“İslâm, zıt kutuplar arası muvazenenin üstün nizamı”dır.(1) Hakikatini başa alıp, günümüzde uygulama zemini bulmuş içtimai ve iktisadi sistemlere bu, hakikatin ışı altında baktığımız zaman her birinin parpa parça hakikatleri olmakla beraber, bu parça parça hakikatlerden bir türlü varamadığı gayenin, hakikatin hakikati halinde ilahî bir ahenk manzumesinde İslâm’da olduğu görülecektir.
Şöyle ki, liberalizm ve kapitalizm ferdî mülkiyet ve kâr düsturunu esas olarak yola çıkmakta fakat, amaçladığı gibi, kârın büyük kısmı, yeniden yatırım olarak geri dönmektedir.
Çünkü kazancının şu kadarını devlete vereceksin kanununu koymakla beraber “niye verelim?” sorusuna insanları vicdanlarından yakalayacak bir izah getirmediği için, herkes vermesi gerektiği kadar değil, kendi istediği kadarını devlete vermektedir.
Diğer yandan; güya halka açık, çok-uluslu şirketler sermayenin dehhameleştiği ve siyasal iktidarlar üzerine baskı aracı olmanın rolünü yüklenmiş olurdu girdikleri, az gelişmiş ülkelerin tabiî kaynaklarını sömürgenin ve bu ülkeleri kendi devletlerine göbeğinden bağlamanın mekanizması durumundadırlar.
Böylece “sermaye”nin dehhameleşmesi, ur halin gelmesi ve bütün vücudu sömürmesi neticesinde bir aksülemel olarak Sosyalizm ve Kominizma doğmaktadır. (2)
Sosyalizm ve Komünizmde ise kapitalizmdeki ferdin rolünü devlet ifa etmekte ve sömürü devlet eliyle olmakta, devletin kasası şişerken, fert hakkı da riayet, haradaki havavmlardan azami istifadenin temini için bunlara tanınan hak miktarınca olmaktadır.
Bütün bunların neticesi olarak üretimi istediği seviyeye çıkaramadığı için, “özel mülkiyete prim vererek marksizmin pratiğini yalanlamakta”dır.(3)
Komünizm, işgal ettiği ülkeler insanlarını, uygarlık düzeyi dedikleri (Bundan günlük gıda ihtiyacının maliki olmanın anlaşıldığı) ekonomik yönden belli bir seviyeye getirdiği kabul edilse bile, insanın meselesi bundan sonra başlamakta, o zaman da “Sovyet Rusya örneğinde olduğu gibi, düşünen insan, ya kapı dışarı edilmekte, ya da tımarhaneye tıkılmakta”dır.(4)
Devam edecek olursak, Afganistanın işgaline seyirci kalan zihniyetle, Cezayir’in bağımsızlık mücadelesinin Fransız kurşunlarıyla bastırılmasına alkış tutan zihniyetin birbirlerinden ne kadar farklı olduğu ortadadır.
Neticede bu sistemlerin tek doğrusu olarak ortada kalan şey, birbirlerinin yanlışını göstererek herbirinin diğerini tersinden yaşatması gerçeğidir.
“İslâm zıt kutular arası muvazenenin üstün nizamı” olarak, fert İslâmî yasak belirtmeyen sahalarda dilediği gibi çalışıp kazanma hakkını vermekle liberalizm ve kaptalizmin ferdî mülkiyet telâkkisi kendisinde kemâle ulaşırken, zekat sınırına girmiş mal ve sermayenin her yıl kırkta birini muhtaçlara dağıtma mükellefiyeti, hem sermayenin alta kalmasına hem de uzlaşmasına mani olmakla, sosyalizm ve komünizmin adalet davasında kıvamını İslâm’da bulmaktadır.
“Zekatten sonra, İslâmiyete para telakkisi, cömertlik ahlâkı, bitişiğinde aç ve muhtaç varken yemeğe oturamamak emri ve mütemadi yardım mükellefiyeti nazara alınacak olursa (sosyal adalet) tekerlemecelerine verilecek cevap kendi kendine ortaya çıkar.”(5)
Dipnotlar
(1)Salih Mirzabeyoğlu, İbda Diyalektiği, Shf. 103
(2)Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Shf. 198
(3)Salih Mirzabeyoğlu, Bütün Fikrin Gerekliliği, Shf. 15
(4)Salih Mirzabeyoğlu Bütün Fikrin Gerekliliği, Shf. 15
(5)Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Shf. 209
Tavır Dergisi, 3. Sayı, Temmuz 1987