Demokratik, laik, sosyal hukuk devletinde yerli ve yabancı sermayelerin saldırılarına mütemadiyen maruz kalan halk sınıfı… Hep ezilen taraf olan ve boğaz tokluğuna köleliğe razı olan; öyle ki bu kölelik haline bile şükreder vaziyete getirilmiş halk...
Bizden boğaz tokluğuna razı olmamız ve şükretmemiz beklenirken, büyük sermaye çevrelerinin kuyruğuna hiç basılmaması ve onların deveyi hamuduyla götürmesine ne demeli?
Hükümetleri iktidara şeklen halk getirirken, aslında sermaye çevreleri etkin olmakta ve hükümetler de sermaye çevrelerinin hizmetinde bulunmakta. Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelmeden önce, helikopterle iş adamlarının ayağına gitmesi ve sözler vermesi hatırlanmalı.
Açılan büyük mağazalarla, tüketim çılgınlığı ile, taksit ve kredi kartı tezgahlarıyla, borçlanma ile, sömürülen biz oluyoruz, sömüren ise büyük sermaye çevreleri… Ve dış borçlanma ile yabancı sermaye bu işin hasadını yapıyor. Yoksa bizi sevdiklerinden borç vermiyorlar.
Âdeta 70 milyon onlara çalışıyor; yabancı sermaye bir koyup iki alıyor. Bu ülke onlara cennet, bize cehennem! Emeğimizin çoğunu onlar alıyor, bize bir kemik atılıyor o kadar. İşbirlikçiler yani iktidardakiler ve yerli sermaye patronları ise, yüksek komisyon ve kâr alıyorlar.
Sokak ampullerinin vergisi bile  halka yansıtılacak, ekmeğe zam kapıda. Elektiriğe geldi zaten. Davutpaşa’da, işyerindeki patlamada ölenler için bir gazetenin şöyle bir dramatik manşeti vardı: “Ölümleri de kayıt dışı”
Egemenler tarafından laikliğe her dem vurgu yapılırken, sosyal hukuk devleti lâfta kalıyor. Zaten demokrasi de sık sık çiğneniyor. Kala kala karın doyurmayan ve bir tarifi de olmayan laiklik ilkesi kalıyor. Rejim kendini ne olduğu ile değil de, neye karşı olduğuyla tarif ediyor.
Laikliğin açıkça tarifi şu: “Laiklik, İslâm karşıtlığıdır…” Açıkça bunu söylemek işlerine gelmediği için kıvırıyorlar. Yok “din ve vicdan özgürlüğü”, yok “din ve devlet ayrılığı” deniyor. Fakat “Diyanet İşleri” devletin içinde bir kurum olarak yaşatılıyor.
Laikliğin Türkiye’de İslâm karşıtlığı olmasının sebebi de açık. İslâm’a yapılan ihanetler üzerine ve Müslüman halkın kanları üzerine kurulan bu rejim, her dem bunun hesabının sorulması ve intikamının alınması korkusunu taşıyor. Tayyip Erdoğanların güvence vermeleri bir şeyi değiştirmiyor, çünkü burada iş Tayyiplerin boyunu aşıyor. Bu hesaplaşmayı önlemeye Tayyip’in gücü yetmez, Tayyip de kendini ummadığı bir dalganın, anaforun içinde bulabilir. Zaten zaman zaman buluyor.
Bizim yaptığımız tarifin laikliğin gerçek tarifi olduğunun itirafı, Sabah’tan Erdal Şafak’ın 11 Şubat 2008 tarihli yazısında, hem de Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya’nın 1969’da verdiği “Atatürkçü Laiklik Politikası” konulu konferanstan delil getirilerek yapılıyor:
 “Şark kafasının Türk toplumunda kalmaması gerektiği ve dinci çevrelerin çoğulcu, demokratik siyasî bir hayat içinde birer siyasî kuvvet olmalarının kabul edilemez olduğu, bunun laikliğin temeli olduğu belirtiliyor. Türkiye gerçeklerinden hareket ettiğimiz andan itibaren, laikliğe bu ikinci temel unsuru ilâve etmek icab ettiği söyleniyor. Türk Tarih Kurumu’ndan yayınlanıyor. “Atatürk Konferansları” Tarık Zafer Tunaya’nın…
Aslında rejim, kendini ne olduğuyla değil de neye karşı olduğuyla tarif ediyor. Tek umdesi laiklik ile, yani İslâm karşıtlığı ile ifadesini buluyor. Refleksleri, hayat tarzları, dil ve diyalektikleri böyle. Varlık sebepleri tersinden İslâm çünkü. Üstad’ın “tersinden mucize” tespitinde olduğu gibi…
Sermaye çevrelerinin keyfi yerinde olunca ekonomi iyi oluyor, kasalarında biraz daralma olunca ekonomi kötü oluyor. “Mutlu azınlık” mutlu olunca, sanki bütün millet mutlu oluyor gibi! Onların cebi para dolunca, işler yolunda gidiyor gibi!
Bizim mutluluğumuz mühim değil. Onların mutluluğu bizim mutluluğumuz gibi sunuluyor. Bizi “Tom Amca” ile karıştırıyorlar anlaşılan. Kulübesinde mutlu olan ve efendisine duacı köle gibi.
Böyle bir gençlik de yok karşılarında. Her ne kadar gençliğin elektronik merakını, tüketim patlaması olarak istismar etseler bile… Bir meta olarak görülmek, sağılacak inek gibi görülmek kimsenin hoşuna gitmiyor. Sporla, eğlence sektörüyle, tüketim çılgınlığı ile oyalamaca nereye kadar sürecek?
Toplumsal patlamaya kadar tabii!
2008’de bütün göstergeler, ekonominin “sıcak gündem” olacağını ve başta Amerika olmak üzere yandaşlarının zor günler yaşayacağını söylüyor. Enflasyon yeniden yükselmeye başladı, bütçe açıkları K.Irak operasyonlarından dolayı arttı. Tarım istihdamı azalmaya devam ediyor, işsizlik artmaya devam ediyor.
Toplumsal patlamaya doğru!
Ancak o zaman “Sosyal Devlet” oluruz!



Baran Dergisi 58. Sayı