Geçtiğimiz haftalarda Habertürk gazetesinin köşe yazarlarından Muhsin Kızılkaya, “Mehmet Akif ile Necip Fazıl!” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıda Necip Fazıl-Mehmet Akif mukayesesi yapılmış, yer yer inceden göndermelerde ve tesbitlerde bulunulmuş.
Kızılkaya yazısında, Necip Fazıl gibi büyük bir mütefekkir, davasını hâkim kılmak için ömrünü adamış bir mücadele ve aksiyon adamı, sadece bir “şair” olarak anılmak suretiyle, mücadele namına silikliği ile meşhur M. Akif ile karşılaştırılmış… Zira sadece “şair”lik genel kabulü ve İslâmcılık genellemesiyle değerlendirilerek sıklıkla düşülen bir hata bu. Bazılarının bunu art niyetlerinin tezahürü olarak yaptığını da söyleyebiliriz. Yazıda, “Acaba günümüzün İslamcıları, bir çeşit ‘evin gariban oğlu’ Mehmet Akif’i mi, yoksa mahalleye bir konaktan sonradan teşrif etmiş ‘matmazel mürebbiyenin büyüttüğü yüksek sosyeteden üstat’ Necip Fazıl’ı mı daha çok seviyor?” diye soran Kızılkaya’ya şu cevabı verebiliriz:
Mehmet Akif’in nasipsizliğj, rüzgâra kapılıp bizzat Abdülhamid Han’ın karşısında midesi bulanıp yüzü sararacak hâle gelmesinden; Üstad Necip Fazıl’ın basireti ise kimsenin ağzını açıp cesaret edemediği devirde Abdülhamit Han’ı hakkıyla anlatmasından rahatlıkla anlaşılır. M. Akif, Necip Fazıl’la mukayese edilemez. M. Akif, ortaya bir fikir, bir dünya görüşü koymamıştır, koysa bile onu savunamayacak mizaçta bir şahsiyettir, kendisini ömrü hayatında reformistleri ve görüşlerini destekleyen biri olarak tanırız.
Esas meselemize gelirsek. Biz, yazıda geçen “Necip Fazıl, devletin ‘okusun da memleketimizi muasırlaştırsın’ diye verdiği bursu Paris’te barda pavyonda har vurup harman savurur, kalanı da kumar masasında kaybettiğinde 20 yaşındaydı…” cümlesinden yola çıkarak; Üstad Necip Fazıl denilince şahsiyetli insanlarca akla ilk gelmesi gereken ortaya koyduğu fikir ve dünya görüşü iken, bir kesim tarafından neden illa “kumar”ın akla getirilmeye çabalandığını irdelemeye çalışacağız. Kızılkaya’nın yazısından bağımsız şekilde peşinen ifade edelim ki; Üstad Necip Fazıl’ın agora meydanına çıkmasından günümüze kadar, mevzu edilmesi gereken fikri iken, sanki doğumundan vefatına kadar kumarla meşgul olan biriymiş gibi sürekli bunun öne sürülmesi pespayelikten başka bir şey değil.
Necip Fazıl denilince…
Üstad Necip Fazıl Türkiye’de iki şekilde anılıyor. Bir kesim onu pespaye argümanlarla tenkid ettiğini zannederken biz ise fikri ve aksiyonuyla Üstad olarak biliyor ve kabul ediyoruz. Bu ucuz eleştirileri yapanlara, “Necip Fazıl geçmişinde yaptıklarını reddetmiştir ve onun çöpe attığını karıştırıp yanlışlarını bulmaya çalışmak bir Müslümana yakışmaz!” demenin artık kâfi gelmediği anlaşılıyor. Zira kumarın sosyolojik ve psikolojik tahlilini birçok kez yapan ve İdeolocya Örgüsü eserinde Büyük Doğu cemiyetinde kumar mefhumunun bütün şubelerinin yasak olacağını, bu işi tatbik edenin cezaya muhatap olacağını ihtar eden birini kumarla anmak ucuzculuktan başka bir şey değildir!
Aslında, ortaya yeni bir sistem koyan birinin dünya görüşüne laf edemeyenler, Paris’te oynadığı kumarı, temcit pilavı gibi sürekli ısıtarak acizliklerini “kumar” diye diye örtmeye çalışmakta, bunu da bir komploya dayandırmakta. Sanki Üstad bunların analarını kumar masasında kaybetmiş gibi bir nefret ve intikam ateşiyle kumar meselesini masaya yatıranlar şunu da bilsin ki, evet, gayet güzel oynuyordu kumarı, her şeyin olduğu gibi onun da hakkını veriyordu.
Kumar komplosu
Bir komplo olduğu açık olan hadiseden bahsedelim. “Necip Fazıl Kumarda Basıldı” başlığıyla verilen hadisenin bir komplo olduğu, bu baskını yaptıranlar tarafından itiraf edildiği halde, bu ahlaksız manşet gibi ahlâksız olanların dilinde dolanıyor. Üstad, “Benim Gözümde Menderes” isimli eserinde bu durumu vuzuha kavuşturması da görmezden gelinir. Çünkü maksat üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir.
Üstad Necip Fazıl’ın yazdığı yazılardan, çıkardığı dergilerden dolayı sürekli hapse girdiği dönem… İktidarda Adnan Menderes… Üstad, Büyük Doğu dergisinin kapağına 1954 yılını gösteren bir güneş resmi koyup o sene iktidara aday olacağını ilan eder. Menderes’in Başvekil yardımcısı Samet Ağaoğlu Meclis kürsüsünden Büyük Doğu cemiyetini tarassut altına alacağını ve irticai faaliyetlere izin vermeyeceğini ihtar eder. Buna karşılık Üstad, bir sonraki dergide en şiddetli cevabı verir. Bu hadiselerin ardından “Büyük Doğu Cemiyeti Umumi Merkezi”ne gizlice girilir, dosyalar karıştırılır ve birkaç mektup kaçırılır. Üstad’ın tespitine göre bu hırsızlık polis tarafından yapılmıştır.
Üstad bu sebepten dolayı işyerini koruması için hapishaneden tanıdığı ve o dönemde Beyoğlu’nda kumarhane işleten bir adamla görüşmeye karar verir. Kumarhaneye girer ve beklemeye başlar. İçeri girmesiyle beklemesi arasında çok fazla bir zaman geçmez ki, önceden planlanmış bir tezgahla karşı karşıya kalır Üstad. Polis eliyle koymuş gibi Üstad’ın hiçbir açıklamasına fırsat vermeden apar topar tutuklar ve önce Taksim karakoluna daha sonra da Emniyet Müdürlüğü’ne götürür. Mekânda bulunan birkaç kişiye ise dokunulmaz. Burada amaç, İslam davası güden birini “kumarhanede basıldı” gibi gösterip davasını ifsat etmek ve itibarını zedelemek. Bu mesele için Üstad, “İslam davasını dünya çapında bir fikriyatla müdafaa ve bütün sahte oluş ve erişlerin maskesini yırtıp atma kabiliyetinde bir adama tahammülleri yoktu. Benim naçiz şahsıma değil benden ve herkesten münezzeh İslam’a karşı harekete geçiyorlardı.” der.
Tezgâhı tertipleyen Vatan gazetesi, Üstad’ın tutuklanmasını “Necip Fazıl Kumarda Basıldı” manşetiyle verir ve kendisinden “Büyük Doğu Cemiyetinin yüce başkanı, İslam davasının ulu mücahidi Necip Fazıl…” diye yazılır. Maksat bellidir; Üstad’ın şahsında İslam davasına darbe vurmak… Üstad’ın önceden kumar oynamasının bir neticesi olarak kumar iftirasının tutacağı hesaplanarak tertiplenen bu tezgâhı idraksizler afiyetle yemiştir.
Demokrat Partisi’nin içindeki Yahudi ve mason eliyle tatbik edilen bu kurgu Menderesin dışındadır. Hatta bu komploda parmağı olan Samet Ağaoğlu da daha sonraları, “Kumar hadisesi senin şöhretini zedeledi, bir müddet bekle sonra meydanlara çık.” diyecek, Üstad’ın meydanlara çıkmasını istemeyecektir.
Ertesi gün Beyoğlu Sulh Ceza Mahkemesinde Ziya isimli bir hâkim, polislerin kumar diye bir şey görmediklerini söyledikleri halde para cezası verir.
Vatan’da çıkan Necip Fazıl haberi bir gün sonra tüm basında yer alır. Ardından Üstad Büyük Doğu’nun 54. sayısını çıkarır ve şu manşeti atar: “İşgal Ordusu Gazetelerinden Beter, Sözde Türk, Küfür Basını.” dergi çıktığının hemen akabinde toplatılır ve Üstad da tutuklanır.
Yapılan tezgâh itiraf edilir
Bu tezgâha alet olanlardan biri de Vatan gazetesinde çalışan Cavit Yamaç isimli solcu bir yazar. Ve yıllar sonra gazeteden atıldıktan sonra Üstad’a gelir ve yaptığı tezgâhı ve buna nasıl alet olduğunu itiraf eder.
İtiraf özetle şudur;
“Mâlum gece, işimi bitirmiş, gazeteyi bağlamış, tam gitmek üzere çıkıyordum. Kapıda kalık kıyafeti düzgün, otuz beş yaşlarında bir zat yolumu kesti. Adımla hitap etmişti. Çok mühim bir havadisi olduğunu, bunu gazeteye koymamı söyledi. Ben, gazetenin işinin sona erdiğini, basılmak üzere verildiğini kendisine bildirdim. Israr etti, vereceği havadisin müthiş bir şey olduğunu ifade etti. Bir ân evvel istirahate kavuşmak isteyen yorgun insanların ruh haleti içinde kendisine havadisin mahiyetini sordum. Senin Beyoğlu'nda bir kumarhanede basıldığını ve Taksim karakolunda ifade vermekte olduğunu söyledi. (Vatan) gazetesinin sana karşı olan hissiyatının âşinası olduğu belliydi. Beni otomobille Taksim karakoluna kadar götürmeyi, hâdiseyi gözlerime arzetmeyi teklif etti. Bir ân tereddütten sonra razı oldum: Yolda muhbire, adımı nereden bildiğini sordum. Kendisinin beni tanıdığını söyledi. Hâdiseye nasıl muttali olduğunu sorunca da kendisinin de basılanlar arasında olduğunu, fakat kolayını bulup kaçtığını bildirdi. Karakola beraber gittik. Sen ifade veriyordun. Bir polise ne olduğunu sorunca, o da bana muhbirin söylediklerini aynen tekrar etti. (Vatan) gazetesine döndüğüm zaman saat üçe geliyordu. Gazetenin kalıpları dökülmüş, basılmak üzere makinaya verilmişti. İşleri durdurdum, civarda oturan bir dizgi operatörünü uyandırarak (Necip Fazıl, kumarhanede basıldı) başlıklı havadisi dizdirerek gazeteye koydum ve yeni kalıplar döktürerek gazeteyi baskıya verdim. Haber, gazetenin politikası içinde birinci sınıf bir şeydi. Nitekim bunu ertesi günü, Yalman meşhur göz pırıltıları içinde ifade etti: (Güzel bir gazetecilik yaptınız, tebrik ederim.) Kılıç çarpışmasını arsenikten, yumruklaşmayı hasmının yatağının içine kobra yılanı koymaktan daha muteber sayanlardanım.
Bu açıklamam, o zaman içine yer ettirilen yaranın üstüne en küçük, en hafif bir pansuman olursa, kendimi mesut addedeceğim.”
Eğer karşımızdaki düşmanda birazcık ahlâk olsaydı, Üstadın kumarda basıldığı iddia edilen hadiseyi bu itiraf sebebiyle toprağa gömercesine büyük bir nefretle karşılayıp özürlerini beyan ederdi. Fakat mesele başka… Mesele, İslâm’a muhatap anlayışın dünya görüşünü örgüleştiren, Müslümanlara mücadele şuurunu oluşturan ve yeni bir dünya düzeni teklif eden Üstad Necip Fazıl’ı itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır.