Önceki haftalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla Ensar Vakfı 37. Genel kurulunu yaptı. Ensar, daha 2 yıl öncesine kadar ülke genelinde parmak sayısınca ilde örgütlü iken şimdilerde nerdeyse her ilde mevcutlu hale geldi. Bunda, FETÖ’cülerden boşalan alanları hükümetin desteğiyle doldurmalarının pay sahibi olduğu kanaatindeyiz.
Bizim meselemiz isimler değil, muhteva; kimseye isminden dolayı hak ettiğinden ne azını ne de fazlasını vermek, hakkaniyete sığmaz. O yüzden bu vakıf içinde canla başla çalışan samimi Müslümanları ve bu vakıftan memlekete bir hayır gelmesini bekleyen iyi niyetli idarecilerimizi tenzih edip uyarmak üzere yazımızı kaleme almaya karar verdik.
Evet, ismi çok güzel olan Ensar Vakfı, kanaatimizce ilk kurulduğundan beri ismiyle müsemma olamamış bir kurum... İsimleri istikametinde olsalar bize sadece sevinmek düşer; ama ne yazık ki, bilhassa son birkaç senedir yaptıkları tam tersi yönde... Yakından bakacak olursak: Kimin ne olduğunu, içeride neler döndüğünü, birçok ilde sadece tabela olarak teşkilatlanma gerçekleştirilip, mütevelli toplantıları için, rica minnet adam yığıldığını ve yine aynı usulle ‘vekil çekimi’ için senaryo ‘okuma grubu, gençlik atölye çalışmaları’ oluşturup fotoğraflamalar yapıldığı vs. eskiden beri bilinen şeyler. Ancak ‘sırtını dayadığı neredeyse her yer çürük çıkan’ ve ‘kandırıldık’ diye veryansın eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zannımızca FETÖ’ye bir nevi alternatif olarak ‘itibar’ sahibi kıldığı, meşrulaştırarak etki alanını genişlettiği bu vakıf, gitgide gerçekten FETÖ’leşiyor. Nihayetinde üniversitelerde ve bilhassa ilahiyatlarda kadrolaşmaya giden ve bu kadronun da büyük bir kısmını FETÖ’cülerden devşiren vakıf, İmam Hatiplere nüfuz ederek onları etkisi altına almaya gayret etmektedir. Birçok ilde ‘İlim Yayma Cemiyeti’ başta olmak üzere ‘İmam Hatip Mezunları’ derneklerinin bir şekilde yönetimlerini ellerine geçiren Ensar Vakfı mensupları, ele geçirdikleri bu dernekler vasıtası ile nüfuzlarını daha da artırmış, bu gibi kurumların azımsanmayacak bir kısmına FETÖ’cüleri de yerleştirmişlerdir. Eğer bilgimiz sorulursa tek tek sayabiliriz.
Gelelim vakıf hakkında genel malumata… 1979 yılında Hayrettin Karaman öncülüğünde kurulan vakıf, 2000’li yıllara kadar belli bir
dairenin dışına çıkamamıştır. FETÖ ile girdiği ilişki neticesi birden parlamaya başlamış ve ardından yine FETÖ’den kopması(!) ile birlikte Ak Parti saflarında yer alıyor olmanın avantajını da kullanarak FETÖ’nün defedilişiyle doğan boşluğu doldurmaya çalışmaktadır. Başta bazı kripto “FETÖ”cüler olmak üzere birçok kişiyi de bünyesine katmış bulunmaktadır. İslâmî mücadele sahasında bugüne kadar pek varlık göstermemiş bu zümre, son iki yıldır bilhassa üniversitelerde ve bazı devlet kurumlarında FETÖ benzeri kadrolaşmaya gitmekte ve kendi dışındakilere yaşama hakkı tanımamaktadır. Ve yine devletten aldıkları “proje teşvik parası”nın milyonları geçtiği, paranın kullanımı ile ilgili bazı yerlerde sadece ‘imaj’ güdüldüğü, arka planda ise kadrolaşmanın yani kurumsallaşmanın getirdiği avantaj ile ‘görevlendirme, gezi, toplantı, eser basımı’ şeklinde kaynakların sömürüldüğü gözlenmektedir. Bu çevrenin müdavimleri, yukarıda bahsini ettiğim şeyleri yakinen bilmektedirler. Kaldı ki Ensar Vakfı’nın gençliğe ve yetişkinlere üflemesi umulan fikrin, banisi Karaman’ınkinin hilafına olmasını beklemek de safdillik olur kanaatindeyiz. Hayrettin Karaman’dan yapacağımız bazı iktibaslar bu kuruma dair bazı ipuçları da verir herhalde:
“Ashabın tamamı yıldızlar gibi midir?”, “Ben Hz. Muaviye’yi sevmem” ve “Bir Hıristiyan veya Musevi, ‘Hz. Muhammed’in de Allah’tan vahiy aldığına inanıyorum’ der. Sonra ‘bu peygamber (Hz. Muhammed) benden ne istiyor?’ sorusunu sorar. Yani ‘Ben bir Museviyim ya da İseviyim, dinimi bırakıp şu ana kadar inandığım ve yaşadığım şeylerden tevbe edip Müslüman olmamı mı bekliyor? Yoksa başka bir beklentisi mi vardır?’ Müslümanların çoğu Peygamberin, ‘bütün din saliklerini İslam’a çağırdığına’ inanırlar. Ben diyorum ki, İslâm uleması içinde, Kur’an-ı Kerim’e bakarak Peygamberimizin beklentisinin bundan ibaret olmadığına inananlar da var. Peygamberimiz ‘Yahudi mutlaka Müslüman olsun!’ demiyor, ‘Hıristiyan mutlaka Müslüman olsun!’ demiyor. Diyor ki; ‘Yahudiler ve Hıristiyanlar tek Allah’a inansınlar, ahirete inansınlar ve kendi kitaplarında da bulunan iyiliklere göre yaşasınlar (yani bizim amel-i salih dediğimiz şeyler); beni de sahtekârlıkla, yalancılıkla itham etmesinler. Getirdiğim kitabı da şuradan buradan çalıntı olduğunu söylemesinler.’ Dolayısıyla ‘Bu takdirde onlar da cennete giderler’ demiş oluyor. Bu inançta olanlar var mı? Var. Bu inançta olmayanlar (inançlarına şirk karıştıranlar) var mı? Evet, onlar da var.” (Polemik Değil Diyalog, sh. 35)
Bu güne kadar Karaman’ın bu ifadelerinden nedamet gösterdiğini duymadık. İfadelere dikkat ettiniz mi? Günümüzde bazı Hıristiyan ve Yahudiler cennete gidecek diyor. Kaldı ki bu herzeyi sadece FETÖ’cülerle beraber bastığı bu kitapta yemiyor, aynı zamanda Eğitim Bilim dergisinin 34. Sayısında da aynı şeyi söylüyor; “Kur’an’ın cennete gireceklerini bildirdiği Yahudi ve Hıristiyanlar ile cehenneme gideceklerini bildirdiği arasında ne fark vardır? Allah’a şirk koşmadan Allah’ın bildirdiği dinlere göre yaşayan ehl-i kitap cennete girecek (…) Nitekim Müslümanlar da böyledir.” Karaman bu görüşü üzerine eserler yazdığı ve eserlerinde de savunduğu Abduh ve Efgani’den aynen almıştır. Malum olduğu üzere Efgani gibi mezhepsiz zümrenin bazı eserlerini Hayrettin Karaman tercüme etmiş ve milletin zihnine taşımıştır. Sadece bu değil elbette ama bunun da içinde olduğu sapkın görüşlerinden dolayı 70’li yıllarda hem Necib Fazıl ve Ahmed Davutoğlu gibi İslâm âlimlerinden hem de dönemin birçok ilim ehlinden tenkit ve reddiye yemiştir.
Ülkemizde Ehli Sünnet olmayan her bir şeyin makbul görüldüğü, basın ve medya yoluyla bilhassa yayılmasının sağlandığı, üniversiteler dâhil birçok eğitim merkezlerine ders kitabı yahut kaynak kitap olarak sokulduğu malum. Bu gibi insanların eserlerinin ders kitabı olarak kabul görmesi, yazılanları kıymete değer bulunmasından değil, aksine ülkede Ehli Sünneti tahrife ve etkisizleştirmeye dönük gerçekleştirilen projeye katkı sağlaması dolayısıyladır. Yoksa kimsenin kaşının gözünün hatırına değil. Nihayetinde bu çalışma neticesinde, Hayrettin Karaman’ın da dâhil olduğu -örgütlü yahut örgütsüz- geniş bir zümrenin başarısız olduğu söylenemez. Üniversiteler ve İmam Hatip Liseleri mezhebi meşrebi bozuk adamlardan, Efgani ve Abduh hayranı sapkınlardan, dinler arası diyalog teraneleri söyleyen ahmaklardan geçilmiyor. Hatta en temel hükümlerde bile ileri sürdükleri sakat mantıklar, zihinleri iğdiş etmekten geri kalmıyor.
Misal, Karaman diyor; “Kurban üstüne mezhepler ittifak edememiş, kimi sünnet demiş. Öyleyse kurban kesmek yerine parası tasadduk edilebilir. Ayrıca kurbanın derisi problemi de bitebilir.” (Yeni Şafak, 8 Eylül 2000) Tarihe dikkat 28 Şubatçılar terör estiriyor, bu ise onların ekmeğine yağ sürücü fetvalar peşinde, ne diyelim.
Yine Karaman diyor; “Sakal ve misvak adet sünnetidir, bir kültürdür… Modası geçti. Öbürü de daha güzel temizlik yapan fırçalar çıktığından önemsizdir. İsteyen yine de kullanabilir” (Yeni Şafak, 8 Eylül 2000)
Başa dönersek; Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ensar Vakfı Genel kurulunda yaptığı konuşmada şöyle bir istekte bulundu; “İmam Hatipli sayısı 1 milyon 200 bine yükseldi. Sizlerden bu okullarda eğitim gören her bir evladımız, kendi değerlerimizle hayata hazırlamanızı rica ediyorum. Böyle bir nesil yetiştirmenizi istiyorum. Üstad’ın dediği gibi “zaman bendedir ve imkân bana emanettir” şuurunda bir gençlik çağrısına cevap vermenizi bekliyorum.”
Bu isteğin gerçekleştirildiği yere bakacak olursak; Üstad’a düşman ve nerdeyse sevmeyenlerin doluştuğu bir yer. Diğer taraftan bu isteğe cevab verecek ilmî-fikrî altyapının cesaret ve aksiyonun tecrübî anlamda görülmediği bir vakıf. Tarihine baktığımızda risksiz-rizikosuz alanlarda at koşturan, fethedilmiş alanlarda fatihçilik oynayan, dik duruşlu Müslümanları ademe mahkûm eden, hatta yetiştirdikleri talebeleri onlardan uzak tutarak büyük hizmetler(!) gören, (bazı üyelerinin) yaşayan âlim ve mütefekkirleri özel sohbetlerinde aşağılayan bir yapı. Bu yapıdan Cumhurbaşkanının isteği noktasında bir gençlik çıkmayacağı gibi eğerki bu yapıyı sağlam addedip kapılar ağzına kadar bunlara açılırsa şurası iyi bilinmeli ki, burası FETÖ’den güya ayrılmışların karargâhı durumundadır ve yarın en küçük bir sarsıntıda ya ortadan en başta kaybolacak ya da hemen karşı safa geçecek olanlardır. Bugün bile davranışları ve duruşları tutarlı ve istikamet üzere değildir. “Bir şeyin hakikati neticesinde belli olur” hikmetinden mülhem buralardan beslenen gençler, mezhep meşrep tanımamakta, Efgani ve Abduh zihniyetine yakın beyanlarda bulunmakta, mücadele azmini yitirmekle beraber mücadele edenleri kınamakta ve bir takım rant ve çıkar peşinde koşmayı daha ulvi ve zaruri görmektedir.
“Yanlıştan dönenlere altından köprüler inşa ederiz” ölçüsü şiarımızdır ve bizim için tek düstur İslâm’ın ve Müslümanların izzetidir. Ama bir Müslüman olarak uyarmak da boynumuzun borcu: Dün Fetullah Gülen için uyarmıştık, haklı çıktık; bugün de içinde Ehl-i Sünnete karşı karın ağrısı taşıyanlar için uyarıyoruz. Demiştik demeyi istemeyiz…
Baran Dergisi 487. Sayı