Cumhuriyet rejiminin kuruluşu ile iktidardan düşen ve başsız kalan Müslümanlar, bu sefer Batı emperyalizminin içimizdeki işbirlikçilerine karşı yeni bir mücadele başlatmak zorunda kalmıştır. Böyle bir ortamda hem mevcut Batıcı rejimle mücadele eden, hem de çağının meselelerine bütüncül teklifler sunan tek hareket olarak Büyük Doğu hareketi zuhur ederek, kuru kuruya tekrardan ve tepki seviyesinde kalmaktan öteye geçerek, yine köklerine bağlı yepyeni bir fikir ve aksiyonla Anadolu’ya heyecan ve ümit getirmiştir.

Pozitivist ve ateist olan Mustafa Kemal, Lozan’da hilâfeti kaldırmak ve gayrimüslim (Batı) hukukuna geçmek şartıyla İngilizlerle anlaşarak Anadolu’da kurduğu Cumhuriyetle İslâm’ın kökünü kazımaya ahdetmiştir. Bir tırpan gibi Müslümanları biçmiş, dinî eğitimi ve ilimleri yasaklamış, isyan edenleri de İstiklâl Mahkemelerinde cezalandırmıştır.

Karanlık ve aşağılık bir döneme topyekûn bayrak açan ve İslâmcı mücadeleyi başlatan ise Necip Fazıl olmuştur. 1943 yılında Büyük Doğu dergisiyle cemiyet meydanına atılan Necip Fazıl, sistemli İslâmcı mücadelenin başlatıcısıdır ve kökleri kesilerek kurutulmaya çalışılan İslâm ağacının tekrar Anadolu’da yeşermesine sebeb olmuştur. Onun 40 yıla varan destansı mücadelesi, 1979’da (Hicrî 1400) bayrak değişimi şeklinde Salih Mirzabeyoğlu eliyle yeni bir ivme kazanmış, Büyük Doğu davası İBDA eliyle yürütmüştür. 1975’ten 2018’e kadar 43 yıllık mücadelesinden sonra İBDA Mimarı da pek zengin eser ve emeklerini bizlere bırakarak perde ardına çekilmiştir.

Şunu ifade edelim ki, fikir ve hareket sistemi çizilmiş, davanın plan ve programı (stratejisi) ortaya konmuş ve mücadele pratiği de gösterilmiş olup, nihaî gayeye erdirecek kadrolara ve erlere iş kalmıştır. Zor ve meşakkatli kısmı olan temeli (dünya görüşü) kurulmuş, hedef ve istikamet belirlenmiş, hareket rayına oturmuştur. Bundan sonra iş daha rahattır ancak, rahat rehavete dönmemek şartıyla.

Üstad Necip Fazıl için İslâmcı mücadelenin fikir, aksiyon ve sanat mihveridir, diyebiliriz. Mesela, İslâm mücahidi ve iman kahramanı olan Said Nursî için İslâmcı mücadelenin başlatıcısı diyemeyiz. Çünkü o, imanları koruma derdiyle risaleler yayınlamış, dik duruşuyla da imanın bükülmez olduğunu göstermiştir; fakat Necip Fazıl haricindeki İslâmcı fikir ve cemaat önderleri gibi İslâmcı mücadelenin bir cemiyet modeli teklifi olarak ve iktidara talip olarak organize edilmesinden ve sistemli bir dünya görüşünden (sosyal, siyasî, iktisadî vs. bütün meseleleri kuşatan) uzaktır. Keza Süleyman Hilmi Tunahan da Kur’an Kursu mücadelesi ile tanınmış ve ötesine bir cevap vermemiştir. Necip Fazıl ise “Son Devrin Din Mazlumları” eserinde bu İslâm büyüklerini ve yaptıkları mücadeleyi haklarını vererek ortaya koymuştur. Ayrıca İBDA Mimarı’nın Adımlar isimli eserinde ifade ettiği üzere, Said Nursi’nin rüyasını gördüğü gençlik kadrosu İBDA’dır. Öbür İslâm büyüklerinin gaye ve muradlarını gerçekleştirecek olan BD-İBDA hareketidir. 

Türkiye’deki cemaat ve tarikat çevrelerinin de fikir, sanat, siyaset ve iktidar yani İslâmî bir dünya görüşü ve onun tatbiki plânında bir projesi yoktur. Bu noktayı biraz açalım: Ülkemizde tarikat çevreleri sosyal ve siyasî bir nizam önermiyor, birçoğu ise sadece sofulukla yetiniyorlar. Sofuluk mevzuuna açıklık getirelim. Hepimiz sofuyuz, cihad eden ise en büyük sofudur ve tehlike içinde Allah’a en yakın olandır. Eleştirdiğimiz, Üstad’ın dediği gibi, ham yobaz-kaba softalıktır. Ham sofudan kasdımız, cemiyet vazifelerinden ve cihad emri varken kavgadan kaçıp tesbihe ve zikre sarılanlardır. Zikir ve cemiyet vazifelerini birlikte yürütenlere ise ne mutlu!.. 

Nefs tezkiyesi işin temelidir ancak cemiyete adım attığımız an ne yapacağımızı bilmemiz ve ona göre tavır almamız gerekir. Yoksa düşüncede ve hatta itikadda da tereddütler baş gösterir. Sistemli, tutarlı ve siyasî bir toplum projesi olarak Ehli Sünnet ve tasavvufa bağlı bir dünya görüşü ve bunun mücadele merkezi olan BD-İBDA, Müslümanların temsilcisi ve tercümanı olmaktadır.

Necip Fazıl bir devrimci idi. O sadece fikir üretmekle ve şiir yazmakla kalmamış, bir gençlik yoğurmuş ve İslâm’ın iktidarı için didinip durmuştur. O’nun “Bir devrim gelecek evvela devrimi devirecek!” mısraında olduğu gibi, “Başyücelik Devlet İdeali”ni gerçekleştirmek için aksiyona soyunmuş, hapislere girip çıkmış, siyasî aktörlere kement atmış, son nefesine kadar boş durmamıştır. Son demlerinde ise “Kumandan” vasıflı Salih Mirzabeyoğlu’nu devşirmiş ve “aradığım genci buldum!” diyerek ona “İstikbal İslâm’ındır” eserini yazdırmıştır. Mirzabeyoğlu’na rehber ve pusula olmuştur.

Necip Fazıl bir tezle ortaya çıkıyor, çağımızın sosyal ve siyasî problemlerine İslâm’a göre çözümler sunuyor, bozulmanın köklerine inerek ve Batı’yı da muhasebe ederek, inşaî ve ibdaî oluyor. Onun değeri, Allah demenin yasak olduğu bir devirde öne atılarak kahramanlık yapmaktan ibaret değil, idraklerin iğdiş edildiği ve geçmişle bağın koptuğu bir devirde üstlendiği “kurucu” rolündedir. Onun için Necip Fazıl ilktir, milattır. Onsuz hesap yapılamaz, İslâmî hareket ileriye ve geriye yürütülemez. O, Cumhuriyetle başlayan yeni devirde dehalara ve hikmet sahiplerine has bir ileri görüşlülükle muhalefetini sistemleştirip, köksüz gidişe dur demiştir. Öbür samimi Müslümanlar gibi sadece tepki seviyesinde kalmayıp, kendi ideolojisini de temellendirmiş,

Müslümanların fikir ve his dünyasını yeniden inşa etmiştir. 

Necip Fazıl, ideolojisini cemiyete nakşetmek için devrimci çabalara girmiştir. “Lafını çok dinledik, şimdi iş inkılapta!” mısraını fiile de geçirmiş bir adamdır. Zira Üstad’ın yazdıkları ile yaşadıkları birbirine uyumludur. Yaşamayı fikir, fikri yaşamak bilmiştir. Necip Fazıl bir aksiyon adamı idi. İman ve aksiyon onda imtizaç etmişti. Başbakan Adnan Menderesle ilişkileri ve onu bir yörüngeye sokmak istemesi ve 27 Mayıs darbesi öncesi uyarıları önemlidir. Menderes ise risk almakta tereddütlü davranır ve mazlum olarak asılır. Üstad tohum ekmeye devam eder. Erbakan’ı bir türlü davanın istediği kıvama getiremeyen Necip Fazıl, Türkeş’i yoklar, ona da ihtilâlci teklifte bulunur. Hulusi Turgut, Taha Akyol gibi isimler anılarında bunu anlatır. Fikir ve eylemci kimliğiyle görülen Salih Mirzabeyoğlu ve Akıncı Güç kadrosunu 1979’da bağrına basan Necip Fazıl, Ergun Göze gibi düzenbaz tiplerin “bunlar (Akıncı Güç) silahlı kişiler” eleştirisine karşı bu eleştiriden haz duyarak Akıncı Güç kadrosuna iltifat etmiştir. Bunun canlı şahidlerinden biri olarak, Üstad’ın bizlerle (Akıncı Güç) ihtilâlci sohbetlerinde de hasbelkader bulundum. İslâm’a muhatap anlayışın dünya görüşünün “nasıl”ına Necip Fazıl cevap verirken, Salih Mirzabeyoğlu “niçin” buudunu çerçevelemiştir. Her iki liderde de fikir ve eylem birliktedir, diyebiliriz.

Necip Fazıl’ın Yeniçeri, İhtilâl, Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar ve öbür eserlerinde Fransız ve Rus ihtilâllerindeki aksiyon sahnelerinden (Napolyon, Lenin vs.) bahsetmesi de onun ihtilâlci kişiliğiyle ve yoğurduğu gençliğe vermek istediği aksiyon mesajıyla yakın ilgilidir. Üstad bunları sadece edebiyat olsun diye anlatmıyor. Üstad’ın Lenin’in gözükara devrimciliğini işlemesi ve onun “bir komünistin özel hayatı yoktur” sözünün altını çizerek, bunun bir Müslüman’a yakışacağını söylemesi vs. tesbitleri boşuna değildir. Tatlısu Müslümanları Necip Fazıl’ı sadece şair yönüyle ve bazı kahramanlık menkıbeleriyle anlatarak Üstad’ı tecrit etse bile işin hakikati böyle değildir. Üstad’ın hayatı ve eserleri ortadadır. Üstad’ın eleştirdiği, “marka Müslüman’ı” dediği çileye ve derinliğe yabancı ucuz ve kolaycı Müslüman tipidir.

İslâm davasının çağımızda hareket sistemini kuran ise İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu olmuştur. Onun “İdeolocya ve İhtilâl” eseri bu işin yolcuları tarafından didik didik edilmelidir. Devekuşu misali başını kuma gömmekle ne meselelere hâkim olunur, ne de tehlikelerden korunulur. İslâmcı harekete de bir katkı sunmaz. Mirzabeyoğlu 1975 yılında Gölge dergisiyle ilk ihtilâlci ses olurken Akıncılar teşkilâtını da kurmuştur. O dönem siyasî olarak güçlü olan ve iktidara yürüyen komünist harekete karşı, NATO-ABD tarafından Kemalist rejimi yaşatmak için MHP ve Ülkücü Hareket desteklenmiştir. Sol ve Ülkücü kesim arasında sıkışıp kalan İslâmcı gençliğin, Akıncılar ismiyle ve öz hüviyetiyle zuhurunu ise Kumandan Mirzabeyoğlu sağlamıştır. Böylece İslâmcı hareketin başkasının yedeğine girmesine mani olmuştur. Akıncı Güç dergisindeki haberlerde görüldüğü üzere kurşun menzili içinde faaliyet gösterir, şehidlerle bayrağı yükseltirken, güçler dengesi içinde “biz de varız!” diye hareketi temellendirmiştir. “Tatbik fikri olmadan tatbike dair hareketler bir mânâ ifade etmez” diyerek, Büyük Doğu’ya bağlı tatbik-vasıta sistemi kurmuş, değişim yolu olarak da “halk ihtilâli”ni işaretlemiştir.

Mihraksız ve sistemsiz bir hareket başarıya ulaşamaz. Sağlam bir fikrî manzumesi olmayan ve hareketini temellendiremeyen devamlı savrulur durur. Bir çok İslâmcının tarihî süreç boyunca ve bugün savrulmasında olduğu gibi. Önce Selefî, sonra İrancı, daha sonra Fetöcü, şimdi de muhafazakâr çizgide seyretmek gibi.

Necip Fazıl’ın 1969’da Konya Mitingi’nde daha önce hiç bir İslâmcı mücadelesi olmayan ve Müslüman halkın tanımadığı Necmettin Erbakan’a “adayımız” diye kefil olmasına ve iktidara taşımasına rağmen Büyük Doğu ideolocyasını yeterince özümsemeyen MSP tutarsızlıklara düşmüştür. “Üstad” kabul ettiği Necip Fazıl’ın uyarılarını dikkate almamış, 28 Şubat darbesine de tabanının istemesine rağmen direnmemiştir. Dik duramayıp devrilmiş ve şimdi de Saadet Partisi’yle CHP’den medet umar hâle gelmiştir. Tayyip Erdoğan’ın ise Üstad ve Kumandan’dan tevarüs edilen dikduruşuyla bugünlere geldiğini de hatırlatalım. Kumandan’ın 1999’da “dik durun karşınızda leşler var!” çıkışının ve Metris isyanlarının İslâmcı harekete büyük bir ivme kazandırdığını ve 28 Şubat’ı akamete uğratıp Ak Parti iktidarına da zemin hazırladığını da hatırlatalım.

Sadece Necip Fazıl’ın şiirlerini okuyan, onun fikir ve harekette mihrak şahsiyet olduğunu idrak edemeyen ve mensuplarına Ali Şeriati’nin kitaplarını tavsiye eden BBP ve Nizamı Âlem ocaklarını da bazı iyi eylemlere imza atmış olsalar dahi istikametsizliğe ve kendi kendine tükenişe misal verebiliriz.

Yine istikamet ve istikrarı olmayan İrancı hareketlerin Türkiye’de ektiği fesat tohumları bir yana, çizgileri de bir o yana bir bu yana olmuş, en son evrilerek demokratik bir çizgide yine içlerinde Şii ve mezhepsiz damar taşıyarak Ak Parti’ye güdülenmişlerdir.  En son Suriye’de İran’ın katliamcı ve mezhepçi politikaları da bunları zor duruma sokmuş ancak içlerindeki nifak sönmemiştir. Suud beslemesi mezhepsiz-Selefî çizgi ise onlarla aynı itikadı paylaşan IŞİD’in oyuncak örgüt olması bir yana, iktidara da yamanarak demokratik-seküler ve reformist bir çizgiye kaymıştır. Fetö ile zamanında kolkola oldukları gibi Fetö’nün “Ilımlı İslâm” zehrini de hâlâ taşırlar. Eski Selefî yeni FETÖ’cü Ali Bulaç (Bulamaç) gibiler buna misaldir. Ne enteresandır ki, İbn Teymiyye Şiileri küfürle itham ederken, bizdeki İbn Teymiyyeciler ile İrancılar kolkoladır. Çünkü ortak düşman Ehli Sünnet ve tasavvuf olup bu fikrin militan gücü olan İBDA korkusu, onları böyle bir ittifaka zorlar. Ormanda aslan karşısında kuyruğu titretme müşterekliğinde bütün çakalların bir olması gibi.

Hareketi başarıya erdirecek olan onun mensuplarının kadro olarak cesaretleri yanında, hareketin plân-program, gaye ve hedefinin belirlenmiş olmasıdır. Mihraksız hareket ya akamete uğrar ya da başka teşkilâtların yedeğine düşer. Dışarıdan bir misal verelim: Mısır’da İhvan hareketi iktidara gelmesine rağmen bir iktidar projesi olmadığı ve karşı taraf silah kullanırken hâlâ silahlı mücadele yapmadığı için başarısızlığa uğramış, ayrıca dünyadaki İslâmcı harekete kötü örnek olmuştur. “Sistemli hareket” ve “hareket sistemi”nin zarureti görülüyor sanırım. İslâmî bir dünya görüşü olarak fikir ve aksiyonda tek sistemli hareket BD-İBDA olup dünyada da bir örneği yoktur. Araştırmacılar ve üniversitelerde tez hazırlayanlar bu hususu tetkik etsinler. İBDA’nın, harekete fikrin damgasını vuruşu, fikir, nizam ve tertibinden dolayı hadiselerin önünden giden keyfiyet oluşu, FETÖ ve İrancıları yıllar önce teşhis edici politikaları sebebiyle incelenmelidir. 

15 Temmuz hurucu, İBDA’nın fikir ve aksiyon çizgisinin ispatı olmuştur diyebiliriz. Türkiye’nin istikbalini İslâm’a perçinlemiş, hedef ve gayesi çizilmiş bir hareket olan İBDA fikriyatının mensupları, 15 Temmuz’da hemen gereken rollerini üstlenmiş, Müslüman kitle ile buluşmuş, ona öncü de olmuştur. Halk ile kaynaşarak şehidlerini vererek davasını taçlandırmış, Üstad ve Kumandan’ın emeklerinin boşa olmadığını ve bu topraklarda attıkları tohumların her zaman yeşerdiğini ve yeşereceğini göstermişlerdir. Önümüzde ise rehavet ve kadro zaafından başka, Marksizm, liberalizm veya reformculuk gibi ciddi bir engel yoktur. Yani en büyük düşmanımız yine kendimizdir ve beklenen ve gözlenen ise bu fikriyata bağlı kadrolardır. Elinde sağlam bir pusula ile yol alanlar ise zafere ulaşacak, büyüklerin temelini attıkları yapıyı tamamlayacak ve çatıyı kurarak BD-İBDA bayrağını dalgalandıracaklardır. 


Baran Dergisi 620. Sayı

29.11.2018