Hayreddin Karaman’ın “sigara” ile ilgili açıklamalarının ardından kıyametler koptu. Özellikle başörtülü yazar-çizerler tepki gösterdi. Kadın üzerinden ahlâk dersi vermeye çalışan “erkek tipolojisi”ne bir tepkiydi bu daha çok. Hayreddin Karaman’ın çirkin ifadelerini buraya almayacağım elbette, hepimiz okuduk. Freud’u mumla aratacak bir “ima”…
“Kaba softa – ham yobaz” tabiri vardır Üstad’ın, her devrin küfür yobazını da, dindar yobazını da kapsar. Ölçüleri ölçülerle boğazlamanın tipik örneği olan Hayreddin Karaman’ın ortaya koyduğu bakış, üzerine büyük gelen bazı sıfatların (büyük alim, müçtehid gibi) hakkını veremediği, basit bir meselede açığa çıkıverdi. İçtihad kapısının açık olduğu fakat o kapıdan geçebilecek çapta adam yetişmediği meseleleri yıllar önce Necib Fazıl tarafından ortaya konulmuş meselelerdir. Müçtehid denilen adam, sigaraya haram diyecek kadar ileri gidince, bir de bunu kadın üzerinden izaha kalkınca, hakikat gün gibi ortaya çıktı diyelim.
“Çağımız fikir çağıdır” diyerek “mütefekkir yetiştiren” Necip Fazıl’ın söyledikleri, Hayreddin Karaman vesilesiyle yeniden hatırlanmalı.
Cumhuriyet ideolojisinin yetiştirdiği “müçtehid”(!). İlahiyat fakültelerinden “âlim” yetiştiğini zannedenler, “hadis inkarcısı”, “tasavvuf düşmanı” profesör doktorları gördükçe herhalde uyanmıştır artık. Adam dini ilimler öğrenmeye gittiği üniversiteden dinin kaynaklarına düşman olarak çıkıyor, gerisini siz düşünün. Bizim ilahiyat allamelerine değil, üzerinde bulunduğu meselenin hakkını veren mütefekkirlere ihtiyacımız var. Hadis usulünü yeniden keşfedecek değiliz. Mezhepleri yeniden inşa edecek cüretimiz de olamaz herhalde. İslamoğlu gibi “İmamı Azam da adam, ben de adamım, ne farkım var” demesi gibi bir acziyet içine düşmeyeceğimiz de belli.
Burada sigara güzellemesi yapıyor değilim, yapacak olsam türkülerden şiirlere, kitaplardan resimlere pek çok “sanat” örneği verebilirim. Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim:
Sigaranın insan sağlığına zarar verdiği ispatlanmış (bilim kutsamış yani) bu sebeble haram imiş. Allah’ın “haram” etmediğini “haram” etmek cüretine nasıl gelindi? Sigara sağlığa zararlı. Buna kimsenin itirazı yok. Fakat şeker de sağlığa zararlı. Paketli gıdalar, kullanılan kimyasal ilaçlar, hatta ekmek yapılan buğday bile sağlığa zararlı. Onları da haram ilan edecek miyiz? Tekrar soralım; bu cüret nereden geliyor? “İmamı Azam da adam ben de adamım” diyenin bir üst basamağa çıkmış hâli.
Tütün’ün milattan yani Hazreti İsa’dan evvel kullanılmaya başlandığı, hatta tedavi amaçlı da kullanıldığı biliniyor. Zamanla yaygınlaştığı… Sanki tütün çağımızda ortaya çıkmış gibi davrananlara İslâm âlimlerinin geçmişte bu konuda tartıştıklarını ancak “haram veya helal” değil, “mekruh ve mübah” üzerinde durduklarını söylemeye gerek var mı bilmem? Mesela Abdülgani Nablusî’nin “Tütün İçmenin Hükmü Konusunda Kardeşler Arasını Bulmak” isimli bir risalesi vardır. (El Sulhu beynel ihvan fi hukmi ibadeti duhan). Hatta birbirlerine bu konuda şiirler yazarak cevap vermiştir Ebussuud Efendi ile Sinan Efendi (Altıparmak)… Velhasıl bu hususta bir görüş birliği olmadığı için, bugün “haram” diyen zevatı ciddiye alacak değiliz.
Gelelim edeb meselesine. Kadının sokakta, işte, evde nasıl davranması gerektiğine dair ahkâm kesmek için bunun şuurunun toplumda yaygın olması icab eder. En azından bunun için bir çaba, bir ıstırab çekmek gerek. Fakat neresinden tutsan elinde kalan bir toplumsal ahlak içinde, kadını oradan seçip, “tüm suç senindir” demek abesle iştigaldir. Ahengi tutturamadığın yerde de, ne desen boştur. Bir yandan bütün günahların normalleştiği bir toplumsal düzende yaşayacaksın, öbür taraftan kadını bu toplumun içinde var olması için teşvik edeceksin, sonra da toplumdaki bütün bozuklukları kadın üzerinden tenkid edeceksin. Suya gir ama ıslanma, ateşe gir ama yanma. İslâm ahlâkı topluma hâkim değil ki, oradan tuttuğun filin bacağı ile problemleri çözebilesin… Bütünü kaybetmişsin, parçalarla boğuşuyorsun. Sonra da yanılıyorsun.
Geldik mi yine tefekküre... Gelelim, çünkü bu meseleler önemli; sigara üzerinden iyot gibi açığa çıkan bir vaka olarak üzerinde durmak gerek. Hem de öyle bir durmak gerek ki, dini ilimlerin “bilgisine” sahip olduğu için topluma ayar çekebileceğini zannedenler de utanır belki. Bilgi eğer şahsında “parıldamıyorsa”, onunla meselenin çözümüne dair seni “yürütmüyorsa”, hiçbir anlamı olmayan gereksiz bir yükten ibarettir. Ne diyordu Büyük Doğu Mimarı:
“Genç adam, düşün! Evvelâ, insanoğlunun düşünmekten büyük haysiyeti olmadığını düşün!
Senin yaşadığın devirde insanların meşin toptan birer kafa taşıdığını ve bu topu dolduran havanın en basit fikri bile kavurup kül edici bir kezzap buharı olduğunu düşün!
Düşünmeyi düşün; düşünülecek her şey ondan sonra kuyruğa girer. Filozof: “Mademki düşünüyorum, öyleyse varım!” der. Ya biz ne diyelim?..
Bırak filozofu, milozofu: Kâinatın ve insanlığın Ufku, bir ân düşünceyi bilmem kaç yıllık ibadete denk tutar ve şöyle buyurur: “Yarabbi; bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster!” Aziz varlığın aziz aynası fikir… Düşün!
Seni karartmak isteyen tesirler evvelâ sende mücerret fikir istidadını, yani varlık şiarını körletmekle işe girişti. Bunu düşün!
Hiç bir kaptan haritadan, hiç bir şoför kilometre işaretinden, hiç bir doktor röntgen camından şüphe edemez. Fakat sen, Tanzimattan bu yana, önüne sürülen bilgi ve hakikat unsurlarından şüphe edebilirsin!.. İlimde bile dolandırıldın? Bunu düşün! (…)
Sana sürdürülen bu kaba ve nefsânî hayatın ötesine, varlık sebebine, hakikatlerin hakikatine ait uyandırıcı telkinler, senden cüzzam illeti gibi kaçırılmış, sana lâşe gibi gösterilmiştir. İnsanoğlunun biricik meselesi olan sonsuzluk iştiyakı ve onun ahlâkı, yaşanmaya değer hayatın hesabı ve onun duygu ve düşünce ölçüleri, onlarca sebze hâllerinin süprüntü eşyasıdır. Düşün!
Bunlar sende, dimağî cihazı kişniş şekerinin tanesi kadar küçültüp, hazım ve tenasül cihazlarını alabildiğine şişirmekten ve urlaştırmaktan başka yol takip etmediler. Bu gidişi görüp seni tezgâha çekecek ve beyninle tabanın arası büyük ruh imarına tâbi tutacak bir rejim de hiç bir gün kurulmadı.
Sen yalnız düşün!
Suç senin değildir!
Suçu irca edeceğin vâhidleri, sınıfları ve şahısları düşün! Düşün!
Sen, düşünmeyi düşünmekten başlayarak düşün, yeter!”
İnsanımıza “melekler dişi mi erkek mi?” seviyesinde “dini tartışmalar” üzerinden ayar vermek yerine, onların “kim” olduklarını, “nereden gelip nereye gittiklerini”, yani insanın temel meselesini yani “kendisini” hatırlatmak gerekiyor. Sonra toplum olarak bu “kimlik”lerden örülü bir demet olarak ahengi tutturabiliriz belki. Yoksa “o onu yaptı, bu bunu dedi, bütün bunlar şu sebepten” gibi dedikodularla günü geçirmekle, polemiklerle aslî meselelerinin üzerinden teğet geçmekle o ahenk tutmaz.
Baran Dergisi 552. Sayı