Marx’ın başarısının tabiîliğindeki espriyi anlamak, O’nun içine doğduğu çevreyi, şartları ve kendine has özellikleri iyi anlamak ve değerlendirmekle mümkün. Marx, burjuva uygarlığı’nın sınırlarına eriştiği, kendini yeniden üretemediği, mekanik ve maddeci hayat tarzının toplumsal dokuyu tahrip ettiği; kokuşmuşluk ve çürümüşlük içindeki kültürel çevrenin yeni bir alternatif getiremediği bir dönemde yaşadı. Sanayi Devriminin parçaladığı toplumsal doku ve sebep olduğu yıkım neticesi bütün ümidini,inancını yitirmiş, kenarda köşede sahipsiz kalmış insanlar, dertlerine tercüman olacak bir kurtarıcıya tutkuyla bağlanmaya hazır haldeydi. Marx büyük bir ustalıkla, çağının genel geçer anlayışı pozitivizm üzerine bina ettiği mesajını, bir taraftan çaresizlikten kıvranan yığınların hislerine tercüman olacak şekilde; diğer taraftan, bütün bu ekonomik ve sosyal olumsuzlukların ancak sosyalizm tarafından çözülebileceği fikrini,bilimsellik anlayışı rasyonalizm ve materyalizmden ibaret bir döneme uygulayarak başarılı oldu. Sosyalist dünya cenneti fikri milyonlarca insan için yeni bir ümit olmuş, hayatları yeni bir anlam kazanmış; uzun zamandır hiç mühim olmamış insanlar ilk defa adam yerine konmuştu. Sonuçları itibariyle basit ve sınırlı, fakat düşünce sistemini değiştiren (uygulanamıyor ama öğretilebiliyor) Marksist afyonu yutmaya hazır yığınlar kurtarıcısını bekliyordu.
Marx’ın başarısındaki diğer bir özellik, marksizmin metafizik karakteridir.Marksist diyâlektiğin temel ilkelerinden bilimselliğin sağlayamadığı başarıyı marksizme bu dini karakteri verdi.İnananlarının gözünde; tarihin ekonomik yorumu (tarihi materyalizm) bize, insanlık tarihinin tüm sırlarını çözmemizi sağlayan sihirli anahtarı sunar. Gizli kalmış ne varsa her şeyi deşifre etmemizi sağlar. Böylece hayatımız bir anlam kazanır. Artık elimizde hadiseleri, gelişmeleri değerlendirmek için kendisine baş vuracağımız, referans alacağımız; bize kurtuluş yolunu gösteren mutlâk bir sistem vardır. Marksizmin müridleri için bu sistemi eleştirmek sadece hata değil ,aynı zamanda büyük bir günâhtır. Marksist doktrin dışındaki her türlü yorum, analiz yalnızca entelektüel bir yetersizlik değil, ahlâki bir cezalandırmayı da hak etmektedir. Siyaseti ekonomik sistemin yapısı belirlediğine göre, insanlığı kurtarmak için çırpınan, kurtuluş reçetesini eline geçirmiş, fikrî metabolizması düşük yarım aydın ve gençleri etki altına almak; halkın ayranını kabartacak nutuklarla kitleleri yönlendirmek; işten bile değildir. Tek başına fikir yürütmekten aciz, ama Marx’ ın hazır reçetesini elinde bulan bu insanlar, tüm meseleleri kolayca çözmekte, dünyadaki gelişmelere yorum getirmekte; siyasi, iktisadi her türlü olayı kavramaktadır. Eh… Elinizde böyle sihirli bir değnek varken kim size ne diyebilir ki!
Komünist Manifesto’da “toplumun tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir” tanımlamasıyla, tarihi dar ve sınırlı bir anlayışa hapseden Marx, hem sınıf bilinci hem sınıfların tasnifi hem de sosyal sınıfların ele alınmasında, ustası Ricardo’nun parlattığı zokayı tamamıyla yutmuş görünüyor. Bunları formüle ederken kullandığı analiz metodunun yetersizliği, kendisine başka çarede bırakmamaktadır. En başta, sınıf bilinci açısından tamamen yanlış ve haksız,maksatlı bir yansıtma söz konusu: Zira, işçinin bütün hayali küçük bir burjuva olabilmektir. İşçi olarak kalmak, belki de en son isteyeceği şeydir. Sınıfların tasnifi konusunda tarih anlayışımız, toplumlar ve sınıflar arası kültürel farklılıkları yorumlayışımız, toplumsal sistemin işleyiş tarzındaki değişiklikleri belirleyicidir. Bu tasnifte toplum bütününü tüm çıkar, düşünce ve özellikleriyle göz önünde bulundurmak zorunludur. Baz alacağımız kritere göre tarihi yorumlayışımız farklı olacaktır. Örneğin, mülkiyeti baz alırsak toplumu sömüren, sömürülen gibi bir sınıflamaya tabi tutarken; ırkları baz alırsak insanlık tarihi ırkların mücadelesi, işbölümünü baz alırsak, insanlık tarihi meslek gruplarının mücadelesi olacaktır. Böyle bir tasnif bütünü göz ardı eden basit ve sığ bir ayrımdır. Sonuca sorunların karakterini değiştirerek varmaktadır. Oysa, “bütün kendisini oluşturan parçaların toplamından fazla bir şeydir ve her parça yalnızca diğer parçalardan değil, bütünden etkilenir.”
Netice olarak, kapitalizm gibi Marksizm de insanı düşünememiş; göz ardı etmiştir. Her ikisi de Avrupa merkezci bakış açısının ürünüdür. İçi boş sınıflandırmalarla insanlığı cenderede tutma girişimidir. İnsanlığa fazlasıyla sıkıntı çektirmişlerdir. Kapitalizm gibi Marksizm de bir burjuvazi ürünüdür.
Marksistlerin feodalizm ve burjuva devrimine dair tahlillerinin çoğu, Avrupanın üstünlüğü ve orjinalliği fikrî sabitine dayanmaktadır. Bizzat Marx’ın iddia ettiği, doğunun oryantal despotizm ile şekillendiği iddiası, batıcı “uygarlık kibri”nin Marksistlerce de içselleştirildiğinin göstergesidir ve oryantalizmin değişik biçimlerde devamıdır. İslâm’ın merkezde yer aldığı dünya sistemi(yeni dünya düzeni) olmadan, çekilen sıkıntıların bitmesi mümkün görünmüyor gibi.