Murat Bardakçı’nın geçtiğimiz günlerde Habertürk’te “Cem Yılmaz” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Bardakçı, her nedense Cem Yılmaz’ın son gösterisine yapılan tenkitlere ve bu mesele etrafında dönen tartışmalara dahil oldu, keşke olmasaydı.
Cem Yılmaz’ı savunmak, yazma eserler kütüphanesi, musikişinaslığı, tarih araştırmaları, TV programları, bilgi birikimiyle saygın bir yerde duran Bardakçı’ya kaldıysa, eyvahlar olsun.
Murat Bardakçı, yazısının henüz girişinde, “Birkaç günden buyana bir Cem Yılmaz tartışmasıdır gidiyor…” diyor ve komedyenin yılbaşına özel Netflix’te yayınlanan “Diamond Elite Platinum Plus”gösterisine yapılan yorumlara âdeta Cem’in kardeşi Can Yılmaz’ın vereceği türden cevaplar türetiyor.
Bardakçı, “Kötü imiş, eski şovlarının yanında sönük kalmışmış, demek ki artık zamanını doldurmuşmuş, modası geçmişmiş, bitmişmiş” diye eleştirenleri, “Seyrettiğiniz bir gösteriyi beğenmeyebilirsiniz, ama bu gösteri TV’de yayınlanıyorsa yapacağınız tek bir iş vardır: Uzaktan kumandayı alıp kanalı geçmek!” diyor. Bunu yaparken de insanın seyrettiği şeyin modasının geçip geçmediğini anlaması için önce seyretmesi gerektiğini gözden kaçırıyor. Ee ne de olsa Cem Yılmaz, popüler kültürün türettiği bir tip; popüler kültürün doğurduğu “parasını verdim, istediğimi derim” anlayışından nasibini almaması da düşünülemez herhalde.
Bardakçı yazısına şöyle devam ediyor: “Bu iş bizde maalesef böyle olmuyor; yayın seyrediliyor, sonra bir küçümseme, hakaret ve aşağılama dalgasıdır geliyor! Hakkında ‘yaşlandı, bitti, öldü, defteri dürüldü’ gibisinden sözler edilen sanatçı da Cem Yılmaz; yani nerede ise çeyrek asırdır telâffuz ettiği her kelime, yaptığı her mimik ve attığı her bakış ile milleti kahkahadan kırıp geçiren bir sanatçı...” Cem Yılmaz nasıl bir sanatçı ki, her mimik ve attığı her bakış ile milleti kahkahadan kırıp geçiriyor? Ben şahsen, Cem Yılmaz’ın her söylediğine, her hareketine gülmüyorum. Bardakçı’nın bu söylediği şey doğru olsaydı, Cem Yılmaz için hayat ne kadar yaşanılmaz, tahammül edilemez olurdu değil mi? Cem Yılmaz iyi bir senarist, iyi bir aktör, iyi bir komedyen olabilir; ama onun iyi bir “sanatçı” olduğunu söylemek, “sanat” mefhumuna yüklenen mânânın sakatlığını fâş eder. Cem Yılmaz “sanat”ını icra etmeseydi cemiyetimiz yahut memleketimiz ne kaybederdi ki? Belki daha az lakayt, daha ciddi bir toplum olabilirdik. Bu da ancak tersine bir zayiat sayılabilir.
Bardakçı, yazısına şöyle devam ediyor: “Kaldı ki, zaman geçtikçe nesillerin mizah anlayışı da her zaman değişikliğe uğrar. Türkiye’de, özellikle de İstanbul’da devirlerinin büyük sanatçıları olan ve asırlar boyunca milleti güldüren meddahların, mukallitlerin, nekrelerin ve salon nüktedanlarının esprileri bugünün seyircisine hitap edebilmekten hayli uzaktır. Eski devirlerde seyredeni kahkahadan yerlere yıkan oyunların elde bulunan tek-tük metinlerini okuduğunuz takdirde ‘Millet bunlara mı gülüyormuş?’ diye hayret bile edebilirsiniz…”
Cem Yılmaz’ın kötü performansını savunmak için, meddahlardan, mukallitlerden misaller vermeye gerek yok. Yılmaz’ın çeyrek asırlık sahne performanslarını, filmlerini hemen herkes biliyor. Nitekim Cem Yılmaz’ın yılbaşı özel şovunu, eski performanslarıyla kıyas edip “bitmiş, eski tadı tuzu yok” diyor, eleştirenler. Cem Yılmaz’ın Fundamentals’i nerede, yılbaşında yayınlanan Diamond Elite Platinum Plus gösterisi nerede? Bunu anlamayacak ne var? Yani, Jimmy Carr, Dave Chappelle, Ricky Gervais’le kıyas etmiyorlar; demek etseler Bardakçı nasıl bir savunmaya girişecekti düşünmek bile istemiyorum.
Bardakçı’nın yazısından devam edelim:
“Cem Yılmaz, seneler önce sahnelediği ‘Bir tat bir doku’ şovlarından birinde ‘Gülmeye kılıf bulmayalım’ diyordu ama bulduk, hem de öyle bir bulduk ki! İnternet sitelerine ‘Bittin, bu işi artık yapamıyorsun, geber!’ diye yazan serserileri bile gördük!
Ortada tükenen ve yerlerde sürünerek biten bir şeyler hakikaten var ama nihayete eren Cem Yılmaz ve onun mizahî gücü değil, bizim bazı özelliklerimizdir: Gittikçe sertleşmemiz, tahammülsüzleşmemiz, başarıya ve başarılı olanlara karşı takdir yerine düşmanlık hissetmemiz, hoşumuza gitmeyen her şeyi ‘düşman’ görüp ağzımıza geleni söylemekten çekinmeyen hâle gelmemiz...”
Sanatçının bir görevi de milletin örf ve adetlerine yapılan taarruzlara karşı gelmek değil mi? Millet Cem Yılmaz’ı beğenmiyor, her esprisine gülmüyor diye kabahatli olamaz. Yaşatılan ve savunulan post-modern kültürün en hararetli biçimde savunduğu şey ehil yahut değil herkesin fikrini dilediğince beyan etmesi değil mi? Burada gösteriyi beğenmeyip küfreden, hakaretler savuranlardan söz etmiyorum, onlara söyleyecek söz yok.
Parıldayan her şey altın değildir, belki de Cem Yılmaz’ın son gösterisinde hissedilen şey budur. Güya dürüstlük iddiasındaki günahkarın, güya müminlik iddiasındakiler hakkındaki şakalarını da es geçmeyelim. Oysaki, Müslüman, bunlardan ikisi de değil; fakat memleketimizin çok alışık olduğu bir manzara bu. Hâliyle izleyicisine hadiseler karşısında yeni ve farklı bir bakış açısı kazandırmak şöyle dursun; Cem Yılmaz’ın bir süredir işittiği eleştirilere üstenci fakat bayağı bir dilde lâf yetiştirmeleri insanları fazlasıyla irrite ediyor. Finalde ise Cem Yılmaz, “Bakın ben Nasrettin Hoca’yı da nasıl hiç anlamadım.” dercesine huşunetle nokta koyuyor.
Bardakçı, “Tarih boyunca zaten az olan hoşgörümüz nerede ise hiç kalmadı, tavırlarımız eskilerin tâbiri ile ‘huşûnet’e, yani sert ve kaba bir hâle büründü.” diyor. Huşunetin kralını “espri” diye kakalayanlara gülmüyoruz diye hoşgörüsü azalan da biz oluyoruz. Bardakçı’ya gülüyorum, ağzımla değil, bütün huşunetimle!
Görüş: Oğuz Can Şahin