Büyük Doğu-İBDA Coğrafyası’nın içerisinde bulunduğu ahvâli, kapalı kapılar ardında görüşülenleri bilmeden sadece müşahhas hâdiseleri mütalaa ederek anlamak zor. Kimin elinin kimin cebinde olduğunun anlaşılması için bile çetrefilli bir zihin egzersizi şart; lakin doğru yerde durup ipin ucunu yakalayabilirsek resmi ana hatlarıyla çizebiliriz.
ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleriyle birlikte bölgede fiilî işgal dönemini açması, bölgedeki Batı karşıtlığını da zirveye taşıdı. Anti-emperyalist söylem İslâmî argümanlar temelinde açıklanmaya başlandı. Elbette çeşitli bölgelerin tarihî ve entelektüel ayrımlardan dolayı “İslâm’ın hâkimiyeti” söyleminin uygulanmasında pratikte farklılıklar ortaya çıktı. Bu farklılıklar üzerindeki itikadî tesirden de söz etmek gerekir.
Bu gün BM’de tezahür eden ve İslâm âlemi dahil pençelerini geçirebilecekleri her ülke ve toplumu denetimleri altından tutmak isteyen “emperyalist oligarşi”ye (ki, Çin, Rusya gibi ülkeler de bu tarifin hasrı içindedir-  karşı kurulabilecek tek yapı, tutarlı bir bütün fikir arz etmesinden mütevellit ancak Ehli Sünnet ve’l-Cemaat merkezli olabilir. Tarihteki yönetim tecrübesi göz önüne alındığında ise bu yapıyı teşekkül ettirebilecek tek güç Türkiye’dir. Bölgede bugün ön plana çıkan Şiilerin, Vahhabilerin ve daha nicesinin Batı ile kıyısından köşesinden bir işbirliği içerisinde olduğunu ve yine Batılılar gibi en büyük düşman olarak Ehli Sünnet vel Cemaat çizgisini gördüklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Batı ile işbirliği içerisindeki sözde Müslüman, özde İslâm dışı oluşumların ortak paydasını da İslâm düşmanlığı oluşturmaktadır; hâl böyle olunca da kendi içlerinde çatışmaları kaçınılmaz. Doğru tektir, yanlış sonsuz; siyaset gibi kaypak bir zeminde bile bu böyle. Şiiler ile Vahhabiler arasında yaşanan mücadeleyi görüyoruz.
ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri sonrasına denk gelen Arap Baharı paradigmanın değişiminde bir köşe taşı olmuştur. Batı Kaddafi’yi yalnızlaştırıp devirdikten sonra kendisini sahada aktif rol olmaktan geri çekmiş; bölgenin dinamiklerini uzaktan kumanda etme yolunu seçmiştir. Bu mânâda da Mısır’da Müslüman Kardeşlerle yapılan darbe bizce önemli bir durak. Bu duraktan sonra daha da belirginleşen yeni çerçevede anahtar, Batı tarafından parçalanarak kumanda edilmesi kolaylaşan ve işbirliğine yönelen grupların birbirleriyle olan mücadelesi… Antiemperyalist söylemin zayıflayıp hedeflerin içe yönelmesi…
Bu mücadelede Şiilerin ve Vahhabilerin ön plana çıktığını görüyoruz.
Müslümanlar arasında en büyük azınlık grup olan Şiiler, tarih boyunca Müslümanlara ayak bağı olmuş, birçok kez Müslümanları arkadan vurmuştur. Bu hâliyle işbirliği için fazlasıyla müsaittirler.
Suudların başını çektiği Vahhabiler ise Arapların Osmanlı’ya karşı tutumunu değiştirmek adına geliştirilen bir İngiliz projesi…
Müslümanlara olan nefretleri; kâfire olan nefretlerinden daha fazla… En büyük nefreti ise İslâm’a en az kendileri kadar zarar veren Şiilere duymaktalar.
Yemen’de İran destekli Şii Husîlerin yönetimi ele geçirmesinden sonra Suudlar, ABD’nin direktifleriyle beklenen bir operasyona girişti. Son dönemde Batı karşıtı söylemlerini artıran Türkiye de Şii yayılmacılığına karşı bu operasyonu desteklediğini açıkladı. Bu durum Türkiye’nin Suudlar ile iyi ilişkiler içerisinde olduğunu da göstermiyor. Keza Türkiye’nin hararetle karşısında durduğu Mısır rejimi de operasyonun destekçisi.
Yemen’de Şiilere operasyon için icazet veren ABD, Irak’ta tıpkı Saddam Hüseyin’e karşı olduğu gibi IŞİD’e karşı da Şiilerin önünü açmakta… Mısır’ın Batı destekli darbeci rejimine karşı tavır koyan, Yemen ve Suriye’de İran’ı karşısında gören Türkiye, IŞİD’i tıpkı ABD ve İran gibi kendisine tehdit olarak görmekte ve bu iki devletle aynı saftaymış gibi bir görüntü vermekte…
Bunun gibi onlarca örnekle bölgedeki denklemin ne kadar karmaşık olduğu tezi desteklenebilir; lakin bu içinden çıkılmaz bir denklem değildir.
Bölgedeki tüm güçler Batı tarafından girdabın içerisine çekilmişken; 2010’lu yıllar ile beraber içte yaşanan hâdiseler sebebiyle daha izole bir dış politika yürüten Türkiye girdabın biraz dışında kalmıştır. Türkiye hariç her devlet hesaplarında Batı’nın hissesine de yer vermektedir. İran, Irak’ta Batı’nın gazıyla hareket etmekte, Suudiler Batı’nın direktifleriyle Yemen’e operasyon yapmakta ve Mısır yönetimi ABD’nin kucağındaki Suud’un kucağında…
Batı’yla bir şekilde pazarlık içerisinde olan Şiiler ile Vahhabiler arasında çatışmadan mütevellit mezheb çatışması tezi çokça telaffuz ediliyor. Altını çizerek söylemek gerekiyor ki, bu iki fırka da İslâm dışıdır ve süren mücadeleye Müslümanlar arasındaki bir mezheb çatışması denemez.
2000’ler ile beraber Müslümanlar adına revaçta olan anti emperyalist söylem bugün yerini Şii ve Vahhabi karşıtı söyleme bırakmaktadır. Bunda da kendisini hedef tahtasından çıkarma gayretiyle Şii ve Vahhabileri karşılıklı bir çatışma ortamına çeken Batı’nın payı büyük.
1979 “İran İslâm Devrimi” ile Müslümanlar nezdinde meşruiyet kazanan İran’a bakış olması gereken şekle gelmektedir. Bugüne kadar Ehli Sünnet ve’l-Cemaat’e saldıran ve bu saldırıyı aralarındaki husumet sebebiyle göz ardı etmeye başlayan Şii ve Vahhabilerin kavgaları kendilerini bitirirken, Müslümanların da önünü açacaktır.
Bugün içinde bulunduğumuz karanlık dehlizlerin tepesinde güneş ışığı yavaş yavaş kendisini göstermekte; Türkiye’nin tutumu ve politikaları da daha elzem bir konuma gelmekte. Dikkat dağınıklığına mahal vermeden üretilecek politikalar, Ehli Sünnet ve’l-Cemaat kaynaklı ve Türkiye merkezli bir devletin zuhuruna zemin hazırlayıp İslâm dünyasının bütünlüğünü sağlayabilir.

ABD ve hempaları sonbahar günlerini yaşıyor aslında. Batı’da “erken bir kış” onlarla birlikte belki bizi de şaşırtacak. Hazırlıklı olmak lazım.


Baran 429. Sayı