BAĞLANMAK-BAĞLANMAMAK
Bir gün kıdemli dervişlerden biri, şeyhinin ziyaretine gelmiş. Kendisi çok zengin bir iş adamıymış ve şeyhine Ortadoğu’dan lezzetli ve pahalı bir tatlı getirmiş. Şeyh ve derviş, bu lüks egzotik yiyecekleri beraber yemişler.
Onlara hizmet eden genç derviş düşünmüş, “Ben bu yol uğruna kariyerimden vazgeçtim. Dünyadan ve dünyevî hırslardan vazgeçtim; şimdi de şeyhim bu dünyadan keyif alıyor, dünyevî şeylere ne kadar da bağlı.”
Şeyh genç adama dönüp bakmış ve şöyle demiş: “Oğlum, sen bağlanmamak nedir anlamıyorsun. Bağlanmak, Allah’ın lütuflarından zevk almamak demek değildir. Bağlanmak, Allah lütuflarını geri alınca onları özlememektir.”
Bir Hadis-i Şerif’te Peygamber Efendimiz en güzel yiyecekleri yememizi, ancak ölçülü olmamızı buyuruyor. Bu bütün yaptıklarımız için düstur olmalı. Dünyadan keyif alıp iyi yaşamalıyız, ama bunu hep ölçülü yapmalıyız. Dünyaya takılıp müptelası olmadan da ondan keyif alabiliriz.
TÜRK ANNELER
Oğlumu Türkiye’de yetiştirmek hiç de kolay olmadı; annelerin tamamıyla farklı zihniyetleri vardı. Türk anneler çocuklarına adeta tapıyorlar ve çocuklarının onlara bağımlı bir hayat sürmesine neden oluyorlar. Ben ise oğlumu kimseye bağımlı olmayacak şekilde yetiştirdim. Aynı şeyi kız çocuğum olsa da yapardım. Ebeveynler genellikle oğullarına istedikleri şeyi yapması için izin veriyorlar; ancak kızlarını neredeyse ev hapsinde tutuyorlar. Bu terbiye uyumsuzluğuna hiç alışamayacağım.
NİÇİN ÖLMEK İSTEMEM?
Ölmek istemiyorum; ama bunun sebebi ölüm korkusu değil. İnsanlara yardım edemeyeceğim, insanlara yararlı olamayacağım, çalışmaktan ve ibadet etmekten aciz kalacağım için ölmek istemiyorum. Çünkü artık muhtaçlarla birlikte, aşk mesleğini icra edemeyeceğim, öğretmen olamayacağım, anne olamayacağım. Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyuruyor: “Şayet ölmem gerekseydi, şu üç şeyin sevgisi yüzünden bu dünyada kalmak isterdim; biri secde etmenin zevki, ikincisi sıcak bir yaz mevsimine denk gelmiş Ramazan’da oruç tutmanın ihlası, üçüncüsü de insanların Allah için birbirine duyduğu muhabbet.”
NASIL ANNE OLMALI
İki ile altı yaş aralığında çocukların oynamaları, daha doğrusu susmaları için cep telefonlarını veren anneleri görünce içten içe acı çekiyorum. Bu modern anneler yalnızca kara cahil değil, aynı zamanda mantıklarını ve manevi hassasiyetlerini bütünüyle kaybetmişler. Kendi öz evlatlarının fıtratlarını bozuyorlar ama farkında bile değiller… Çocuklarını zehirlediklerinin farkında değiller…Öte yandan çocuklarına sürekli, “Düşme!” diyorlar. Sanki düşerse zarar görecek. Düşmeden nasıl yürümeyi öğrenebilir ki?
Evimizdeki atmosferle camilerdeki atmosfer bir olsaydı, dinin hayatımızı kuşattığını söyleyebilirdik. Bu bakımdan insanlar bana çocuklarını nasıl yetiştirmeleri gerektiğini sorduklarında, onlara şöyle cevap veriyorum: Evlerinizi sohbet ve muhabbetle doldurun, mutluluk yayın, güven telkin edin, onların sizin namaz için duyduğunuz aşkı hissetmelerini sağlayın. İşte o zaman çocuklarınız bu atmosferi teneffüs eder ve beslenirler. Artık onlara bir şeyler anlatmanız gerekmez. Eğitimde en etkisiz yöntem çocuklarla konuşmaktır.
NASIL BAKMALI
İrfan ve manevî tekâmülde bizden daha yukarıdakilere bakıp onlardan ilham almalıyız. Maddî mevzularda ise kendimizden daha aşağıya bakarak elimizdekiler için şükretmeliyiz.
HAKİKİ EŞEK
Padişah çok meşhur bir şeyhten camide kılınacak ilk Cuma namazı vaazını vermesini ister. Padişah maiyetiyle gelmiştir ve camide de müthiş kalabalık bir cemaat vardır. Cami o kadar dolmuştur ki, kimileri dışarıda namaz kılmak zorunda kalmıştır. Vaaz zamanı gelince şeyh efendi konuşmak için ayağa kalkmış. Tam o sırada bir saka kolundan tutmuş ve rica etmiş “Şeyhim, bana bir yardımda bulunur musunuz? Ben eşeğimi kaybettim. Sakayım ve kuyudan uzakta yaşayan insanlara su dağıtarak geçimimi sağlıyorum. Su taşıyabilmem için eşeğime ihtiyacım var. Eşek benim geçim kaynağım. Ve İstanbul’daki hemen herkes de burada. Kimse eşeğimi görmüş mü, bir sorar mısınız lütfen?”
Şeyh gülümsemiş, “Tamam oğlum” demiş. Sonra da sevgi hakkında bir vaaza başlamış. Cemaate sormuş, “Aranızda hiç âşık olmayan var mı? Kimseyi, hiçbir şeyi hayatında sevmemiş olan?”
Kimse cevap vermemiş. Kimse bir ihtimal aşktan habersiz olabileceğini itiraf etmek istememiş. Şeyh devam etmiş, “Mahcup olmayın. Dürüst olun. Hep beraber Allah’ın evindeyiz. Burada dürüst olun. Aranızda sevgi nedir bilmeyen var mı? Varsa ayağa kalksın…”
Nihayet bir adam kalkmaya cesaret etmiş. Şeyh, “Hiç âşık olmadığın doğru mu?” demiş. “Evet, ben kalbimde asla aşk hissetmedim. Kalbim hep kapalıydı.”
Bu adamı görünce iki adam daha ayağa kalkıp hiç âşık olmadıklarını itiraf etmişler. Şeyh sakaya bakıp, “Sen bir eşek kaybettin, ben sana üç tane buldum!” demiş  
DANS
Sahnedeyken hep boşlukta, boş bir alanda dans ettim; dünya sahnesinde dans ederek kendimi insanlara sunmaya çalıştım. İlahî huzurda ibadet ederek kendimi yaratıcıya sunmaya uğraştım. Dans, ruhsal ve bedensel bütünlükle ilgilidir. Bir dansçının arzusu, bitmeyen sonsuz bir akışa dalmak, orada eriyip kaybolmaktır. Ben her zaman, yüksek enerji akışıyla yücelen bir denize dalabilmek için beden hapishanesinden kaçmak istedim. Mutasavvıf da, aynı şekilde, bütün canlıların birliğini kutsar, vahdet okyanusuna dalar. Aşk ve hayranlık içindedir; kâinatta dönüp dolaşan rahmetin akışını över. Sanatçı da mutasavvıf da güzelliğin peşindedir. Sanatçı dünyaya, dünyevî imgeleri güzel kılmak için bakar; mutasavvıfsa yaratıcının ilahî güzelliğinin peşinde koşar.

Baran Dergisi 436. Sayı