Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, teşekkür ederim.
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Benim için özel bir gün bugün. Çünkü bugün, 15 Ağustos 1994’de CIA ajanları tarafından Sudan’dan Fransa’ya getirilişimin yıldönümü ve cezaevindeyim hâlâ. Türk avukatlarım, başından beri kanundışı biçimde cereyan eden hâdiseleri biliyorlar. Böyle de devam ediyor; zira ABD emperyalistleri, onlarla işbirliği yapana kadar cezaevinde tutmak istiyorlar beni. Başka herhangi birinin, özellikle ABD’nin veya siyonistlerin ajanı olacağıma, ölürüm daha iyi.
Her neyse; dünyadaki tek mahpus da ben değilim gerçi; diğerleri, üstelik benden çok daha zor şartlarda yaşayanlar var. Ağlamamamız da gerekiyor zaten; üstelik bundan gurur duymalı insan.
Kaldı ki, NATO emperyalistleriyle ajanları, tüm dünyaya “demokrasi” dersi vermek istiyor; ne var ki, kendi sözde adaletlerine, sözde kanunlarına, sözde anayasalarına bile saygı göstermiyor bu düşman.
Benim durumum örnektir bu bakımdan ve ilk günden başlayarak kanundışıdır herşey. Beni cezaevinde tutuyorlar hâlâ ve bunun için de hiç durmadan –dava icad edip- yargılamaya çalışıyorlar. Batıda, adına demokrasi dedikleri, adına adalet dedikleri şey bu işte.
Bu vesileyle bir şey söyleyeyim size: Şeriatın, bugünkü gibi, birileri tarafından –ki Türk gönüldaşlarım ve ben onlarla aynı fikirde değiliz- barbarca tatbiki bile, o güya demokrasiler ve insan hakları savunucuları tarafından tatbik edilen adaletten çok daha az adaletsizdir.
Fransa hakkında yapageldiğim bir espri vardır: “İnsan haklarının ülkesi” olduğu söylenen Fransa, son birkaç senedir hep telaffuz ettiğim üzere –Fransızcasını söylüyor Carlos-, “homo hakları ülkesidir” bugün.
(Carlos, bu sözleriyle, homoseksüellere savaş açmak gibi bir niyetinin olmadığını, zaten bu insanların diğerlerine göre daha fazla acı çektiklerini, ancak yine bu insanların diğer normal insanlarla anayasa önünde aynı kefeye konulmasının doğru olmadığını söylüyor.)
Fransa, ABD ve İngiltere gibi büyük ülkeler, hür masonmuş gibi davranan ama gerçek anlamda hür mason olmayan kimseler tarafından kontrol edilmektedir. Şu mânâda söylüyorum; gerçek hür masonlar, bir sürü hak kazandırmıştır dünyaya, bir sürü devrime öncülük etmişlerdir. Latin Amerika’da bundan iki yüz yıl kadar önce gerçekleştirilen tüm devrimlerin arkasında hür masonlar vardır meselâ; Latin Amerika’nın o dönemki tüm kurtarıcıları hür masondur. Hür masonluk, ilerleme kaydetme noktasında önemli bir rol oynamıştır bu açıdan.
Fakat aynı zamanda, insanları sömürmeyi bir iş hâline getirmiş siyonistlerle diğerleri sızmıştır hür masonluğa ve Fransa gibi ülkeler işte bunların kontrolündedir bugün. Bu da çok üzücü. Neyse; yakın çevremin de şâhid olduğu üzere, Fransız hür masonluğunun en üst seviyesindeki aşırı yozlaşma ve yolsuzluğa temas etmek istemiyorum burada; çok da gerekli değil çünkü şu ân.
Her ne olursa olsun; hâlâ direniyorum ve inanıyorum ki, “adalet” er geç hâkim olacaktır; “hakiki” adalet… Böylelikle, dünya halkları sömürüden, baskıdan, terörden kurtarılacaktır.
Bizler “terörist” damgası basılmış olarak cezaevindeyiz şu ân. Peki ama kimdir asıl “terörist”? Sovyetler Birliği’ne teslim olmak üzere olan bir ülkeye, kim atmıştır atom bombasını?..
(Carlos, Japonya’nın diğerlerine teslim olmadığını, çünkü meselâ Fransızların Japonlara şerefli bir biçimde teslim olma imkânı tanımadığını, Japonların da II. Dünya Savaşı’nda savaştıkları ve iki milyon Japon askerinin Moğolistan’daki o en büyük savaşta Kızılordu mareşaline karşı kaybettiği Sovyetler Birliği’ne teslim olmaya hazırlandığını, buna rağmen ABD teröristleri tarafından Japonya’ya iki atom bombası birden atıldığını söylüyor.)
İnsanlığa karşı işlenen bu suçun, bu terörün failleri, şimdi çıkmış, II. Dünya Savaşı ve öncesinde işledikleri suçlar dolayısıyla özür dilemelerini istiyorlar Japonya’dan. Japon ordusu, 1930’larda Çin’i, ondan da önce Kore’yi işgal etmiş ve gerçekten de birçok suç işlemişti; binlerce Koreli kadını fahişe olarak, köle olarak zorla istihdam etmişlerdi meselâ. Detaylarını paylaşmak istemiyorum gerçi ama işgal ettikleri ülkelerde diğer orduların kadınlara -ayırım gözetmeyen- tecavüzüne kıyasla, Japon ordusunun böyle yapmayıp en azından kendi fahişelerini istihdam ettiği ve Koreli bu kadınlara belli bir statü verdiği bile söylenebilir.
Ya Fransa’nın yarısının Amerikan bombardımanı ile tahrib edilmesine ne demeli? Almanya’nın 4,5 senelik işgalinde bile yaşanmamış bir tahribat gördü Fransa.
Hatırıma gelmişken; ABD’lileri “Amerikalılar” olarak adlandırırlar bir de. Oysa biziz gerçek Amerikalılar; biz, melez Venezüellalılarız, aynı şekilde, güya “Latin Amerika” adı verilen ülkelerde yaşayan, kızılderililerle veya Afrika’dan getirilen zenci kölelerle karışmış biz melezleriz gerçek Amerikalı. Bu bakımdan, biz daha “Amerikalı”yız onlardan! Neyse, bir alışkanlık olarak biz onlara “Amerikalı” dediğimiz için öyle oldular kısacası.
Evet, ya onların işlediği tüm o suçlar, onların gerçekleştirdiği tüm o tecavüzler?..
Fransa’da, sadece tek bir ABD’li “beyaz asker” tecavüz suçundan idam edilmiştir meselâ; diğer tümü “siyahî askerler”dir.
(Carlos, tecavüzden suçlu bulunup idam edilen o “beyaz” ABD’li askerin de, aslında sadece bu suç dolayısıyla değil, tüm fertlerini öldürdüğü bir ailenin kızına tecavüz ettiği ve buna rağmen yargılanmaması için herşey yapılmasına karşılık, sırf bunun apaçık ortaya çıkmış olmasından dolayı, mecburen idam edildiğini söylüyor. Japonya’nın işlediği suçların ise, ABD’ninkilere nazaran bir hiç olduğunu ekliyor. Kızılordu’nun da Almanya’da tecavüz olaylarına karıştığını, ama bunu kendilerinin başlatmadığını, Nazilerin Sovyetler Birliği’nde milyonlarca kadına tecavüz etmesinin intikamı olarak –“o dönemi görmüş bazı kadınlardan bizzat hikâyesini dinlemiştim” diyor- kendi galibiyetleri sonrasında bunu fırsat telâkki ettiklerini ve şahsen doğru bulmasa bile Almanya’daki yüzbinlerce kadına bu sefer onların tecavüz ettiğini, tecavüze uğramış Slav kadınlarının intikamını bu şekilde aldıklarını ifâde ediyor.)
Demek istediğim şey; adaletsiz bir dünyada yaşıyoruz. Benim durumum ise medyatize edildiği için öne çıkıyor; “büyük terörist Carlos”, falan filân… 1979’da Meksika’da çekilen ilkinden sonra, 20 kadar film yapıldı hakkımda. 2011’den hemen önce de sonuncusu çekildi ki, tamamen kanundışı olan o dönemki yargılanmam öncesinde kamuoyunu hazırlamak içindi tabiî. Böyle de devam ediyor hakkımda söylenenler…
Adaletsiz biçimde cezaevinde tutulan tek kişi ben değilim elbette. Ne var ki, meselâ Çin’de veya diğer ülkelerde de cezaevleri olsa bile, hiç olmazsa o ülkelerde -hoşlanalım hoşlanmayalım- yasama organlarınca yapılmış ve kabul edilmiş kanunlar var ve şayet o kanunlara saygı göstermezseniz, hapsi de boylarsınız; hepsi bu. Çin’deki kanunlar dünyanın en âdil kanunlarıdır demiyorum ama sonuçta kanundurlar ve uymazsanız cezaevine yollanırsınız.
Hani hep haberlerde duyarsınız, Çin’de internete girip bazı açıklamalar paylaştı diye insanların bir sene hapis cezasıyla karşı karşıya kaldığı söylenir ve bu yüzden Çin de kınanır. Bence de çoğu aptalca şeyler bunlar, ben de katılmıyorum, ama neticede böyle bir kanun var mı var; böyle bir cezayı haketmeseler bile, öyle.
Buna karşılık, Nazilerin bile başvurmadığı bir hukuksuzlukla, en dehşet verici suçlar işlenmektedir Guantanamo’da. Naziler herhangi bir kanun koymadan, diledikleri şekilde davrandılar mahpuslarına. Fakat ABD’nin güya bir anayasası ve kanunları var ama onları takmaksızın, daha önce işgal ettiği bir Küba toprağında, üstelik kendi kanunlarına göre de suç olmasına rağmen, insanları hiç gerekçesiz tutmakta devam ediyor hâlâ.
Guantanamo’yu kapatacağını söylemişti Başkan Obama, ancak görünen o ki, o kadar da güçlü değilmiş. ABD’de asıl güçlü olan yozlaşmış “sistem”dir ve o da siyonistlerle protestan bankacılar tarafından kontrol edilmektedir. Üstelik, sırf kendilerini kongrenin ve tüm kanunların üstündeki esas güç olarak muhafaza etmek için, kendi insanlarını bile ABD içerisinde öldürtmeye hazırdır bunlar.
Gelmek istediğim nokta şurası:
Hoşlanmadığımız bazı şeyler var bugün; -IŞİD kontrolündeki- “İslâm Devleti” topraklarında insanların kafalarının kesilip teşhir edilmesinden hazzetmiyorum meselâ. Ancak, hiç olmazsa, bu terörün de düşmanı dehşete düşürmek gibi bir mantığı var. “Tüm ajanların kafasını keseceğiz!” deyip, çoğunlukla düşman ajanlarına, casuslara, hainlere, tecavüz gibi suçları işleyenlere bunu yapıyor, infazları da internette gösteriyorlar açıkça.
ABD’ye gelince; her yerde her tür suçu işliyor ama bir de saklıyorlar, saklamaya çalışıyorlar bunu. Kendi kanunlarına bile saygıları yok çünkü. Ne var ki, birçok yönden eleştirdiğimiz “İslâm Devleti”nin ise hiç olmazsa bir ahlâkı, bir hukuku var ve kendi kanunlarına da saygı gösteriyorlar. Hoşlanın hoşlanmayın, tatbik ettikleri bu hukuku savunuyor, bunun için ölmeyi de göze alıyorlar.
(Carlos, “İslâm Devleti”nin Suriyeli ve Iraklı askerleri infaz etmesini ise tasvib etmediğini söylüyor; İsrailli bile olsalar, insanların ancak savaşırken öldürülmesinin uygun düştüğünü; şayet bu insanları öldürerek savaş kazanılacaksa, o takdirde öldürülmelerinin doğru olduğunu vurguluyor.)
Fransa’daki mecburi tatilimin 21. yıldönümü münasebetiyle, üzerinde “Sudan Havayolları” yazılı bir tişört giyiyorum şu ân.
En azından, bazı müstesnâ insanlarla tanışma şansı buldum bu sâyede. Başta, esas avukatım ve sonra eşim olmuş Isabelle Coutant hanım. Ki, inanılmaz şartlar ortasındayken aldım onun desteğini. Hâlâ direniyor ve devam ediyor savaşmaya.
Aynı şekilde, diğer ülkelerden avukatlarımla da tanışma fırsatı buldum. Meselâ, İtalya’dan bazı müstesna şahsiyetler; yine, Japonya’dan; elbette Lübnan’dan; ancak unutmamamız gereken ise, olağanüstü bir dayanışma gösteren imân kardeşlerim ve mücadele yoldaşlarım olarak, Türkiye’den Gönüldaş Hasan Ölçer, Gönüldaş Ali Rıza Yaman, beni şu ân doğrudan dinleyen Gönüldaş Güven Yılmaz, bir de hep adını unuttuğum, Adana’dan (Av. Yılmaz “Ahmed Arslan” diye hatırlatıyorsa da, Carlos “biliyorum, biliyorum” deyip gülüyor ve çoğu zaman olduğu gibi Av. Ahmed Arslan hakkında bu şekilde yine latife yapıyor, “seviyorum onu; iyi bir çocuk” diyerek konuşmasını sürdürüyor); bunların hepsi örnek şahsiyetler…
Her ne olursa olsun; bizi “terörist” diye adlandırıyorlar ama asıl teröristler bize saldıranlar ve buna rağmen bizimle savaşmaktan korkanlardır. Tarihte görülmemiş en büyük vahşetlere imza atanlar da bunlar olmasına rağmen, korku bizim değil, onların arasındadır. İnancımız için, Allah yolunda kendimizi fedâ etmeye hazırız çünkü biz.
Lâ İlâhe İllallah, Muhammedun Rasûlullah.
Allah sizinle olsun. Selâmetle kalın.
(Carlos, konuşmasının sonunda Kumandan Mirzabeyoğlu’na çok selâm söylüyor ve “inşallah Venezüella’da birden fazla defa kendisiyle buluşmayı ümid ediyorum” diyor; “O’nun, benim kırmızı beremi giydiği bir fotoğrafını görmeyi çok istiyorum” şeklinde temennisini dile getiriyor. Av. Yılmaz da “inşallah, ben de ümid ediyorum” diyor ve karşılıklı veda edilerek telefon konuşması bitiriliyor.)
Baran Dergisi 452. Sayı