Çarpıcı Kitap düzenli olarak gönüldaşlarımızın kitablarını yayınlamaya devam ediyor. Bu kitapların çoğunu dergimiz sayfalarında tanıtmaya gayret ediyoruz. Bunlardan biri de, henüz yeni çıkmış olan Sebahattin Arslan’ın “Hayat Size Güzel” isimli kitabı.
Sebahattin Arslan ilk kitabı çıkmadan evvel, internetteki “facebook” sayfasında hatırı sayılır bir takipçi-okuyucu sayısına ulaşmış, onun kendi hayatından, özellikle 28 Şubat döneminde yaşadıklarından anlattığı küçük anekdotlar oldukça dikkat çekmişti. Bu hatıralarını kitap hâlinde yayınlaması bir noktada zorunlu hâle gelmişti.
Arslan, “Sıradışı Bir 28 Şubat Hikâyesi” isimli ilk kitabının ardından, cezaevinden çıkış, daha doğrusu “çıkamayış” sürecini anlattığı ikinci kitabı “Hayat Size Güzel”de, yine o çok tanıdık, samimi ve mizahî üslubuyla karşılıyor okuru. Pek kitab okumayan bir camiaya kitab yazmanın zorluğundan bahsettikten sonra ekliyor:
- “Kitab yazabilmem önündeki tüm bu dezavantajlar dışında bir başkası daha var ki, o da devlet babanın bizim için yaptığı “Bitmeyen 28 Şubat”ı yaşamaya devam ediyor oluşum. Ahmet Kaya’nın bir şarkısından mülhem, “yasal mermisiyle bir komiser yaklaştıkça”, ben yerleşik hayata ve sevdiğim insanlara “hoşçakal” deyip dörtnala koşuyorum. Fakat yine de bu mazeretlerin hiçbirinin ardına sığınmıyorum.
İlk kitabı zor şartlarda yazmıştım. İkinci kitabı daha zor şartlarda yazıyorum. Kumandan’ın bir eserinde geçen “tehlike zekâyı işler” sözünü hatırlatmak isterim. İnsan beyni ateş altında daha istikrarlı ve seri çalışıyor. Kafayı sıyırıp geçen mermiler insanın beyninin açılmasını sağlıyor. Ben de o mermilerden biri kafama isabet etmeden önce, oturup ikinci kitabımı yazmaya başlıyorum. Bakalım mermiler mi daha hızlı, yoksa kelimelerim mi?”
Kitap, 14 bölümden oluşuyor. “Özgürlük Getirmeyen Tahliye”, “Akıllı Girdiğim Tımarhâneden Deli Olarak Çıkışım”, “Nasibinde Varsa Dayak Yemek”, “Bizim İçin Bitmeyen 28 Şubat Yapmışlar” gibi dikkat çekici bölümlerde yazar, cezaevinden çıkmayı beklerken başına gelen “sıradışı” hadiseleri, sıradan hâdiselermiş gibi anlatmayı başarıyor.
Kitabı okurken, “bunlar gerçek mi?” dediğiniz çok oluyor; üstelik bu tür hâdiseleri yakinen duymuş, görmüş olsanız bile… Mesela, Adli Tıp’a “akıl sağlığı kontrolü” için kendi ayaklarıyla giden Arslan, orada yeni bir “hücre” macerası ile karşılaşmaktan kurtulamıyor. Onun akıl sağlığını kontrol edecek hocalar (!) malûm bir önyargı ile sorguya çekiyorlar yazarı. Ona sordukları arasında “Yahudilik” ve “Mehdi” meselesi gerçekten dikkat çekici. Bir insanın akıl sağlığını “Yahudileri sevmemesi” ve “Mehdi” hakkında ne düşündüğü ile anlamaya çalışmak “delilik” değil de nedir?
28 Şubat’ın, o dönemde bir şekilde cezaevine düşmüş insanlar için hiçbir şekilde bitmediğinin isbatıdır Sebahattin Arslan’ın yazdıkları… 28 Şubat’ın sadece “üniversitede başörtüsü yasakları”, “kamuda başörtüsü yasakları”, “askerlerin ve memurların özlük haklarının gasbedilmesi” vesaire gibi konular olduğu sanılıyor. Bunların hepsi de çözüldüğüne göre problem kalmadı diye düşünülüyor. Fakat Sebahattin Arslan gibi yüzlerce insan, hâlâ o dönemde mevzu olan yasaklara karşı çıktıkları için, meselâ bir protesto eylemine katıldıkları için, evlerinde legal bir kitab veya dergi bulunduğu için çok ağır cezalara çarptırılmış, müebbetle yargılanmışlardı. Yüzlerce insan bu hukuksuz yargılamalar sebebiyle cezaevlerinde ömürlerini tüketirken, pek çoğu da firar hayatı yaşamak zorunda hâlen. Darbecileri ve darbeleri artık ülke gündeminden çıkardığımızı zannederken, aslında “1000 yıl sürecek” tehditlerinin, o günlerde verilen “astronomik” cezalarla gerçekleştiğini ne yazık ki unutmuşa benziyoruz.
Bu anlamda, “Hayat Size Güzel-Bitmeyen 28 Şubat” isimli kitabıyla yazar, 28 Şubat’ın görünmeyen ve bilinmeyen hikâyesini anlatmaya devam ediyor. Bir nevi hâlâ 28 Şubat Darbesi’nin yükünü omuzlarında taşıyanların sesi oluyor.
Son sözümüz, “Hayat Sana Güzel”in sonsözü:
- “Kandıra F Tipi hücre yıllarımda, her gece bir umutla girerdim yatağa. Ertesi sabah güneş doğduğunda, Rabbim elbet bana da o güneşten bir parça ışık nasib edecek diye düşünürdüm. Karanlıkların içinden güneşi çekip göğe yükseltmeye kâdir olan ve geceyi sabaha kavuşturan Rabbim, beni orada yalnız bırakmaz diye umut ederdim hep. Gece olunca o umutla yatar, sabah olunca o umutla kalkardım. Her sabah kalktığımda, sanki mesaiye gider gibi üzerimi giyinip hazır kıta beklerdim o 10 metrekarelik tek kişilik hücrede.
Allah'tan bir mucize bekliyordum belki. Ne bileyim, işte belki deprem olur duvarlar yıkılır; belki Müslümanlar ihtilâl yapıp cezaevini basar, kapıları kırıp bizi oradan kurtarır diye.
Botlarım ayağımda, montum sırtımda, tıpkı bir asker gibi 10 metrekare hücrenin içinde sabırla mucizemin gerçekleşmesini bekledim yıllarca. Umudumu hiç karartmadım. Hiç yeise kapılmadım…
Ne var ki beklediğim mucize gerçekleşmedi ve ben yıllarca yattıktan sonra tahliye oldum.
Fakat neden sonra anladım ki, asıl mucize; Allah’ın bana o umudu vermesiymiş! Akşam yatarken yüreğime verdiği “umut ve heyecan” duygusuymuş mucize.
O senin yüreğinden umut ve sabır duygusunu alırsa, nasıl yaşayacaksın ki?..
Sabretmek, umut etmek, yahud şafağı gözlemek, ne büyük nimetmiş meğer...
İngiltere'de liman işçilerinin takımı olarak bilinen Liverpool'un Anfield Road stadı tribünlerinden 50 yıldır her maçta yükselen marş gibi:
 
Fırtınada yürürken başını hep dik tut,
Ve karanlıktan korkma sakın.
Çünkü sonunda altun rengi bir gökyüzü
Ve mutluluğun gümüşten şarkısını bulacaksın.
Hayâllerin sarsılsa da, alt üst olsa da,
Rüzgârda yürümeye devam et,
Yağmurda yürümeye devam et,
Kalbinde umutla yürümeye devam et.
Ve bil ki, hiçbir zaman yalnız yürümeyeceksin,
Asla ama asla yalnız yürümeyeceksin…”
 
Kitabı temin etmek için: www.kureselkitap.com
Tel: 0530 941 82 90
 
 
Baran Dergisi 443. Sayı