Kendi insanı nezdinde bile inanılırlığını hepten yitirmiş olmalı ki, demokrasinin bir kandırmacadan ibaret olduğunu gören Batı insanı, yüzünü çoktan faşizme çevirmiş durumda… Tabiatında mündemiç kolonyal ve oryantal hasletler yeniden depreşti… Modern devletin sivil toplum düşüncesinin içine ustaca gizlediği şiddet tehdidi ve tekeli artık kendisini daha çok hissettiriyor.
Ufacık bir kartopunun çığa dönüşmesinde belirleyici olan en önemli faktör, arazinin eğimidir. Lâkin sınırsız esnekliği, bukalemunvari değişim ve uyum kapasitesi, farklı kültürlerden devşirdiklerini kendi öz malıymış gibi pazarlamaktaki becerisi; dünyanın farklı yerlerindeki siyasî ve iktisadî gelişmelerin amaçlanmamış sonuçlarını kendi lehine çevirmekteki kabiliyeti gibi temel özelliklerini dikkate aldığınız zaman, kapitalist tarihin, arazinin eğiminde de belirleyici olduğu görülecektir. Dolayısıyla, Kapitalist dünya-ekonomisi, her nöbet değişiminde, yeni ve daha gelişmiş kurumlar üzerinde yeniden yapılanmasını ve tekrarlanan yayılma süreçlerini, kapitalist grupların elinde oldukça iyi tesis edilmiş kamu ve özel kuruluşlarına olduğu kadar, yukarıda saydığımız temel özelliklere borçludur. Ancak, ne kadar düzenli bir örgütlenme biçimine, iyi düzenlenmiş kuruluşlara sahip olursanız olun, büyüme ve yayılma sonsuza dek süremez!.. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, iktidarlar da toplumsal ve siyasal düzeni ilelebet denetimleri altında tutamazlar… Sistem, kapsam ve teknik olarak karmaşıklaştıkça, branşlaşma ve dağılma da artar; yasal düzenlemeler katılaşır, resmî ve düzenli yapılar kendi içlerinde gayri resmî ve düzensiz yapıları üretmeye başlar; “Bütün”ün idaresi elden kaçar. Sonuçta, biriken muhakeme hataları hayatlarınız üzerinde etkili olur, sonu yıkımla biten trajik olaylara maruz kalırsınız! Meseleleri dış yüzünden tüm teferruatıyla bilen, ama tümleştirme sorunu yaşayan tüm o zeki, “iyi yetişmiş” kadrolarınıza rağmen hiç yıkılmaz diye baktığınız yapılar, hiç beklemediğiniz bir anda tuzla buz olur. Nitekim başlangıcında Amerikan tarzı “Fordist-Keynesgil” sermaye birikimi sistemine de, rejimin potansiyel gücünü tümüyle ortaya çıkaracak bir düzenleme biçimi olarak bakılıyordu. Lakin sermayenin finansallaştırıldığı 1970’li yıllarda krizle birlikte anılır hale geldi. Devlet güçleriyle malî güçler arasındaki hassas dengeyi sağlayamadığı için de çöktü. Ve denge, dünya nakdi üzerinde denetimini elinde bulunduranlar lehine değişti. Sorunun sistemden mi yoksa uygulamadan mı kaynaklandığı tartışma götürür ama Amerikan rejimi Vietnam’da askerî olarak karizmayı çizdirdikten sonra bu kriz, diğer krizleri de (ekonomik-ideolojik-meşruiyet) tetikledi ve Amerikan rejimi mevzilendiği tüm cephelerde gerilemek zorunda kaldı. Marx, “devletin yabancılaşmasını” ulusal borçlarla açıklar. Önemli ekonomistler de devletlerin borçlanmasını ve finansmanla aşırı bir biçimde uğraşmayı hoş karşılamazlar; bunları ekonomik çöküşün habercisi, nihaî krizini yaşayan büyük iktisadî güçlerin özelliği olarak görürler. Amerikan rejimi de uzun zamandır bu özelliklerin tamamını bünyesinde taşıyan bir rejim. Dolayısıyla, kapitalist tarihin hangi yönde seyredeceğini kestirebilmek için, öncelikle, çözülmekte olan Amerikan rejiminin kriz ve çelişkileri üzerinde yoğunlaşmamız gerekir.
Kapitalist tarih, Amerikan rejiminin eski yapılarının yıkıldığı, yeni bir sistemin yeni yapılarının kurulduğu yeni bir malî genişleme süreci başlatma emelinde. Lâkin kapitalizmin lider ülkesi Amerika’nın artık ne finansallaştırılmış sermaye için devletlerarası rekabeti denetimi altına alacak gücü var, ne de dünya sistemini yeniden düzenleyebilecek, inisiyatifi altına alabilecek iktidar ve birikim ağlarına sahip! Dahası, müttefik bulamıyor… Bulduklarını da Amerika’nın dünya gücünün yeryüzünde pekiştirilip genişletilmesinin muhtemel müttefiklerinin de çıkarına olacağı konusunda ikna edemiyor. Alt-üst hiyerarşisi temelinde yürütülecek bir müttefikliğe razı değiller. Batı Avrupa ülkelerinde terör olaylarının tırmanışa geçmesinin sebeplerinden biri de bu… Söz konusu ülkeleri terörle terbiye etmeye, kollarını bükerek hizaya getirmeye çalışıyor. Zira modern sonrası çağda; dünya ölçeğinde bir sermaye birikiminin içtimaî ve siyasî şartlarını oluşturmak, elde tutmak, daha büyük ve karmaşık yapılar üzerinde yeniden yükseltmek, önceki nöbet değişim süreçlerine nisbetle artık çok daha zor, hatta imkânsız! Geleneksel merkez açısından, işin daha da vahim tarafı; para gücü ilk kez Batılıların ellerinden kayıyor ve para gücüyle silah gücü farklı bir biçimde birleşiyor! Doğu ve Güney Doğu Asya da artık önemli bir güç ve dünyanın en verimli sermaye fazlası kaynakları bu gücün elinde… Kendisinin belirleyici olmadığı bir yeniden yapılanma sürecinde, bu kaynakları kendi rızasıyla teslim etmeyeceğine göre, zora dayalı bir el koyma girişiminin umduğu faydanın hilafına bir netice vermesi de mümkün. Zira böyle bir girişim, Amerikan sermayesinin kârlılığını ve dolaşım hızını artırmayacağı gibi, el koymayı düşündüğü kaynakların verimliliğini de azaltacaktır. Dahası, sonuçlarını tüm uzantılarıyla birlikte kuşatamadığı gelişmeler gündeme gelecek, para düzenindeki kriz, askerî krize, askerî sahada yaşanan kriz, dünya hâkimiyetinde meşruiyet krizine dönüşerek kendi insanı nezdinde bile inanılırlığını yitirme, dayandığı en büyük gücü, toplumsal konsensüsü kaybetme tehlikesiyle yüz yüze gelecektir. Nitekim kendi insanı nezdinde bile inanılırlığını hepten yitirmiş olmalı ki, demokrasinin bir kandırmacadan ibaret olduğunu gören Batı insanı, yüzünü çoktan faşizme çevirmiş durumda… Tabiatında mündemiç kolonyal ve oryantal hasletler yeniden depreşti… Modern devletin sivil toplum düşüncesinin içine ustaca gizlediği şiddet tehdidi ve tekeli artık kendisini daha çok hissettiriyor.
Dünya nakdi üzerinde denetimi, teknolojiyi, hayatî enerji kaynaklarını, medyanın kontrolünü ellerinde bulunduran, dolayısıyla Amerika’nın da sahibi olan “görünmez el”, İslâm dünyasını; insanlığı tümüyle yıkıma sürükleyecek karanlık bir çağın hazırlıkları içinde… Dünya imparatorluğuna gitme, bunun yapılarını kurma ve bu yapılara kaynak yaratma derdinde. Bunun için de yeni merkezlerde biriken sermaye fazlası kaynaklara, petrol zengini ülkelerin yaptırımlarına el koyma arayışında. Bunu ya rızaya dayalı olarak yapacak ya da bu kaynakları zorla ele geçirecek… Petrol zengini şeyhlerin-emirlerin yönetimindeki ülkelerin kaynaklarına el koyma konusunda bir sıkıntı yaşamıyor. Lâkin Doğu ve Güney Doğu Asya ülkeleri için aynı şeyi söylemek zor. Çünkü bu ülkelerin kaynaklarını denetimi altına alabilmesi için, ya bu ülkelerle ittifak yapmak ya da güç paylaşımına gitmek zorunda. Oysa kapitalist güçler bunu hiç istemiyor. Çünkü bu, hem bir zafiyet belirtisi hem de böyle bir durum, piyasaların üst katmanlarında kartların yeniden karılması anlamına geliyor. Dahası bu ülkeler Batılı değil. Onun için de diş geçiremedikleri Çin’i, Kuzey Kore üzerinden tehdit etmeye çalışıyorlar. Ancak unuttukları bir şey var: “Bir şeyin aynı, aynı olduğu şeyden başkadır.” Dünyanın birçok yerindeki hâkimiyet alanlarına, deniz aşırı ülkelerde kurduğu askerî üs ağına güvenerek dünya hâkimiyetine gitmek, fiilen mümkün gibi görünse de, bir yerde de “haritayı arazi yerine koymak” anlamına gelir ki, böyle bir durumda güvendiğiniz “aynı” her zaman aynı neticeyi üretmeyecektir. Çünkü bir “şey” olduğu gibi, bir şeyin fonksiyonu ve fonksiyonun farklı özellikleri vardır. Dolayısıyla, “bir şey” ve o şeyle özdeşleştirdiğiniz aynı arasında nisbetsizlik ne kadar fazlaysa, aralarındaki fark da o kadar büyük olacaktır. Yani, kapitalizmin lider ülkesi Amerika dünya imparatorluğuna gitmek isterken, dünyanın lider gücü olarak kalma niteliğini de yitirebilir. Nitekim piyasalarda belirleyici olan, milyonlarca orta ve küçük ölçekteki yatırımcıyı peşinden sürükleyebilen büyük yatırımcılar, devletler bazında iflasların yakın olduğu öngörüsünde bulunuyorlar… Böyle bir beklenti, şiddet tırmanışını da beraberinde getirmeye, piyasa ekonomisinin üzerine oturduğu ana zemini kaotik bir ortama sürüklemeye meyyâl bir gelişmedir. Nitekim kimi eyaletlerde ırkçı gösteriler büyüyerek ve genişleyerek devam ederken, iç savaş kaygıları da Amerikan medyasında açıkça dillendirilir oldu. Şiddet tırmanışının sarsıntılarının diğer eyaletlerde de hissedilmesi yakındır. Toplumdan saklanıyor olabilir, ama hem Amerika hem Avrupa kıtasında durum zannedilenden çok daha vahim… Koyu bir bunalım dönemi her iki kıtayı da alttan alta iyice sarmış durumda.
Kapitalist-modernist sistem, özü itibariyle, hiçbir meşruiyeti olmayan emperyalist emeller ve temeller üzerine bina edildi. Batı’yı Batı yapan değerler arasında, gerçekliğin peşinden koşmak, eşya ve hadiselerin teshirinde meçhule hürmet tavrı içinde olmak gibi eleştirel-makbul özellikler olsa da, başka kültürlerden devşirdiklerini de kendi öz malıymış gibi pazarlamak, her türlü rezilliği kılıfına uydurup yutturmak gibi bir özelliği de hep oldu. Ne var ki, iyisi ve kötüsüyle tüm bu özellikler, geç modernite ve post modern dönemlerde bünyeden mikroba geçti; bünye, kendi yok oluşunun bakterilerini yine içinde üretmeye başladı. Dehanın hür ibdaları yerine, ölçüp biçme çılgınlığı, karmaşa ve devşirme bir üslûb, modern kültürün hâkim bir karakteri hâline geldi. Ekonomisi gibi, sanatı, edebiyatı, bilim ve düşünce dünyası dengesini yitirdi. Taklid tutkusu, yozlaşma ve soysuzlaşma tüm kültür ürünlerine sinmiş durumda. Netice itibariyle “geleneksel merkez” yaşlı ve hasta; yani bitik! Bu hâliyle de sanki çekip gittiğini, giderken de yerini yeni bir sisteme ya da sistemsizliğe bıraktığının haberini verir gibi bir görüntü çiziyor. Dolayısıyla, illegaliteyi devlet politikası hâline getiren, zaten olmayan meşruiyetini hepten yitiren bir sistemin, tüm devlet gücü ve sermaye birikimiyle birlikte çökmesi hiç de sürpriz olmayacaktır. Ne yazık ki, kendi batarken dünyayı da dibe çekiyor! İnsanlığı ancak büyük bir ihtilâl-inkılâb vücuda getirmek istidadında yaratılmış bir DEHA kurtarabilir. Ve yüzyıllar var ki büyük bir fikir dünyayı köklerinden sarsmadı. Kimileri bunu ütopik bulabilir ama değildir; “tarihî an”a damgasını vuracak bu fikrin sarsıntılarını hissetmemiz yakındır. Bizler ironik bir biçimde, tüm dikkatimizi sıra dışı hadiselerin gerçekleşmesi ihtimalini asla ölçemeyecek modellere ve teorilere yönlendirmiş olsak da, aslında tarihin seyrini değiştiren bütün hadiseler, öngörülemez ve bilinemezdir. Hiç beklemediğimiz, her şeyden ümidimizi kestiğimiz bir anda ansızın çıkıp gelirler. Fakat, ne yazık ki, gerçek bilginin gaibin bilinemeyeceğini bilmek olduğunu bilmiyoruz!
Aylık Dergisi 156. Sayı, Eylül-2017