Son zamanlarda NATO Genel Sekreteri vs. zevâtın Türkiye’nin NATO’nun vazgeçilmez bir parçası olduğuna dair beklenmedik sözlerini duyduk. Rusya’dan alınan füzelerden dolayı hırladıkları ve Suriye’de “ne halin varsa gör” dedikleri Türkiye’ye aniden bu övgüler şaşırtıcıydı. Meğerse Rusya ve Ukrayna arasındaki ateşkesin son günlerine geliyormuşuz da haberimiz yokmuş. Rusya’ya karşı savaşa itilen Ukrayna’ya NATO desteğinin konuşulduğunu duyduğumuz bugünlerde beklenen desteğin NATO’nun vazgeçilmez parçası olarak takdim edilen Türkiye’den isteneceği açıktır. İçerde neler tartışılıyordu bilmiyorum ama Montrö bahanesiyle kamuoyuna sunulan amiraller bildirisinin NATO adına yazıldığı ve Erdoğan’ın yanında yer alan TSK’yı tehdid yoluyla NATO emrine alıp Erdoğan’ı hizaya çekmeyi amaçladığı belli oluyor. Bu yönüyle de NATO adına Türkiye’ye karşı gayet ciddi bir darbe tehdidi ortaya çıkmış durumdadır.
Hatırlanacağı üzere 2013 yılındaki 17-25 Aralık darbe girişiminden 4 ay sonra yapılacak olan 2014 yerel seçimleri öncesinde CHP FETÖ’yle beraber seçimde şaibe olacağı iddiasıyla Avrupa Birliğinden gözlemci istemişti. AB gözlemci yollayınca Erdoğan’ın siyasi meşruiyeti sorgulanır olacaktı. Sonrasında AGİT gözlemcileri tarafından seçimde şaibe olduğu rapor edilecekti. Böylece meşruiyetini yitirmiş olan Erdoğan’a karşı toplumsal olaylar kışkırtılarak darbe yapılacaktı.
İşte tam o günlerde kaderin garip bir cilvesi tecelli etti. Şöyle ki; Ukrayna’nın AB ile kapsamlı anlaşma yapması söz konusu idi ki, bu anlaşma Ukrayna’yı Rusya’dan tamamen uzaklaştırıyordu. Rusya ile ilişkilerini bozmak istemeyen Cumhurbaşkanı Yanukoviç buna yanaşmayınca bizdeki Gezi Parkı Provokasyonu tarzı hareketlerle 2014 Şubat ayında düşürüldü. Buna cevap olarak da Rusya Kırım’ı işgal etti. Ülkemize dış müdahale yolu açmak isteyen hainlerin gözlemci talebi karşısında, “buna ne gerek var” demesi gerekirken susan AB birden konuşarak Türkiye’de demokratik seçim için gerekli şartların mevcut olduğunu ve gözlemci yollamaya gerek olmadığını bildirdi. Durum gayet net değil mi? Ukrayna’daki hesapları alt üst olan Batı, Rusya karşısında Türkiye’deki hükümete muhtaç duruma düşmüş ve hükümeti yıkma planını rafa kaldırmıştı. Bir dizi sahte devrimlerle Mısır, Türkiye ve Ukrayna’da yönetimleri değiştirmeyi planlayan NATO bloğu, Mısır’da amacına ulaşmış olsa da Ukrayna’da Rusya’nın karşı saldırısıyla mağlup olmuş ve otomatik olarak Türkiye’de de kaybetmişti. Putin’in Kırım’a müdahalesi Erdoğan için can simidi oldu. Elbette Erdoğan da bunu unutmamıştır.
Aradan geçen kısa zaman boyunca Rusya’yla ilişkileri gittikçe güçlenen Erdoğan S-400 füzelerini alarak NATO’ya rest çekecek hale geldi. Suriye’de Rusya’yla kendi kararıyla hareket etmekte olan Türkiye, NATO emrindeki PYD güçleri karşısında NATO’dan yardım istediğinde ise, ilerde bedelinin ne olacağını kestiremeyen Amerika red cevabı vererek aklı sıra Türkiye’yi cezalandırdı. Halbuki Türkiye’nin bundan dolayı kaybı olamazdı ama bunu kullanarak karşı tarafa şahane bir kazık atma imkânı elde etmiş oldu.
Şimdi bugüne geri gelecek olursak, Amerika ve tabii ki NATO, Ukrayna üzerinden Rusya’ya sağlam bir darbe vurma niyetinde. Bunun için zayıf Ukrayna’ya NATO şemsiyesi altında destek vermek zorunda. En yakın ve güçlü NATO üyesi olan Türkiye’yi bu yüzden ileri çıkarmaya çalışıyorlar. Bu sayede Türkiye’nin Rusya’yla yakınlaşarak elde ettiği ne varsa elinden alarak hizaya çekmek, hem de Rusya’yı yalnızlaştırmak istiyorlar. Hatta Türkiye ve Rusya’yı çatışacak hale getirme amacı da var.
Peki buna Türkiye yanaşır mı? Görünen o ki, kapalı kapılar arkasında bunun tartışması yapılmış ve Erdoğan’dan evet cevabı alınamamış. Bunu nerden biliyoruz? Bilmiyoruz. Aniden Türkiye’nin NATO’daki vazgeçilmez yerine dair güzellemeler yapılması, Kanal İstanbul tartışmalarının hızlanması, Montrö anlaşmasının gündem olması ve hepsinin üstüne gelen emekli amirallerin bildirisi, bizi Erdoğan’ın Amerika’ya hayır dediği sonucuna götürmektedir. Özellikle TSK’yı batıcı statükoya yani NATO’ya itaat etmeye çağıran ve aksi halde Türkiye’nin saldırıya uğrayacağını söyleyerek emperyalist efendileri adına sopa sallayan bu bildiri ve peşi sıra Amerika’nın Karadeniz’e gemi gönderme kararı, Türkiye’yi köşeye sıkıştırarak net bir seçim yapmaya zorlamaktadır.
Bir tarafta dünya devi haline gelmiş Çin’in emperyal amaçları ve Ortadoğu’daki karışık vaziyet karşısında Batı ve NATO’yu güvenli liman olarak görmek, diğer tarafta ise Amerika’nın Türkiye’yi parçalama planları karşısında yeni ittifaklara yönelmek… Eğer bir şekilde Ukrayna-Rusya arasındaki muhtemel savaş ertelenmez yahut bu iki ülke kendi arasında bir yol bulamaz ve iş savaşa varırsa Türkiye yol ayrımına girmiş olabilir. Bu durumda Türkiye’nin tarihî bir kararla NATO’dan çıktığını görebiliriz.
Baran Dergisi 744.Sayı