Çocukluğumda mahallenin iskele meydanını aydınlatan, İstanbul’un havagazı ile aydınlatıldığı yıllardan kalan bir havagazı lâmbası vardı. Zamanla buna elektrik bağlandı, direğine de dört tane ampul takıldı. Fakat, rahmetli Talât yaşadığı sürece bu işe bir türlü akıl erdiremedi. Talât, İkbâl hanımın oğluydu, içkiyi de fazla severdi. Gündüzden başlar, hava kararıp sokak lambaları yanınca, Talât’ta kafayı bulmuş olurdu. Kayıkhaneden çıkar, ampullerin takıldığı havagazı lambasını sanki yeni görüyormuşçasına karşısına geçer, uzun uzun direği seyrettikten sonra, bu işe hiç aklının ermediğini gösteren hafif bir dudak bükme, baş eğme işaretiyle artık aşina olduğumuz meşhur tekerlemesini patlatırdı: “Bir direkte dört lâmba, tatbik tatbik üstüne” Bu artık Talât’ın eve gideceğinin işaretidir. Talât bir iskele bir sancak, yalpa yapa yapa yokuşa sarardı. Yerleşiklik kayboldu, artık hatıra da oluşmuyor. İnsanlar boktan sebeplerle bir yerlere bağlanıp, boktan sebeplerle de kopabiliyorlar.

Darbe ve darbecilikte bizde artık gelenek haline geldi. Darbe üstüne darbe yiyoruz. En son verilen muhtırayla da yenisinin yolda olduğunun müjdesini (!) aldık. Fakat, rahmetli Talât gibi benimde aklım bu işin gerekçesine pek ermedi. Yoldakinin gerekçesi şu: ‘‘Rejim bugüne kadar hiç olmadığı kadar tehdit altında.’’Bunun müsebbibi olarak ta AKP iktidarı gösteriliyor. Eğer, rejimi koruyup kollama görevini kendine vazife görenler, AKP iktidarının bu koruyup kollama görevini kendilerinden çok daha iyi yaptığını görmüyorlarsa veya görmek istemiyorlarsa bu işin içinde başka bir iş var demektir. Devletin içine çöreklenmiş oligarşik yapı, babasının malı gibi kullanmaya alıştığı güç ve iktidarı kaybetmenin paniği içinde, bir taraftan İslam’a olan kinini her vesile ile kusarken, bir taraftan da sistemini üzerine kurduğu kurumları yıkma pahasına her türlü kanunsuzluğu, hukuksuzluğu meşru gösterme sahtekârlığı içindedir. Oysa bunların sorgulamaları gereken husus, halka rağmen dayatılan bu sistem oturmamışsa, halk bunu benimsememişse bu sistemi kuranlar, gücü elinde bulunduranlar bu halka ‘‘entelektüel ve moral önderlik’’ yapamamışlar demektir. Bunu sorgulasınlar belki bir şeyler kafalarına dank eder.

Gelişmiş ülkelerde finanslaşmış kapitâli yöneten ve yönlendirenlerin görevini, bizim gibi ülkelerde sivil ve askeri bürokrasi üstlenmiş durumda. Onu da beceremeyip her seferinde ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar. Burnumuzun dibinde orta doğunun toptan işgâli, dünyanın yeniden şekillendirilmesi konuşulur ve bunun pratiği yapılırken hiçbir politika üretemeyip, laik, demokratik, sosyal hukuk devletine sırf hanımı başörtülü bir cumhurbaşkanı seçtirmemek için topyekun seferberlik ilân etmek başka türlü nasıl açıklanabilinir ki?

Şimdilerde bütün bu ittifâklar, iltihâklar, mitingler ve muhtıralarla yapılmaya çalışılan şu: Hem ekonomik, hem siyasal sistemi toptan felce uğrama tehlikesiyle karşı karşıya bırakmak, bunun yaydığı korkuyla halkı kıskıvrak yakalamak ve bedeli ne olursa olsun yönetimi en kolay çıkış yolunu gösterenlere teslim etmek. Yani tam faşistçe bir çözüm.

Yanılmıyorsam H.Bülent Kahraman yazmıştı. Bizim bir türlü batılılaşamamamızın temelinde yatan saik şu olsa gerek: “Batı geleneğin içinden moderni çıkardı; bizse modernin içinden gelenek çıkarmak’’ derdindeyiz.

 

BARAN DERGİSİ 22. SAYI

7 HAZİRAN 2007