Diyar-ı bekir; Sahabeler şehri. Kendine yakışanı yaptı ve bir destan yazdı Diyar-ı bekir’de. Resuller Resûlü’nü Kutlu Doğum vesilesiyle Ümmet için dualarla, salat ve selamlarla andı. Her şey o kadar güzel, o kadar nizamî idi ki, gökyüzü bu aşka, bu vecde şahitlik edercesine apaçık, pırıl pırıldı. Bırakın meydanları, sokaklar bile tekbirlerle coştu. Sanki her evden bir salat yükselir gibi, yükseldi dudaklardan tekbirler.
Diyar-ı bekir’de Hüda-Par öncülüğünde Müslüman Kürtler bir destan yazdı. Sadece Hüda-Par değil Müslüman Kürtlerden binlercesi, Zerdüştî Sosyalist beyinlerin müşriklere mahsus Newruz adını verdiği meydana ‘şirki ve faşizmi’ yıkmak, ‘merhamet ve adaleti’ öğretmek için girdi. Yüzbinler aktı meydana, ne bir nizamsızlık, ne bir edepsizlik; ince bir ahlâk ve yüksek bir tevazû.
Sahabeler diyarıydı bu diyar, Allah Resûlü’nün dostlarının diyarı… Ne Kemalist zorbalar ne Zerdüşti sosyalist zorbalar çiğneyemeyecekti bu toprakları. Bu topraklar kimseye yâr olmazdı, çünkü şehit sahabenin cesedi titrerdi, üstünde gecen müminlerin yürekleri kaldırmazdı. Aşkın diyarıydı burası, şeriatın ve Müslüman Kürt’ün dirilişinin müjdeye döndüğü yerdi burası.
Tarih Miladi 639… İyaz bin Ğanem kumandasında, içlerinde Halid bin Velid, Said bin Zeyd, Muaz bin Cebel gibi sahabîlerin de bulunduğu 1000 kişilik sahabe desteğinde 8 bin kişilik İslâm ordusu, üç yıl içerisinde Kürtlerin de yardımıyla Nusaybin, Mardin, Hasankeyf, Urfa, Farkin, Eğil, Bitlis, Siirt ve Amed’i Bizans hâkimiyetinden alıp İslâm idaresine dahil eder.
Diyarbakır’ın fethi sırasında şehid olan Halid Bin Velid’in oğlu Süleyman dâhil, 27 sahabe bu bölgede, 13 sahabe ise surların farklı bir yerinde şehid olur. Yaralanan Sultan Sa’sa’nın da 6 ay sonra şehid olmasıyla birlikte, bölgeye toplam 41 sahabe defnedilir. Diyarbakır’da medfun bulunan sahabeler (Vakidî Tarihi’ne göre): Süleyman İbn-i Halid, Amir bin Ehves, Huzeyde bin Sabit, İmran bin Bişr, Selem bin Yes’ub, Macid bin Talha, Musanna bin Asim, Sâlim bin Adiyy, Malik bin Hafiz, Hattab bin Cerir, Efleh bin Saide.
Diğer kaynaklardan öğrendiğimize göre, Diyarbakır’da (çeşitli mekânlarda) medfun bulunan sahabeler: Malik-i Eşter, Mir Seyyaf, Sahad bin Ebî Vakkas, Ebu’l-Muhsin, Sa’saa bin Sühân, Mirsiyap, Ebu’l-Mücin (Hançer-i Güzel).
Yine Diyarbakır’da (Hazreti Süleyman Camii’nde) medfun bulunan sahabîler: Hazreti Süleyman, Hazreti Rıdvan, Hazreti Mesut, Hazreti Beşir, Hazreti Hamza, Hazreti Amr, Hazreti Sabe, Hazreti Sabit, Hazreti Zeyd (2 ayrı kişi), Hazreti Halid (2 ayrı kişi), Hazreti Numan, Hazreti Muhammed (2 ayrı kişi), Hazreti Abdullah (3 ayrı kişi), Hazreti Hasan (2 ayrı kişi), Hazreti Ka’b-Zişan, Hazreti Fudayl, Hazreti Malik, Hazreti Fahr, Hazreti Ebu’l-Hamd, Hazreti Ebu Nasr, Hazreti Muğire…
Diyar-ı bekir’de bir destan yazdı Selahaddin Eyyubi’nin torunları… O Selahaddin ki Revadiye aşiretinden olup Kürt’ü, Türk’ü, Arab’ı Eyyubîler devleti altında birleştirmiş hem Haçlı’ya (Batı), hem Fatımilere (İran), hem de Yahudi’ye (İsrail) kök söktürmüştür. Üstelik O Fatımîleri Haçlı emperyalist saldırılarından korumasına rağmen, Şiî-Fatımîler Haçlılarla işbirliği yapıp, kendisine kahpece tuzaklar kurdular, suikastler tertib ettiler. Bu hâl karşısında Selahaddin Eyyubî tarihe ışık tutacak mânâda, ustaca bir manevrayla tüm Şiî-Fatımî yönetimini imha ederek, Şiî-İsmailî’lerin kalesini Ehli Sünnet’in kalesine çevirdi.
Selahaddin-i Eyyubî, Batılıların hafızasında engin bir hayranlığa değecek kadar yer etmesine karşılık, şuuraltında derin bir kâbus uyandıracak kadar unutulmaz bir tesir de bırakmıştır. Meselâ, Fransız Generali Garo, 1920’deki Meyselun Savaşı’nı müteakib Şam’a girmiş ve Sultan Selahaddin’in kabrini teptikten sonra ona, Haçlı ruhuna tercüman olan şu müstehzi sözle seslenerek; Batılılar adına sanki Hıttin’in öcünü almak ve kabaran öfkeyi boşaltmak istemiştir: “Ey Selahaddin! Haçlı Seferi şimdi bitti! İşte biz döndük!”
Diyar-ı bekir’de bir destan yazdı Şeyh Said El-Nakşibendî’nin torunları. O Şeyh Said ki şehadeti- asılacağı sırada bir kâğıdın üzerine Arabça şöyle yazıyordu: “Değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktur. Muhakkak ki ölümüm Allah ve İslâm içindir.”
Diyar-ı bekir’de “Peygamber Sevdalıları Platformu” bir destan yazdı. Kutlu Doğum vesilesi ile Müslümanlar geldi bir araya. Etkinliklere Mısır’dan, Lübnan’dan, Irak’tan, Suriye ve İran’dan misafirler de katıldı. Meydan laikleri çatlatırcasına, Zerdüşti dönmeleri kudurturcasına kadın erkek ayrı –haremlik selamlık- tarzda dizayn edilmişti. Binlerce kişi bu sayede Allah Resûlü’nün anmanın en güzel ve rahat hâlini yaşadılar. Yasin Börü ve onun gibi onlarca Müslüman Kürt şehit unutulmadı, kimi zaman dualara anıldı, kimi zaman göğüslerdeki bir tişörtle. Kürtçe mevlütler, Türkçe Kürtçe ilahiler marşlar ve birlik vurgusunu, Ümmet şuurunu bayraklaştıran konuşmalar… Ve bu Pazar her şey çok güzeldi Diyar-ı bekirde. Biz de bu güzellikle, konuşmacılardan M. Emin Yıldırım Hocanın sözüyle yazımızı noktalayalım: “Hepimiz İslâm ile şeref kazandık. Kürt ve Türk’e şeref veren İslâm’dır. Başımıza gelen musibetler İslâm’dan uzaklaşmaktan kaynaklanıyor.” Baran Dergisi 484. Sayı