Sözün özünü başta söyleyelim ki mevzuumuz istikamet bulsun. O da şu; Batıcı dil ve retorikle dile getirilen “Kürt Sorunu” yanlış bir adlandırma ve tesbitti. Doğrusu İbda Mimarı’nın deyişiyle “Kürt’ün Sorunu nedir, ne olmalıdır?” şeklinde olmalı ve meseleler bu çerçevede tartışılmalı, çözümler bu minvalde masaya yatırılmalı ve mevzuun sadece Kürt’e mahsus olmadığı, Türk, Arab, Çerkez yahut Boşnak bütün topluluklar için aynı derecede önemli olduğuydu. Ancak gereksiz kibir, çirkin inat ve fikirsiz bir duruş, hakkı görmek ve tatbik etmekten ilgilileri alıkoydu. Şimdilerde bu meselenin neresi tutulsa artık elde kalıyor. Düzletilecek hiçbir tarafı kalmadığı gibi, her hamle karşı refleksi doğuran bir çatışma haline dönmüş durumda… Buna, tarafların neyi istedikleri, neyi savundukları, neye karşı oldukları konusundaki kafa karışıklıkları ve ideolojik travma halleri de eklenince durum ‘ilaçlık’ tedaviyi aşarak artık ‘cerrahi müdahale’ye doğru hızla evrildiğini göstermektedir.
CHP ve MHP gibi partiler Batıcı Kemalist rejim kıskacından, Ak Parti vb. partiler ise ‘demokrasi afyonu’ almış olmanın sarhoşluğu ile ne İslâm’dan ne Batı’dan, ne Anadolu insanından ne de Etiler, Nişantaşı ve Bebek gibi ülkenin kaymak tabakasından vazgeçebiliyor. Diğer taraftan güya bunlara ‘belli bir dünya görüşü ile’ karşı çıktığını iddia eden Marksist yahut ırkçı faşist güruh ise temsil ettiği milletin değerlerini tamamen dönüştürmeye ve savunduğu ideolojinin tam zıddı çerçevede çok uluslu kapitalist şirketlerin kölesi kılarak topluluk halinde uygarlaştırmaya(!) çalışmaktadır. “Ulusalcı devrim” anlayışı ABD-İsrail adına “KİRALIK ORDU” haline dönüşmekte ve bilerek, isteyerek hatta can u gönülden, kendi ülkesinin, kendi toprağının yağmalanmasına sevinmekte, yardımcı olmaktadır. Kendi insanını öldür(tt)üğünde histerik çığlıklar atıp zafer sarhoşluğu yaşayacak sapkınlaşmışlardır.
Önceki günlerde ABD-İsrail propagandaları ve yerli şebbihaların şeytanlaştırması ile hakkında sayısız kara propaganda yapılan ve efsane üretilen İŞİD Aynel Arab’a (Kobani) 20-30 kişilik bir grupla taarruz gerçekleştirdi. Orada işgalci bir konumda bulunan YPG-PYD güçleri şaşkına döndüler. Bu şaşkınlık ve panik hali Türkiye’deki işbirlikçiklerine de olduğu gibi yansıyınca HDP ileri gelenleri yalan yanlış can havliyle panik içinde tehditkâr açıklamalar ve “sivil katliamı” falan edebiyatı yapmaya başladılar. Hayır! Orda PYD ve HDP’lilerin dediği gibi “sivil katliamı” yoktu. Üç beş tane masum insan ölmüş doğrudur, ama bunun müsebbibi yine PYD ve PKK’dır. Bu Kürtleri oraya kim yerleştirdi?
Bugün Ayn el Arab’da (Kobani) da işgal edilmiş evler vardı, yağmalanmış eşyalarla kurulmuş evler vardı, oradan kovulmuş Arapların, Kürtlerin evlerine yerleşen günlerini gün edeceğini zanneden kimseler vardı. Evet, bir nevi “ev sahipleri evlerine dönmüş”tü. Ve yine PYD’nin ele geçirdiği köylerde kendi gibi düşünmeyen Kürtlere tahammül etmediği, yüzlercesini öldürdüğü, binlercesini tutukladığı ve on binlercesini de büyük bir kısmı Türkiye olmak üzere farklı yerlere göçe zorladığı bilinmeyen bir şey değil. Bunun neticesi olarak, bugün 10 binin üstünde Kürt savaşçısının olduğu söyleniyor ki, bu durum bölgede İŞİD’den güçlü bir Kürt örgütü olarak bahsetmeyi zaruri kılıyor. Diğer taraftan sanıldığı gibi İŞİD sadece Araplardan ve yabancı savaşçılardan müteşekkil örgüt değil. Şimdi ise bu insanlar evlerini, yurtlarını geri istiyorlar.
PYD-YPG-HDP’lilere açıkça sormak lazım; “bu insanların evlerini aldın sen, eşyalarını, yurtlarını aldın sen, tarlalarını, okullarını, işyerlerini yaktın yağmaladın sen. Ve üstüne üstlük yaşadıkları yerden kovdun onları. Ne yapmaları bekliyorsun, sana teşekkür etmelerini mi? Bunlar yüzbinlerce insan; her biri eline bir silah alsa senin kaçacak deliğin olmaz. Amerika bugün var, yarın yok. Peki, senin yaptığın bu zulme, bu işkenceye, bu yağmacılığa karşı bu insanlar harekete geçerse kimi yanında görür, “mazlum Kürt masum Kürt’ edebiyatı ile kimi inandırırsın?” Bugün gelinen nokta açık seçik şunu göstermektedir; “Mazlum ve masum Kürt” mevzuu edebiyatlaşmak üzeredir ve asıl mevzu şudur: KÜRT’ÜN DE TÜRK’ÜN DE ARAB’IN DA DERDİ NE OLMALIDIR, DAVASI NE OLMALIDIR, MESELESİ NE OLMALIDIR?
SEN İŞİD’Cİ MİSİN?
Eskinin “irtica, mürteci, yasadışı örgüt, Müslüman terörist” kara propagandasının yerini şimdilerde  “İŞİD” aldı… Allah’tan kitaptan bahset, ilimden irfandan, dinden diyanetten bahset, Allahsız köpeğin biri hemen oradan atlayıp “SEN İŞİD’Cİ MİSİN?” Lafa bak! Hemen cevap verilebilir bu soruya da hani ‘SEN DE OROSPU ÇOCUĞU MUSUN?’ diye, neyse az bir sabır çekip bekliyorsun. Sonra Müslümanları katletme yarışına girmiş, ABD ve İsrail’in çeteciliğini yapan katillere “yahu yazıktır günahtır, kıymayın Müslümanlara” diyorsun. Adam gibi konuşmasını bilmeyen ve ilmi hiçbir bilgisi olmayan üç beş şeref yoksunu atlıyor hemen “SEN İŞİD’Cİ MİSİN?” “Yok ben ananın takipçisiyim” diyecen “edeb” deyip susuyorsun? Ellerinde İslâm’a, Anadolu insanına hakaretler dolu pankartlarla hem de Ramazan ayında âlemi İslâm’a meydan okurcasına yürüyen BİR GRUP İBNE ve bu İBNELERE destek için en önde hareket eden vekillere “YAHU BU NE SAPIKLIK, BU İNSANLIKTAN ÇIKMIŞLIK NE?” diyorsun, sövsen mayışacak bu tipler hemen başlıyor konuşmaya sen “İŞİD’Cİ MİSİN?”. “Yok evladım ben domuz avcısıyım, şirketten gönderdiler” diyecen, artık tıkanıp, senin de İŞİD’in de deyip dalıyorsun. Ve anlaşılıyor o zaman senin kim olduğun.
Bugün batılı ve yerli işbirlikçileri tarafından yürütülen korkunç bir kara propaganda ve katliamları örtme çabası var. Tıkrıt’te Şiilerin yaptıkları katliamlar durmuyor, Lübnan ve Suriye’de Şii Hizbullah’ın işkenceleri dünya âlemin gözü önünde cereyan ediyor, kimse kınamıyor. ABD’nin başını çektiği koalisyon güçleri Telabyad’da taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmıyor; ABD, İsrail ve Fransız kiralık askerleri ile elele vermiş PYD güçleri kınadıkları İŞİD’in binlerce katı daha fazla işkence zulüm ve yağma gerçekleştiriyor, ama bizden ‘Kobani’ye ağlamamız isteniyor… Türkmenlere ağlayınca FAŞİST oluyoruz, Aynel Arab deyip ‘Kobani’nin eski sahiplerine ağlayınca İŞİD’çi oluyoruz, tehcir edilen evlerinden yurtlarından edilen Kürtlere ağlayınca ‘KÜRTÇÜ’oluyoruz… Böyle bir DİL, böyle bir politik anlayış olur mu? Düşmanın bile samimisi ve doğrusu makbul… Ahmak düşman nereye kurşun sıkacağını bile bilmez, döner kendini vurur. Bu mantıkla Şeyh Said El-Nakşibendi Hz.leri İŞİD militanı idi, yahud Ahmede Xani, hatta Mele Fegiye Teyran, Ubeydullah Nehri, Kadı Muhammed…
“SEN İŞİD’Cİ MİSİN?” sözü konuşmasını ve düşünmesini bilmeyen yahut muhatabının söyleyeceklerini işin hemen başında bastırmak isteyen zümre için önemli bir argüman oluşturdu. Bilhassa Ulusalcı Kürtlerde… Bunda elbette, “İslâmcılık” iddiasında olan belli bir kesimin ürkek, korkak, sırnaşık ve dalkavukça tavırlar içeren siyasi söyleminin de etkisi var. Bu ifade ve kara propaganda Güneydoğu illerimizde öylesine bir psikolojik baskı aracına dönüştü ki, neredeyse artık sokakta çarşaflı, uzun sakallı gezmek imkânsız hale geldi. Müslüman Kürt gençleri linç edilme korkusu ile sakallarını kesmiş durumda, aileler sokakta yürürken tedirgin haldeler. Devlet güçlerinin ‘müsaade eden-karışmayan’ yaklaşımları İslâm düşmanı bu zümrelerin ellerini iyice kuvvetlendirmekte ve şımartmaktadır. Bu durum halkın kendi kendini savunma refleksi geliştirmesine sebeb olmakta ve aniden patlak veren bir olay neticesi binlerce kişi aynı anda ‘linç ve intikam’ kültü ile harekete geçip ortalığı kasıp kavurmaktadır. “Bir şeyin hakikati neticesinde belli olur.” der İbda Mimarı. Şimdi sağdan soldan aldıkları cesaretle halkın dinine, namusuna, canına kastedenler yarın o zulmettikleri halkın eline düştükleri zaman ne olacaktır? Örneğini İhya Der Başkanının şehadetinde gördük. Şimdi de Ayne’l Arab’ta (Kobani) görüyoruz. Yarın Telabyad’da göreceğiz. Bugün o evlerden sürülenler, tarlaları yakılıp malları yağmalananlar evlerine döndüklerinde kendi evleri, malları üstüne çöreklenmiş bu kişilerle karşılaştıklarında nasıl davranacaklar sanıyorsunuz? Hangi tarihte Kürt başkasının evini, malını, yurdunu, yuvasını yağmalamış, hangi kitapta yeri var bunun? Bilhassa “kavmiyetçilik” hastalığından kurtulamamış sözde dindar Kürtleredir sözüm. Nihayetinde Kürtlerin masumiyet ve mağduriyeti elden gitmek üzeredir.
Açık ve net; Ehli Sünnet Ve’l Cemaat davasının yılmaz savunucu ve tavizsiz tatbikçisi olmaya gayret eden bizler ne İŞİD’e ne de başka bir gruba muhabbet nazarı ile bakarız. Fakat biz her çeşidinden KÂFİRİ, ABD ve İsrail gibi işgalci ve yağmacı ırz düşmanlarını can düşmanımız bilir, ona yeri göğü dar ederiz. Türkçü, Kürtçü, Kemalist yahut başka ..ist. herkes hesabını buna göre yapmalı…
FAŞİZM EDEBİYATI
Dergimizin önceki sayılarında işledik; “Kürdistanı bekleyen en büyük tehlike; Fikirsizlik” diye. Tamamlayıcı birkaç şey daha söyleyelim.
Ulusalcı Kürtlerin (yani Amerikancı Sosyalist Kürtçülerin) konuşacak alt kültürleri yok. Çünkü sadece karşı çıkmakla, karşı politika geliştirmekle hayat buluyorlar. Özde hiçbir verileri ve kültürel alt yapıları yok. Zaten “Amerikancı Sosyalist Kürtçü” tabirini de sırf bu yüzden kasıtlı olarak kullandım ki karışıklık görünsün. Bu karışıklık ve fikirsizliğin neticesi karşılarına kim geçse faşist – baasçı – feodalist - dinci olarak nitelendirip ezmeye, sindirmeye, mahkûm etmeye çalışmaktalar. Dilde yoksunluk, dilde birikimsizlik, dilde çıkar ve menfaat ilişkilerinin getirdiği çözümsüzlük ulusalcı Kürtlerin en büyük açığı iken, karşı oldukları kutbun zayıf ve geçmişi lekeli oluşu sebebi ile yürüyüşlerine devam etmektedirler. Bize gelince; Büyük Doğu ve İbda Mimarlarının örgüleştirdiği fikir çerçevesinde dili, ırkı ne olursa olsun, yurdu ve yuvası neresi olursa olsun Müslüman olan dostumuz İslâm’a kin ve nefretle bakan, Müslümanları katleden ve onların mallarını yağmalayanlar ise düşmanımızdır, böyle düşünüyoruz…
Salih Mirzabeyoğlu’nun günümüze ilaç birçok tesbitinin barındığı “Kürt Meselesi” röportajından:
“Kürt düşmanı olmakla, Kürtçü düşmanı olmak arasında bir fark var; Türk düşmanı olmakla, Türkçü düşmanı olmak arasında da... Türkçü ve Kürtçü, birbirine mislini söyleme hakkına sahibtir... Kürt düşmanı olmakla, malûm şekildeki görünüşüyle meselenin savunucularına olumsuz bakmak da ayrı şey..” (S. Mizabeyoğlu, Adımlar)
Şimdi FAŞİST kim? Kürtçülüğü bünyeleştiremeden sosyalizmle harmanlayıp Amerikan sosuyla hareket eden İslâm ve Anadolu düşmanları mıdır Faşist? Yoksa Anadolu insanına yaşam hakkı tanımayan Boğaz’daki Aşiret(!)midir Faşist? Kaldı ki sözümüz sadece Ulusalcı Kürtlere değil, Ulusalcı Türk ve Arablar da aynı minvalde sözümüzün muhatabıdır.
Seçim dönemini ve sonuçlarını hatırlarsınız; LBGT üyeleri, Ermeni, Yahudi ve Türkçü kimliklerini Sosyalizme yıkamış Bebek, Nişantaşı ve Etilerin sömürgeci para babaları, yani Kürdün ve Türkün gerçek katilleri ve işgalcileri bir andan nasıl seferber olmuş HDP üzerinden proje geliştirip Anadolu insanının esaretini uzatıcı tedbirler almaya kalkışmışlardı. Bugün ortaya çıkan durum işin vahametini daha bir çıplaklığı ortaya koymaktadır; Takvim'in haberine göre HDP, Türkiye'nin en zenginlerinin yaşadığı Etiler, Bebek, Nişantaşı ve Bağdat Caddesi gibi semtlerdeki seçim sandıklarından birinci veya ikinci parti olarak çıktı. İstanbul Boğazı'nın en önemli semti olan Bebek'te yüzde 45 rekorunu kırarak sandıktan birinci çıktı. Nişantaşı'nda HDP'ye giden oy oranı yüzde 80'leri aştı. Etiler'de ise HDP'nin oy oranı yüzde 20 olarak kayıtlara geçti. Hâlbuki bu semt daha önce HDP'ye tek bir oy bile vermedi.
Mesele burada oy vermek yahut vermemek değil; aksine Faşizm, Sosyalizm, Dinci falan gibi tabirlerin içinin boşluğunu göstermek ve Kürt ve Türk halkı üzerine oynanan oyunları daha iyi anlamayı sağlamaktır. Kimmiş faşist, kimmiş işgalci? Bu kaymak tabakanın derdi sadece kendi çıkarlarıdır; ne Kürt ne de Türk umurlarındadır onların. Yıllarca bu vatanın evlatlarını birbirine kırdırarak bugünkü saltanatlarını elde etmediler mi? Bugün onların huzuru neden kaçıyor, kimden ve niçin korkuyorlar? Belli değil mi?
MÜESSES REJİM DE SAHTE İSLÂMCI DA MASUM DEĞİL
Yıllardır zulüm üstüne zulüm yaptılar. Yapanlar belli, yapılanlar belli. Burada bir şeye dikkat etmek lazım; ulusalcı Kürtler ve bilhassa PYD-PKK’nın komünistliği, üçüncü sınıf sosyalist anlayışı saklı gizli bir durum değildir. Bunun üzerinden rejim güçlerinin yahut entelijansiyasının fikir üretmesi hem komedi hem de muhatabını haklı çıkarıcı bir diyalektik kurgu doğurur. Mesela, rejim entelijansiyası PYD’yi ABD işbirlikçisi diye suçlasa, eee sen nesin? Efendim oralarda Amerika üssü olacak! Eee senin her tarafın üs olmuş. Başta İNCİRLİK olmak üzere otuz küsur kadar üs vermişsin ABD ve diğer güçlere… Efendim onları ABD eğitiyormuş. El hak doğrudur! Ama sende de ÖSO ABD tarafından eğitilmiyor mu, 2000’li yıllara kadar üst rütbeli subayların ABD’ye eğitim için gitmiyorlar mıydı? Diyelim ki PKK-PYD ABD Irak’ta İŞİD’e karşı beraber savaşıyorlar. Ee, ne olmuş ki Türkiye de ABD’yle beraber Afganistan’da savaşıyor, Fransa’yla beraber Libya’da savaştı. Olmaz! Ne böyle muhalefet olur, ne böyle mücadele. Yepyeni bir nizam, tertemiz bir nizam, herkesi kuşatan ve sahiplenen bir nizam lazım… Yoksa tarafların hiçbiri gerçek bağımsızlık peşinde değil. Her biri kendine meşruiyet alanı bulabilme adına, ÇOK ULUSLU KAPİTALİZME VE SÖMÜRGECİ DEVLETLERE DALKAVUKLUK PEŞİNDE.
Çare yeni nizam, yeni insan, yeni yurt projesinde, yani BÜYÜKDOĞU’da.
NİHAİ OLARAK SÖZÜMÜZ VE ÇÖZÜM ÖNERİMİZ
Ulusalcı Kürtlere yakınlığı ile bilinen Zend Press Haber Ajansı’nın 1992’de İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu ile yaptığı röportajdan kısa bir anekdotla hem yazımızı noktalayalım hem de çözüm adresimizi göstermiş olalım: “Savaşlarda yitirilen erkekleriyle, erkek kıtlığına düşmüş Anadolu; dul kadın yetiştirmesi bir nesil... Bu nesil üstüne çökmüş Kemâlist rejim ki, her şeyi bir tarafa, eğitim sistemi İslâm düşmanı yetiştirmeye memur; güç, okuyup mevki sahibi olanda ve devri daim makinesi gibi, rejimin yetiştirdiği rejimi idame ettiriyor... Böylesine ezilmiş ve cahil insanların, rejimin devletin karakteri olduğu, devleti koruyorum diye rejimi koruduğu meselesini anlamasını bekleyemezsiniz... Bugün bile, kelli felli makam sahibi olmuş olmasına rağmen ordu çapındaki sürüyle ahmak, hem de Müslüman geçinmesine rağmen, devleti koruyorum diye Kemâlist rejimi koruduğunu anlamıyor... İslâmcı kesim, "devlet-rejim-düzen"in ne olduğunu bilmezlik içinde Kemâlizm'e gûyâ düşmanken âlet oldu ve oluyor ya; buna mukabil İslâm düşmanı -umumiyetle sol- çevreler de, gûyâ rejimi değiştirme kavgası yapma adına, rejimin İslâmî kesimi sindirme, saptırma ve kullanma adına geliştirdiği fikir ve hareketlere âlet ve destek olmuşlardır... İslâm'ın sözkonusu olduğu her yerde, hemen resmî ideolojinin seviyesiz motiflerine sarılarak onunla paralellik belirtmişler, ortamı daha garabet hâle sokmuşlardır: Müslüman "gerici", Kemâlist "ilerici", sol ondan daha "ilerici" ya; solcu, bir müslümanın gözünde "daha kâfir"; müslüman, bir solcunun gözünde "daha gerici"; neticede de Kemâlizm, (mevcut düzen), hem müslüman ve hem de solcu için, daha ehven-i şer(!)... Müslüman geçinen salak, devleti koruyorum derken Kemâlizm'i yaşattığını anlamaz, solcu geçinen ahmak da rejim değiştirme iddiasındayken, rejime âlet olduğunu anlamaz... Büyük Doğu-İbda olarak bildirelim ki, bu durum, idrakin iğdiş edilmiş olmasından başka bir şey değildir; mücerret fikir haysiyeti adına belirtilmesi gereken dava, Kemâlizm'in asıl buğz edilmesi gereken tarafı, ne İslâm karşıtlığı, ne dış yüz devrimleri, sadece idraki iğdiş etmiş olmasıdır... İncitici olmamak için, komedi diliyle fikir kelliğini gösterir misâller vermiyorum; ama fikir kelliğinden kurtulmak ve ulvî dava dilinden anlamak için gerekli adresi de verdiğimi sanıyorum... Şunu da memnuniyetle ifâde edeyim: Bahsettiğim olumsuzluklar, karşısındakinin ne olduğunu fark etme ve Kemâlist rejimin dolmuşuna gelmeme şeklinde bugün aşılmaya başlanmıştır... "Örnek çıkış" meselesine gelince: Daha önce de belirttiğim gibi, âlemde kendi kendisi için olmadan başkası için olabilen hiçbir şey yoktur... Güneş olmadan, ışığından bahsedilebilir mi?.. Ne oldun ki, ne olunmasını istiyorsun?.. Dikkat ediliyorsa, fikre bağlı harekette gözüm... "Hani fikir, hangi fikir?" davası... Bizim dünya görüşümüz, topyekûn insanlığa yapılmış bir teklif olan "Mutlak Fikir"den hareketle örülü olduğuna göre, Kürt meselesi için de örnek çıkış, bizim mensub olduğumuz fikir varlığımızdır, kendi çıkışımızdır... Kanun sınırı zedelenmeden söylenemeyecek olanlar bir yana, siyasî mücadele plânında, sözünü ettiğim keyfiyet ağacının bir cebhesi niteliğinde olma ve oluşturma işinin üzerinde olduğumuzu söyleyebilirim... Bahsettiğim mânâlar çerçevesinde bakarsanız: Olgular temelinde sadece ne konuşulduğunu değil, neler konuşulabileceğini de, Büyük Doğu-İbda kütübhânesi adresini vererek belirtmiş oluyorum... Sizi de iştirakçi görme umuduyla!..”(Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar)
Baran Dergisi 442. Sayı