasıdır.
Çalışmalarınızda, canı gönülden başarılar diliyorum. İnşallah bu kötülükler kimsenin yanına kâr kalmayacak.
Selam ve sevgilerimle...” (17 Şubat 2012)
- “Gönderdiğim tüm mesajları yayınlayabilirsiniz. İsmimi açıklayıp açıklamama konusunu sizin takdirinize bırakıyorum. Nasıl uygunsa öyle yapın.” (19 Şubat 2012)
Bizim son sözümüz ise, “DEVLET”e ve Telegramın baş sorumlusu MGK’ya bir mesaj: Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nu “deli gösterme”ye matuf emellerinizin farkındayız, fakat siz de şunun farkında olun ki, YEMEZLER!..
5 Temmuz 2012