İhracatın dahi ithalata bağlı olduğu memleketimizde, kimilerine göre dış operasyonlar kimilerine göre ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “faiz sebeptir enflasyon netice” tezi çerçevesinde Merkez Bankası tarafından alınan faizleri düşürme kararları dolayısıyla döviz kurunun yukarı yönlü hareketi bir süredir devam ediyor. İthalata olan bağımlılık ve devlet tarafından ihracata yönlendirilen üreticinin malını iç piyasa doyuma ulaşmadan dışarıya satması, içeriye satarken ise ihraç ettiği fiyatı baz alması, halkı 70’li yılları andıran bir zam furyası ile karşı karşıya bıraktı. Kurun yukarı yönlü her hareketinde marketlerdeki etiketler değişti, internet üzerinden yapılan alışverişlerde fiyatlar “güncel”lendi. Cemiyetin ekserisi istikbale endişeyle bakarken, neredeyse tüm Türkiye, an be an piyasadaki çalkantıyı takip etti. Sosyal medyada günlerce bundan başka hiçbir mesele konuşulmadı. Döviz bürolarının önünde kuyruklar oluştu. Bilhassa 20 Aralık Pazartesi günü piyasaların açılmasıyla birlikte en anormal yükseliş yaşanırken, Dolar’ın 18, Euro’nun 20, gram altının ise 1000 TL’nin üzerine çıkmasıyla yangın büyüdü, bir gayya kuyusunu andıran sosyal medyada ise yer yerinden oynamaya başladı.
Bu karamsar tablo Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabine toplantısı sonrası yapmış olduğu açıklamalardan sonra yerini “zafer” havasında birtakım kutlamalara bıraksa da, sis perdesi hâlâ dağılmış değil. Zira Erdoğan’ın konuşmasından sonra döviz kuru resmen uçurumdan aşağı yuvarlandı. Piyasalar kapalı olmasına rağmen hızla düşmeye başlamasını takip eden panik satışlarıyla dolar 12’li rakamları gördü, ertesi gün ise bu kez satış için döviz büroları önünde kuyruk oluştu. Aradan 24 saat geçmeden dolar 18’den 11 seviyesine kadar indi, yâni yüzde 40’a yakın değer kaybetti, akabinde ise 13 lira civarına oturdu.
Ekonomiyi yönlendiren temel saikin insan psikoloji olduğu düşünülürse Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hesabı belki de beklemediği kadar tuttu. TL’nin ortada açık bir sebep yokken yaşadığı hızlı değer kaybı Erdoğan’ın açıklamalarıyla beraber daha da hızlı bir şekilde ters istikamete dönerken, Erdoğan’ı seven, destekleyen, fakat son günlerde içten içe “acaba” diyenlerin güvenini de tazeledi. Bir süredir oluşturulan, Erdoğan artık devleti yönetemiyor algısı bir anda dağıldı. Cemiyette TL’nin hızla güç kazanacağı bir döneme olmasa dahi dövizin artık uçmayacağı bir iklime girildiği yönünde bir intiba oluşturdu.
Erdoğan’ın konuşmasındaki “Tasarruflarını değerlendirirken kurdaki yükselişten kaynaklanan kaygılarını gidermek isteyen vatandaşlarımıza yeni bir finansal alternatif sunuyoruz. Bundan sonra hiçbir vatandaşımızın 'kur daha yüksek olacak' diye mevduatını Türk lirasından dövize geçirmesine ihtiyaç kalmayacak. Bu yeni araç şöyle işleyecektir; insanlarımızın bankadaki TL varlığını, mevduat kazancı kur artışından yüksekse bu getiriyi elde edecek. Kur getirisi mevduat kazancının üstünde ise aradaki fark doğrudan vatandaşımıza ödenecek. Bu kazanç stopaj vergisinden muaf tutulacak.” ifadeleri ani aşağı yönlü kur hareketinin oluşmasındaki kilit ifadeler olarak görülse de asıl sebep Erdoğan’ın hâlâ idare ve manevra kabiliyetini kaybetmediğinin görülmesiydi.
Peki, adı daha sonra “Kur Korumalı TL Vadeli Mevduat” olarak açıklanan yeni araç ile iktidar ne yapmaya çalışıyor olabilir?
Öncelikle iktidar, döviz talebini azaltmayı ve halkın mevduatlarını TL’de tutmasını amaçlıyor. Bu çerçevede paralarını TL mevduatında tutanlara kur artışından doğan farkı hazineden karşılama garantisi veriyor. Yâni paralarını 3-6-9-12 ay olarak belirlenen “Kur Korumalı TL Vadeli Mevduat”a yatıranlar, eğer ki kur verilen faiz miktarını aşarsa, faiz oranını aşan oran kadar da hazineden TL cinsinden para alacak. Mevzu bu…
Yeni yatırım aracının açıklanmasının ardından en çok sorulan sorulardan biri şu: “Parasını mevduata yatıranların, faiz peşinde koşanların kurdan doğacak zararı bizden mi tazmin edilecek?”
Zannediyorum iktidar, bu yeni enstrümana kazanma garantisi sebebiyle alakanın yüksek olacağını, dolayısıyla kazanma garantisinin verildiği yerde kurun mevduat faizinden daha fazla artma ihtimalinin zayıf olduğunu düşünüyor. Hatta, “Kur mevduat faizinin üzerinde bir artış gösterirse zararınızı karşılayacağım mevduatlarınızı TL'de tutun!” diyen devlet, bir tarafta garanti para varken kimsenin düşme ihtimali olan dövize rağbet etmeyeceğini, dolayısıyla kurun aşağı yönlü bir baskı altında olacağını, Merkez Bankası’nın ise piyasaya alım yönünde müdahale ederek hem kuru dengede tutabileceğini hem de kaybettiği rezervleri yerine koyabileceğini hesap ediyor. Bu durumda kurun yükselişi yerine daha kolay olan kurun düşüşünü durdurmak gerekiyor, çünkü üretime sekte vurmayan ve ithalatı teşvik etmeyen kur eşiğinde kalmak ehemmiyetli.
Evdeki hesap çarşıya uymazsa hazinenin gireceği yükün altından kalkması zor; bu sebeple “Kur Korumalı TL Vadeli Mevduat”, serbest piyasa tanrısını rahatsız etmeden sistem içerisinde bulunabilecek bir çözümse de “geçici” olmaya mahkûm bir palyatif tedbirden ibaret.
TL’nin dolaylı yollardan dövize endekslenmiş olması bile, bizim uzunca bir süredir üzerinde durduğumuz altına endeksli Türk lirasından beklenen fonksiyona benzer bir vazife gördü ve yangını söndürdü. Bu yangının bir daha çıkmaması ve vaziyetin sürdürülebilir olması için altına endeksli bir paranın TL’nin yanında tedavüle sokulması fikrinin gözardı edilmemesi gerekiyor.
Bir de faizle mücadele edildiği söylenirken kurun yükselişinin yine serbest piyasa ekonomisinin sac ayaklarından olan faize sarılarak engellenmesi meselesi var ki mevzuun en can alıcı noktalarından biri bu. Esasında yapılan tam anlamıyla sağ el ile sol kulağı göstermekten ibaret. “Kur Korumalı TL Vadeli Mevduat” sistemine katılım bankalarının dahil edilmesiyle faize yönelmek istemeyen halkın da korunacağı iddia edilse de maalesef halkı faize yönlendirmek mânâsını ihtiva ediyor. Zira, mevcut sistem her zaman girişimci ruhun ve üretimin bir zarureti olan borç ve kredi ihtiyacını faiz dışında herhangi bir yolla çözme imkânı vermiyor; faiz en düşük oranda bile olsa söz konusu olduğunda ise diğer tüm yollar kapanıyor. Erdoğan’ın konuşmasında bahsettiği yeni yatırım enstrümanlarının bir an evvel aktif hâle getirilmesi de burada ehemmiyet kazanıyor. Ve tabiî faizin olmadığı bir ekonomiden söz etmek için rejimin-sistemin topyekûn değişiminin zarureti bir kez daha kendisini gösteriyor.
Baran 780. sayı