“ÜÇBİN AİLE” VE PKK KISKACINDA KÜRTLER (2)
Şiddetin kaynağı her zaman çıkar ve menfaat ilişkileri değildir, bazen de biriken nefret ve kindir. ‘Şiddet doğuran şiddet’ anlayışı, muhatapların karşılıklı duygusal tepkileri haline döndüğünde ‘kin ve nefreti’ yayan kişi ve kişiler ölmediği yahut etkisiz hâle getirilmediği müddetçe de durulmaz, sakinleşmez. Çünkü gözler körelmiş, sağlıklı muhakeme ve muhasebe yapabilecek yapı yıkılmış sadece intikam duygusu hâkim olmuştur. Bu psikolocya içerisinde hareket edenler, düşmanlarına acı çektirmek, onları çaresiz bırakmak ve nihai noktada imha etmek için her kesimle kesintisiz işbirliğine girerler. Malumunuz, böyle bir işbirliği ‘aynı gaye etrafında’ bir ittifak değil, düpedüz ‘düşman bellediğine karşı’ zarar verebilme ittifakıdır. Böyle bir ittifaktan ise ne ‘halkların kardeşliği’ ne de ‘Kürt ve Kürdistan’ın özgürlüğü’ neticesi çıkar.  Nihayetinde, bilhassa ‘Üç bin Aile’nin temsil ettiği Batı ve İsrail böyle bir neticenin kendi sonları olacağını bildiğinden ‘tarafları birbirine dövdürerek’ terbiye(!) etme yolunu seçerler.
Bugün Suriye, Irak ve ülkemizde yaşanan şiddetin kaynağı Batı ve İsrail merkezli yönetim anlayışının güttüğü bu politikadır. Batı ve İsrail, sömürge edindikleri ülkelerin kontrolünü kaybettiğinde o yerleri yaşanmaz hale getirmek için her çeşit ayrılığı kışkırttığı gibi, türlü kılık ve şekle bürünerek şiddetin miktarını da artırır. Kendi dışında herkese vurarak kitleleri ajite eden Batı ve İsrail, iyi organize edilmiş ÇETE’lerden istifade etmeyi de ihmal etmezler. 100 yıllık tecrübesi ve sadık işbirlikçiliği ile ‘Üçbin Aile’ bu çetelerin en önemlisi, en başta olanıdır. Diğer örgüt, çete, dernek ve gruplar ise kimi zaman günübirlik, kimi zaman daha uzun süre kullanılmakta ve kenara atılmaktadır. Bu sebeble doğru hedef tayini çok önemlidir. Çünkü ‘doğru hedef tayini’ ile hem milleti birbirine düşürmek isteyen bu mahfillerin tuzağına düşülmeyecek hem de ülkenin enerjisi ve emeği gereksiz tartışma ve mücadelelerde tüketilmeyecektir.
Bir misalle meseleyi anlaşılır kılacak olursak; ‘halkların kardeşliği’ ve ‘Kürt ve Kürdistan’ın özgürlüğü’ mücadelesi yapan örgüt, grup yahut kişiler, bu davalarında eğer samimi iseler, dönüp baksınlar bakalım Irak’a, Suriye’ye, İran’a ve yine ülkemize; Gerçek katiller kim, bu ülkelerin yer altı ve yerüstü kaynaklarını elinde bulunduranlar kim ve yine bu kaynakların üzerinde hâkimiyetini sürdürmek için binlerce kilometre öteden gelip hak iddia edenler kim? Bugün ‘halkların kardeşliği’ ve ‘Kürt ve Kürdistan’ın özgürlüğü’ mücadelesi yapan örgütler, bırakın Amerika’da, İsrail’de yahut Batı’da, sadece bu coğrafyada onurlu bir tepkiyle karşılaşsa terörün, şiddetin esamisi bile okunmaz. Falan yerde filan askerin yolunu kesip karısının yanında öldüren zihniyet, İncirlik gibi işgal üslerine bir mantar tabancası sıkabilmiş mi? Diyarbakır’da zaten karnını doyurmakta zorlanan ana-babaların canları pahası yetiştirdikleri çocukların kafalarını insafsızca eziyor, onları inanılmaz bir kinle ve öfkeyle linç edebiliyorsun da binlerce insana tecavüzden ve öldürmekten mesul ABD-İsrail gibi yağmacı çete mensuplarının kılına bile dokunmuyorsun? Değil dokunmak birde onunla ‘Söyle hangi Kürtleri öldüreyim’ diye ittifaka giriyorsun.
Evet, bugün Şırnak’ta, Hakkâri’de yaşanan acıların bir benzeri Nişantaşı’nda, Bebek’te, Boğaz’da, Balgat’ta, Beylikdüzü’nde de yaşansın bir bakın ‘terör’ diğer deyişle ‘şiddet’ nasıl bir anda bitiyor. Hele evladı öldürülen Kürt babanın hissettiğini ‘Üçbin Aile’ mensuplarından herhangi biri de hissetsin, görün bir anda devir nasıl değişiyor. Malumunuz, bugün şiddeti körükleyenler bu şiddetten hiçbir şekilde nasiplerini almayan tuzu kurulardır. Hele bu şiddetten nasiplerini alsınlar, seyreyleyin o zaman gümbürtüyü. Çünkü Batı ve İsrail’in bütün tuzakları ve oyunları başlarına geçmiş olacak böylece. Nasıl FETÖ militanları zoru görünce pılını pırtısını toplayıp ‘asli vatanlarına’ kaçtılar, bunlar içinde aynı son vâki olacak.
SOL TEKFİRCİLİK
Bu yüzden açık ve net söylüyoruz; bugün mevcut sol, gerçek devrimci istikametine girmeli ve emperyalizme, kapitalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı gerçek ve samimi bir mücadelede bulunmalıdır. Kapitalizmin koynunda, para babalarının emri altında, onların gösterdiği çıkar ilişkileri çerçevesinde Anadolu insanına savaş açmak, falan filanı faşist, filanı gerici, filanı lümpen diye etiketleyerek öldürmek SOL TEKFİRCİLİK’ten başka bir şey değildir. Fikri dinamizmini Marksist diyalektikten, Lenin, Stalin ve Mao gibi pratiklerden alan solun elinde kendini tekrar eden ve güdükleşen fikirlerden başka bir şey kalmamış ve sadece kendini neye karşı olduğu ile açıklayabilir pozisyona gelmiştir. Bu ise ‘DÜNYA GÖRÜŞÜ’ çerçevesinde düşünmekten uzaklaşmayı ve kolaylıkla güdülebilecek pozisyon almayı sağlamıştır. Elbette bunda Deniz Gezmişlerin idamından sonra yaşanan sapmanın büyük bir etkisi vardır; Deniz’den önce, -eksik gedik- çok ciddi bir ABD-İngiliz ve İsrail muhalefeti söz konusu iken Deniz’lerden sonra ‘içteki düşman’ algısı üzerinden Anadolu insanına saldırılmıştır. SOL TEKFİRİNİN ŞİDDETİ, (HARİCİ İŞİD) TEKFİRİNİN ŞİDDETİNDEN DAHA FAZLADIR. Dinî ‘ölçülerin’ yerini ‘siyasî ölçüler ve örgütsel çıkarın’ aldığı böylesi bir tekfir zihniyetinde ‘katli vacip’ olmak için falan parti, filan dernek üyesi olmak yeterlidir. Bu tekfir anlayışı Üstad’ın “ham yobaz kaba softa” dediği yapının çok daha ötesinde, fikirsiz, ilimsiz, sadece kuru bir aktüalite ve düşman algısı üzerinden yürüdüğünden ‘aklî ve hukukî’ ikna edilecek elle tutulur bir yanı yoktur. Nihaî noktası öfke ve kinin başka bir şokla durması anına kadardır. Yoksa ne akıl ne başka bir şey bu anı durdurmak için yeterli değildir.
Sol Tekfirciliğin bir başka yüzü, ikna edemediğini yahut seninle değil de başkasıyla birlikte iş birliğine gireni ‘ajan, hain ve korkak ilan etme ve ona güya karşı olduğu işkencenin ve yargısız infazın daniskasını yapmaktır. Sol cenahtan arkadaşlar şimdi söyleyeceğim isimlerin ‘savunmasız ve yargısız’ işkence edilerek nasıl hesaba çekilip adi bir şekilde öldürüldüklerini çok iyi biliyorlar ve bunun kendilerinin de başına gelmemesi için ‘örgütün iç uyum kurallarına’ kayıtsız şartsız ‘nasıl İMAN’ ettiklerini ve bu ‘ilkelerden taviz vermeyi ‘KÜFÜR’, vereni nasıl ‘TEKFİR’ ettiklerini çok iyi bilmektedirler.
Şimel 17 yaşında ki bir kız çocuğu, üstelik babası da devrimci demokrat bir zat. Sol bir örgüt mensubu olarak mahkûm edilir. Ancak mahkûm edildiği kadınlar koğuşunda Sol Örgüt Mensuplarının gözü ve kulağı önünde her gece, elektrik verme, dövme, uyutmama, aç bırakma vs. işkencenin her çeşidi ile ‘devrimci bir hemşire’ tarafından infaz edilir. Sebeb yozlaşmış ve softalaşmış bir solcu kafanın vehim ve vesveseleri neticesi 17 yaşındaki bir kız çocuğunun ajan denilerek TEKFİR edilmesi.
Sonra PKK’nın infaz ettiği binlerce kişiden ikisi, Ramiz Şişman ve Hüseyin Er… Bunları ilginç kılan şey, infazın hem de görüş günü solcu diye addedilen yüzlerce insanın ve Ramiz’in ‘bir devrimciyi öldürüyorlar yetişin yoldaşlar’  çığlıkları arasında gerçekleşmesi. Peki, bunların suçu ne? Örgütün iç infazlarını eleştirmesi.
Evet, sadece eleştirmesi onların TEKFİR edilmesi için yeterli idi. Ya Berfin, o sabi çocuğun işkence altında infazı. Resmi adıyla Mülkiye Doğan. Mardin’de hapishanede ‘Parti Talimatı-Parti adaleti’ diye infaz edilir. Ve halen Berfin’in acıları gezinir Mardin sokaklarında...
Ya Sorgul, hani parti saflarına katıldığında ‘Seni Halk Adına Ölüme Mahkûm ediyorum’ romanını okuyor ve o da tıpkı romanın kahramanı Grıbçava gibi olmak istiyordu. Ne yaptınız ona? PARTİNİZ ADINA TEKFİR EDİP ÖLÜME MAHKÛM ETTİNİZ. Binlerce kadın, çocuk ve gence ettiğiniz gibi.
Bunları anlatırken aslında şuraya varmak istiyorum; bugün PKK başta olmak üzere sol örgütlerin büyük bir kısmının muharrik gücü, fikir değil, psikolojidir. Ama öyle normal bir psikoloji değil; patolojik bir görünüm arz eden bir psikoloji. Onlar aklî, hukukî, ilmî ve özgün bir diyalektik yasa ile düşünmüyor, tamamen refleks tepki halinde, karşı oluş nedenini birkaç kelimeye sığdırarak Anadolu insanını öldürmekte bir beis görmüyorlar. Öldürdüklerine bakıyorsun; Kürt genci ve Türk Genci. Yağmaladığı yahut yıktığı yere bakıyorsun Türk ve Kürt vatanı, sövdüğü ve yerdiği insanlara bakıyorsun Türk ve Kürt evladı… Adama sorarlar; Nerde ‘halkların kardeşliği’ nerde ‘Kürt ve Kürdistan’ın özgürlüğü’. Hani senin adaletin, hani senin fikrin, hani senin ahlâkın?
Bugün Kürt Ulusalcılarının vermesi gereken en önemli hesap şudur; Bugün Suriye ve Irak dâhil partiniz saflarında savaşırken kaç Kürt öldü. Ve yine daha açık soralım; son 4 yıl içerisinde ana babalarından tehdit ve şantajla alınan çocuklarda dâhil 2011’den sonra yaşı 15 ve 22 arası olan kaç kişi partiniz saflarında savaşırken öldü. Sadece son 60 gün içerisinde T.C içerisinde büyük bir kısmı 17 ve 22 yaş arasında olmak üzere partiniz safında savaşırken ölen 1200 Kürt gencinin kaçı gönüllü, kaçı tehdit ve şantajla dağa çıkarılmış ve ölüme gönderilmiştir. Kürtler binlerce ölüm vermesine rağmen, kendilerinin aşağılanması, sürülmesi, infaz edilmesi ve korku içerisinde yaşaması ne anlama gelmektedir?
PKK ÖLÜM KUSAN MAKİNEYE DÖNMÜŞTÜR
1960’lı yıllar Kürt Entelektüellerinin, Kürtlerin yaşadıkları siyasî, ekonomik ve sosyolojik sıkıntıları duyurmak amacıyla ‘dinî terminolojiyi ve dindar büyükleri’ bir kenara bırakıp sol bir dile yöneldiği zaman dilimidir. Bu dönemde ‘Doğu Mitingleri’ 1960’lı yılların sonunda Kürt hareketliliğin zirvesi olarak değerlendirilir. Bu mitingler TİP ve TKDP içindeki Kürtler tarafından örgütlenmişti. Ve dönemin şartları içerisinde haklı sebeblere dayanıyorlardı. Eşitlik ve adalet istekleri ile başlayan mesele bir süre sonra ‘doğu sorunu’na, en sonunda ‘Kürt Sorunu’na döndü. Bunda yine en büyük âmil ‘Üçbin Aile’ ve onun destek aldığı Batı ve İsrail’dir. 1980 darbesi öncesi ve sonrası ile Diyarbakır cezaevi işkenceleri vs. hep bu mahfilin güttüğü iktidarların fiilleri idi… Darbeler oluyor, insanlar ölüyor, sağdan soldan, dindar yahut değil binlerce Anadolu genci yitip gidiyor ama ‘Üç bin aile’ye zerre bir şey olmuyor. Hem olmuyor hem de serveti ve gücü ile daha da büyüyor. Ama şimdi; TARİH TERSİNE DÖNDÜ. Sıkıntı ordan, dert ordan, yara ordan… Yoksa düne kadar Diyarbakır cezaevinde işkence edenlerden intikam alma yerine aksine Kürdü kardeş bilenlere ve bu çerçevede gönlünü açanlara saldırılmazdı…
Denizlerin yaşadığı o günün şartlarında, 1969’da Kürt Ulusalcıları sol dil ve diyalektikle meramlarını duyurmak, Kürtleri Kemalizm perdesi arkasına saklanan bu ‘Üç Bin Aile’nin sömürü ve zulmünden kurtarmak “Doğu Devrimci Kültür Ocakları” şeklinde örgütlendiler. Öncesi ve farklı örgütlerde olmak üzere mevzuumuzla alakası bakımından en göze batanı budur. Nihayetinde DDKO’lar Dev-Genç'ten ayrılan bir grup Üniversiteli genç tarafından kurulmuştur. Ancak zaman içerinde ince ayrımlarla olağan dışı bir süreç yaşanıyor. Şöyle ki “PKK tarihi 1973’lerde bir aydın gençlik grubu olarak çıkıyor ama 90’larda, Kürt yoksul köylülerinin mücadelesi haline geldiğini görüyoruz. Kuzey Kürdistan’daki yoksul köylülük PKK içinde etkin oldukça, üniversiteli aydın gençliğin tasfiye edildiğini anlıyoruz. Abdullah Öcalan bir yazısında bu gerçeği şöyle dile getirir: “Bizde 93 yılı aydın gençliğin köylülüğe yenildiği yıldır.”(A. Yazıcı, Yoldaşını Öldürmek, 90)
Derdimiz “Kürt Solu Tarihi” çıkarmak olmadığına göre iktibas ettiğimiz yazı mevcut PKK liderlerinin yaşadığı psikolocyayı anlamak açısından oldukça mühim. Eğitimsiz fakat siyasî tecrübeleri neticesi ‘liderleşmiş’ tipler örgüt içerisinde oldukça etkin. Ve bu tipler yıkmak, yakmak, infaz etmek dışında bir şeye sahip değiller. Bugün Kürtlerin yaşadığı bütün bölgelerde ellerinde silah verilip ‘görevlendirilenler’in azımsanmayacak bir kısmı eğitimsiz kimselerdir. Onlar öğrendikleri üç beş siyasi mevzu ile eğitimli kişiler üzerinde baskı kurmakta ve bu şekilde ‘Aşağılanma Psikolojisi’ni de aşmış olmaktadır. Dikkat edin Hüdapar da bir Kürt Bölgesi örgütüdür, PAK da, hatta Ak Parti ve Saadet Partisi gibi geniş yelpazede örgütlenen partilerinde azımsanmayacak bir Kürt örgütlenmesi vardır. Eğitim seviyesi arttıkça, içtimai hayat içerisinde yaşama kültürü arttıkça, dinî anlamda sağlıklı bir ahlakî görüş benimsendikçe ulusalcı Kürtler çökmeye ve aynı zamanda hırçınlaşmaya başlıyorlar. Çünkü Ulusalcı Kürtler güçlerini daha çok eğitimsiz kitlelerden alıyorlar. Çünkü dilediğin gibi gütmekte kolay, inandırmakta, öfke ve kin yükleyip azdırmakta.
Bakın 1968-69’lu yıllar ve Doğu Mitingleri gösterilerinde afişe edilen talepler; ‘Jandarma değil öğretmen istiyoruz’, ‘Karakol değil okul istiyoruz.(C.Güneş Türkiye’de Kürt Ulusal Hareketi, sh. 119) Bugün gelinen nokta Öcalan’ın bahsettiği yenilgi çizgisidir. “Bizde 93 yılı aydın gençliğin köylülüğe yenildiği yıldır.”
Bu sebeble Kürt Ulusalcılar İslâm coğrafyasında son dönem vuku bulan hadiseleri iyi okuyamadılar. Yanlış hesap yaptılar ve yanlış adım attılar. Attıkları o adım bölge halklarının ve Kürdistan’ın tamamen aleyhine idi. Ama adım atmaktan çekinmediler ve halâ da sürdürmekteler. Oysa genel duruma bakıldığında ‘İŞİD’ gibi bir örgüte karşı bile Suriye’de bilhassa Ayne’l Arap’ta dış destek olmadan kendilerini ve yaşadıkları yerleri koruyamadılar. Hali hazırda bile T.C’nin gölgesinde kuvvet ve hayat bulan bir Ayne’l Arap (Kobani) Kürt Ulusalcıların ‘Kanton-feodal derebeylik’ ilan ettikleri ve “Biji Obama” diye çığırdıkları yerdir. Oysa bu gölge üzerlerinden kalkacak olsa, hepsi İŞİD gibi bir örgüt için basit hedef tahtaları olacaktır. Yeri gelmişken belirtelim; bugün PKK-PYD’nin işgali altında ki Ayne’l Arap (Kobani)’den kaçan Kürt annelerinin, kızlarının ve daha yaşı altıyı görmemiş bebelerinin cesetleri denizlerden sahillere vurmuştur. Bu utanç bile, bu iğrençlik bile yeter PKK-PYD ikilisine.
Ve yine yeri gelmişken laik ve batıcı T.C idaresinde bulunan Müslüman İktidar, köklerini İslâm’dan aldığı merhamet pınarlarından milyonlarca Kürt ve Araba ücretsiz ve bedelsiz her çeşit hizmeti verir ve misafir ederken, PKK-PYD ikilisi işgal ettikleri Ayne’l Arap (Kobani)’ta aile başı 3000 dolar ile 6000 dolar arasında ikamet parası almaktadır. Rivayet o ki, yıllık gelir 300 milyon dolar civarındadır. Uyuşturucu ticareti ve kaçakçılıktan elde edilen gelirin haddi hesabı yoktur. Ve yine Diyarbakır, Batman, Hakkari illeri başta olmak üzere neredeyse devletten alınan üç kuruşluk dul yetim maaşlarına bile göz koyacak derece de haraç alınmakta, veremeyenler sürgün yahut hapisle cezalandırılmaktadır. Kürtler tam kurtulduk derken Kemalist cuntacılardan, birde başlarına sonradan görme Kemalistleşmiş Ulusalcı Kürt çeteleri çıktı. Ve Kemalist cuntacıları aratan bir işkence ve katliamın kapısını açtılar ‘açılım’ iğdişi boyunca.
Bu hapishanelerin kısa süreliğine “hizmet” verenleri bölge içinde ve yeri gizli meskenlerde iken, uzun süreliler Kandil benzeri kamplarda bulunmaktadır. Şimdi bunları söylüyor olmamız Kürt Ulusalcıları tarafından TEKFİR edilmemize sebeb olacak biliyoruz. Ama en iyi onlar biliyor gerçek ‘halkların kardeşliği’ ve de ‘Kürt ve Kürdistan’ın özgürlüğü’ mücadelesini Büyük Doğu – İbda taraftarlarının yaptığını. Ve elbette sadece ‘Kürt ve Kürdistan’ın özgürlüğü’ değil ‘Arab ve Arabistan’ın da Özgürlüğü’, ‘Türk ve Türkistan’ın da Özgürlüğü’, velhasıl topyekûn İslâm Coğrafyasının Özgürlüğünün Büyük Doğu – İbda’nın gaye ve hedefi olduğunu. Ve yine en iyi kendileri bilir Kemalizm dâhil Türkçü, Kürtçü, ılıman İslamcı her çeşidiyle BATI VE BATI TAKLİTÇİSİ REJİMLERE KARŞI BÜYÜK DOĞU İBDA-İBDA’NIN CAN PAHASI-KAN PAHASI EN İZZETLİ MÜCADELEYİ VERDİĞİNİ. Bu yüzden herkes kendi ‘öz savunmasını’ ve ‘çözümlemesini’ doğru yapmalıdır. Çünkü yarının neler getireceği belli değildir.
Ve gelecek yazıdan ipuçları; “Üçbin aile” kodlu çete ile PKK’nın görüşmeleri; T.C.’nin yol ayrımına girdiği bugünlerde ABD, İsrail, İngiltere ve İranlıların PKK’dan beklentileri ve Kürt Ulusalcıları bekleyen tehlike “Sosyal patlama” başladı mı?
Baran Dergisi 452. Sayı