“Ramazan Müjdesi” Horoz Borcu- XXIV
Sokrates ve Horoz Borcu (6)

İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun Avukatlarından Ali Rıza Yaman Bey, yine İBDA Mimarı’nın Avukatlarından Harun Yüksel Bey’in vefatının ardından, (Allah gani gani rahmet etsin, amin!), http://www.nabizhaber.com adresinde yayımlanan bir yazı kaleme aldı ve orada Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın “ölüm şekli” üzerinden birkaç bir şey söyledi. Söyledikleri bu yazı dizimizin muhtevası açısından kıymet arzetmektedir. Sözkonusu yazıdan özetle:
“Üstad en temel, en ilk, en son ve en som fikir olan “ölüm”e dair belki de en muazzam sahnelerden birini ölürken ortaya koyuyordu:
“Demek ki böyle ölünüyormuş!”
“Ölüm ölene dek” demek, ölüm fikrinde fâni olup ölene dek cemiyet meydanında ve “büyük kurtuluş”a ermek için kahramanca bir hayat yaşamak ve o hayata “demek ki böyle ölünüyormuş” diyerek kahramanca vedâ etmek…
“Muazzam, muazzez ve ibretlik bir sahne:
“Demek ki; hayatı “demek ki böyle ölünüyormuş” diyebilecek şekilde yaşamalı...”(1)
Yazının devamında, “insan, dünyaya eser vermeye gelir” ve insanın en büyük eseri bizâtihi kendi hayatıdır”, tesbitini yapan Ali Rıza Bey, bizzat kendisine İBDA bağlılarından Nazif Keskin Bey’in Harun Bey hakkında söylediklerini de aktarır:
“Ali Rıza, Harun devrimci bir dervişti… Hem devrimciliği hem de dervişliği bünyesinde mezceden nadide bir insandı.”
Yine yazının devamında, “bizlerin mesul olduğu, şahitlik ettiği zaman dilimi; 15. İslâm Asrı’dır. Bu asrın bariz vasfı; “Fikir Çağı” olmasıdır. Bu asrı böyle vasıflandıran, o asrın müjdecisi olan, dolayısıyla “olması gereken”i temsil edip, zamanın nabzında attığı kişi; Salih Mirzabeyoğlu’dur”, tespitini de yapan Ali Rıza Bey,  İBDA Mimarı’nın merhum Harun Bey’in ölümü üzerinden şifahen söylediği şu sözünü de bizlere ulaştırır:
“Müslüman olarak ölmüşsen kendi devrimini yapmışsın demektir.”(2)
“Öleceğiz, bari devrimi görüp öyle ölsek”, sözünün sahibi merhum Harun Bey vesilesiyle, zamanımızın ruhunu kapsayıcı bir şekilde yansıtan sahici insan soyunun son temsilcisinin şu sözüne muhatap olabilirsek ne âlâ: “Ağızdan Çıkanı –Kulak İşitsin…”(3)
Bütün bunları niçin anlattık ve yazımızın muhtevası ile ne alakası var şeklinde bir soru sorulabilir. Böyle bir soruya cevaben, Üstad Necip Fazıl’ın “Ölüm Güzel Şey” isimli şiirinden bir dörtlük aktaralım ve gereken cevabı ondan sonra verelim:
“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!”
Evet; hayatın gayesi ölüm ve ölümden gaye hayattır. Hayat ki ebedî hayat, ölüm ötesi hayat! 
Bu yazımızda Üstad Necip Fazıl’ın ölümü ile Sokrates’in ölümü arasında bir kıyas yapmak lüzumu hissetmiyoruz. Ancak, ölürken öte âleme bakan bir duruş ile, ölürken gözü arkada kalan bir duruş arasındaki farkın fark edilmesini de dikkat sahibi insanın dikkatine sunuyoruz. Haddı zatında, devrimci bir müslümanın, “son nefesinde nasıl olmak istiyorsan, öyle yaşa!” sözünden mülhem, yukarıda İBDA Mimarı’ndan aktarılan, “Müslüman olarak ölmüşsen kendi devrimini yapmışsın demektir” sözünün ne büyük bir nimet ve de kıymet olduğunu ayrıca sahici insan soyundan nasipli üstün idraklere sunuyoruz.
Merhum Harun Yüksel Bey’in vefatı vesilesiyle yer verdiğimiz bu güncel değerlendirmeden sonra esas mevzumuza geçebiliriz.
Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu isimli eserinde Sokrates’in ölmeden önce söylediği son sözlerini çok sade ve anlamlı bir şekilde aktarır:
“Falana bir horoz borcumuz var! Ödeyin!”(3)
Not: Batılıların gözünde “sağlık ve hekimlik tanrısı” olmanın ötesinde, bizzat “kurtarıcı” bir keyfiyeti haiz Asklepios, Üstad Necip Fazıl’ın gözünde sadece bir “falan”dan ibarettir.(4) “İstikbal İslâmındır” mânâsının müjdecisi olan Üstad Necip Fazıl’ın böyle bir mevzuda bu şekil bir ifade kullanması çok manidardır. Bu kısa, öz ve akılda tutulması gereken hatırlatmayı yaptıktan sonra şimdi de Sokrates’in ölümü üzerinden diğer söylenenlere bakalım.
Eflatun, Phaedon-Fedon isimli eserinde Sokrates’in son sözlerini şu şekil aktarmıştır:
“Kriton, Asklepios’a bir horoz borcum var; ödemeyi unutma olur mu?” (5)
Will Durant’ın Felsefenin Öyküsü isimli eserinde ise Sokrates’in son sözleri şu şekil aktarılmıştır:
“Asklepios’a bir horoz adadık, onu yerine getir, unutma!”(6)
Niçe (Friedrich Nietzsche) ise, Putların Alacakaranlığı (Gotzendammerung) isimli eserinde Sokrates’in son sözlerini aktardıktan sonra, orada Sokrates’i suçlar ve onun hakkında ironik ifadeler kullanır:
“Yaşamak-uzun uzadıya hasta olmak demek; bir horoz borcum var kurtarıcı Asklepios’a.”(8)
Niçe’nin Sokrates hakkında kanaati o dur ki, “Sokrates ölmek istiyordu- Atina değil, zehir bardağını kendi seçti, o zorladı Atina’yı zehir bardağını vermeye...”(9)
Niçe’nin adı geçen eserini tercüme eden İsmet Zeki Eyuboğlu, Niçe’nin Sokrates hakkında söylediklerine şu şekil bir dipnot düşer:
“Eski Yunan’da hastalıktan kurtulunca Asklepios’a bir horoz verilirdi, adanırdı. Bundan dolayıdır ki Niçe, herhalde Sokrates de yaşamın bir hastalık olduğunu düşünüyordu, diye düşünür.”(10)
Hastalıktan kurtulmak ve “sağlık ve hekimlik tanrısı” olan “kurtarıcı” Asklepios’a horoz adamak? Her şeyden evvel, sağlıktan kasıd, ruh ve beden sağlığı mânâsına ruh ve beden arasındaki dengenin sağlanması veya eski Hint mistisizmindeki nirvana, İslâm tasavvufundaki kemâlatın (nefs terbiyesi) karşılığı olarak kullanılan armoninin (harmonia) gerçekleşmesidir.
Armoni: Uyum, düzen, ahenk… Bir bütünün parçaları arasında bulunan uygunluk, ahenk… Bir cismin görüntüsünü tam ağ tabaka üzerine düşürebilmek için göz merceğinin dışbükeylik derecesini çoğaltıp azaltması olayı, mutakabat… Belirli bir uzaklıktaki bir nesneye bakmak için gözde (genellikle) kendiliğinden olan değişme… Herhangi bir canlının değişen çevre koşullarına kendini uyarlaması, adaptasyon, alışma, uyma.
Sokrates’in son sözleri hakkında Eflatun’un söylediklerini temel alarak horoz borcu mevzuunda ilerlemeye devam edelim…
Eski Yunan kültüründe “kurtarıcı” ve “sağlık ve hekimlik tanrısı” olarak kabul edilen Asklepios, mitolojide müziğin, sanatların, güneşin, ateşin ve şiirin tanrısı ve dahi kehanet yapan, aynı zamanda kahinlik yeteneğini diğer insanlara da transfer edebilen bilici tanrı Apollon’un oğludur. Asklepios, Hazret-i İdris Aleyhisselâm ile de ilişkilendirilen meşhur kadüsenin de sahibi olarak bilinir. İlerleyen bölümlerde kadim sembollerden kadüse ile ilgili mustakil bir yazı kaleme almayı düşünüyoruz.
Evet; Sokrates, Asklepios’a bir horoz borcu olduğunu söyler. Eflatun’a bunun ödenmesi gerektiğini ihtar eder. Sokrates, son sözleriyle aslında bütün bir Yunan toplumuna “yaşanmaya değer hayat” hakkında sağlam bir ipucu veriyordu. Bu çerçeveden bakıldığında, Niçe’nin ironik yaklaşımı, yani “Yaşamak-uzun uzadıya hasta olmak demek” sözü ile ne demek istendiği daha iyi anlaşılır. Hasta-haste kelimesi, lûgatta “istemek” mânâsınadır. Her önüne çıkan kişiye, “yaşanmaya değer hayat hakkında ne düşünüyorsun? sorusunu soran Sokrates’in “yaşamak” ve “hasta olmak” arasında sağlam bir bağlantı kurmak istemesi çok manidardır. Bilindiği üzere, insanoğlunun babası veya atası olan Hazret-i Âdem Aleyhisselâm hatası yüzünden dünyaya sürgün edilmiştir. İBDA fikriyatından biliyoruz ki, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın dünyaya sürgün edilmişlik hâli, onun halifeliği görünsün diyedir.  Hâl böyle olunca, “varoluşunun hakikatini yakalamak” için kendisine “tehlikeli” bir hayat bahşedilen insanoğlu, şu fani hayatta hastalıktan kurtulmak için “Mutlak Hakikat” veya “Mutlak Varlık” olan Allah’a ihtiyaç hâlindedir ve bu çerçevede insanoğlu, Allah’ı dilemek ve istemek zorundadır. Bu, Sokrates’in sözünden bizim çıkartmamız gereken en önemli bir ders olsa gerektir.
Not: Her insan kendi hayatını yaşar. Ve bir kere yaşar; ikincisi yoktur. Sonunda ya cennet veyahut da cehennem vardır. Bundan dolayıdır ki, tehlikeli bir süreç söz konusu. Ve yine bundan dolayıdır ki, hayat, tehlikeli bir oyundur. “Oyun oynanan yer” olarak bilinen stad kelimesinin “tehlikeli yer” mânâsı çok manidardır. Evet; hayatın “şakası ve tekrarı olmayan” bir tür oyun olduğunu kabul edelim ve bu oyunun oynandığı yerin dünya sahnesi olduğunu her daim aklımızda tutalım... Oynanacak oyunun kuralları ya beşer aklına göre veyahut da Şer’î ölçülere göre belirleneceğini söylemeye gerek yok… Bu çerçeveden olarak;  İBDA Mimarı’nın, Kültür Davamız isimli eserinde söylediği veçhile:
“Dünya bir tiyatrodur, kimine reisicumhur rolü düşmüştür, kimine çöpçü; ve rolünü en iyi yapan alkışlanır!” 

Dipnotlar
1*http://www.nabizhaber.com/av-ali-riza-yaman-yazdi-devrimci-dervis-17870h.htm
2*http://www.nabizhaber.com/av-ali-riza-yaman-yazdi-devrimci-dervis-17870h.htm
3*http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-b-yedi-agizdan-cikani-kulak-isitsin-402-h4136.html
4*Necip Fazıl, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, bd Yayınları, 24. basım, İstanbul, 2016, sh. 25.
5*Arapça bir kelime olan falan, lûgatta “söylenmek istenmeyen ya da söylenmesi gerekli görülmeyen bir özel adın yerine kullanılır.”
6*Friedrich Nietzsche, Putların Alacakaranlığında, a.g.e., sh. 21.
7*http://fatihkansoy.com/sokratesin-savunmasi-son-dakikalari/
8*Friedrich Nietzsche, Putların Alacakaranlığında, a.g.e., sh. 21.
9*Friedrich Nietzsche, Putların Alacakaranlığında, a.g.e., sh. 26.
10*Friedrich Nietzsche, Putların Alacakaranlığında, a.g.e., sh. 21.

Baran Dergisi 578. Sayı