Çoktan beridir yazmayı düşündüğüm bir mevzuu… Ali Erkan Kavaklı’nın Akit Gazetesi’ndeki yazısı benim için tam bir tetikleyici oldu… Yazının başlığı “Eğitim kalitesi ve eğitim yöneticilerinin yetiştirilmesi”. Yazının muhtevasına göre Ali Yalçın’ın başkanı olduğu Eğitim Bir-Sen, “Eğitim Kurumları Yöneticisinin Seçimi ve Yetiştirilmesi” isimli oldukça hacimli ve bilgilendirici bir araştırma raporu yayınlamış; raporda geçmişten günümüze yönetici atama sürecini ve dünyadaki okul yöneticisi atama usulleri incelenmiş; oldukça kapsamlı bir araştırma. Sendikanın böyle bir araştırmayı yaptırıp eğitimin kalıcı ve etkileyici olması yolunda çalışması güzel ve faydalı. Eğitim mevzuu, sonu olmayan devasa bir mahiyet arz ediyor. Bu toprakların çilesine talip ve hizmet aşkıyla dolu her kurum ve ferdin bizzat düşünmesi ve bu düşüncelerini paylaşma cehdi içerisinde olması gereken bir konu.
Yazıya böyle giriş yaptıktan sonra hafıza kutusunda kilitli hatıralarım bir anda canlandı. Üstadım… Sendika… Sivil toplum kuruluşları… Eğitim hayatım sürecinde görevde bulunduğum veya tanıştığım müdür ve müdür yardımcıları.
Üstad’dan bir hatıra…Üstad bir sendika yemeğine davetlidir. Yemeğin davetlisi olan Üstad konuşmaya başlar ve mealen şunları söyler: “Bir sendikanın yemeğine davetli olsam da bu benim hakikati konuşmamı ve hakikati söylememe engel teşkil etmez. Maalesef işverenler gibi sendikalar da işçileri sömüren kuruluşlardır.” Üstadımızın kurduğu ve nakşını görmeden vefat edip biz gençliğin omzuna yüklediği Başyücelik Devleti’nde sendikaya yer yoktur. Çünkü bu devlette sömürü düzenini oluşturan her türlü düzenek kaldırılmıştır. Eser sahibi Allah ve Resul aşkıyla boyanmış, fikir çilekeşlerinden oluşmuş meclis. Bu nizamda hiçbir meccani oluşa yer yoktur. Ehliyet ve liyakatin gün gibi ortaya çıktığı, ehliyet ve liyakatli insanlara vazifelerin yer verildiği bir meclis. Bu mecliste siyaseti meslek olarak sürdürecek şahıslara yer yoktur. Bu şahıslar ancak kırk ile altmış beş yaş aralığında vazife yapabilirler. Haliyle makamlar gelip geçici olduğundan arkalarında rahatlıkla yerlerini dolduracak insanlara yol açarlar, onları makam ve mevkilerinden edecek hasım olarak görmezler.
Sendikalar, sanayileşme ile birlikte sömürü düzenine karşı oluşmuş, Batı dünyasının kendi iç dinamiklerinden ortaya çıkmış bir müessese. Saatlerce çalışma yerine çalışma saatleri anlaşmalar yoluyla belli bir düzene getirilmiş. Çocuk yaştakilerin çalışması engellenmiş. Haftalık tatil gibi birçok kazanım sendikalar yoluyla çalışanlar lehine elde edilmiş. Batı dünyasının, Batı yaşayış ve tarzının hakim olduğu bizim gibi devletlerde de tabiî elzem bir teşkilat. Ortaokul yıllarımda sol tandanslı dergilerde toprak ağaları diye bir kavram duymuştum. Binlerce dönüm toprağa sahip insanlardan toprakları alacaklar ve köylülere dağıtacaklardı. Birçok insanı cezbeden, oldukça cazip bir teklif. Toprak ekenin ve biçenin olacaktı. Toprak ağasının yanında çalışanlar bir anda insanca yaşamaya kavuşuyorlardı. Hak ve adil bir düzen kurulacaktı. O zamanki sol ne güzeldi. Yurdu ziyaret eden Amerikan askerlerini denize döküyorlar, NATO üslerinin kapanması için gösteriler düzenliyor Vietnam ve Filistin hareketine destek oluyorlardı. Şimdi ise o zamanın solcularından eser yok. Amerika’yla yatıp kalkan Marksistler var. Kürtçülüğe kaymış Allah ve Resul düşmanı bir solculuk var. Uyuşturucu satışı yapan, gittiği topraklarda insanları göçe zorlayan, “halk ve demokrasiden yanayız” söylemleri ile göz boyayan PKK’yı desteklemekten gocunmayan TİKKO ve DHKP-C var. Allah aşkına bu toprakların yerlisi olan bir sol hareket hiç mi kalmadı? Vardı da kökleri mi kurudu? İşleri güçleri “dünya beşten büyüktür” diyen Tayyip Erdoğan düşmanlığı. Amerika Tayyip Erdoğan’ı devirsin diye hayaller kuran, din düşmanı Marksist ve laik insanlar var. Din düşmanlıkları demek ki emperyalist-kapitalist düşmanlığından daha büyükmüş. Halkların kardeşliği derken muhatap oldukları halkın değerlerine düşmanlık, Amerika düşmanlığından daha betermiş. Din afyondur ya ondan herhalde! Bre… Gözünüz kör mü? Yıkmak istediğiniz düzenin temsilcileriyle şöyle veya böyle İslamcı hareketler mücadele ediyor. İkiz kulelerin yıkılmasıyla sizin anlayış kuleleriniz de mi yerle bir oldu? Şehitlik şuurunu aşılayan şehitlik makamını en büyük dini makamlardan biri olarak gören, haksızlığa karşı gelmeyi şahsında pırıldatan İslam dini hiç afyon olur mu? Onu afyonlamak isteyen tiplere bakarak o din düşman olarak görülür mü?
Sonraları hiç de alışık olmadığımız bir tabir çıktı. Sendika ağası diye, yanlış hatırlamıyorsam adı Şemsi Denizer’di. Hakça ve adil bir düzen kurma cehdinde sol bir sendikanın başkanıydı. Altında çok lüks bir araba vardı ve hayat tarzı burjuvaları aratmıyordu. Acaba şimdiki sendikalar bir araştırılsa kimlerin altında nasıl bir araba var, bu şahıslar ne kadar maaş alıyorlar? Şemsi Denizer utanır mı? Utanmaz mı? Bir görelim ne dersiniz. Her dünya görüşünün (solcusu-sağcısı-İslamcısı) üç kağıtçıları hak ve hakikat sömürücüleri laik-batıcı düzende yollarını tutturmuş gidiyor. Ne yapsak ne etsek acaba? Stefan Zweig gibi bu hainliklerden muzdarip ve ümitsizlikten mahzun şekilde eşimizle intihar mı etsek? Maazallah. Tövbeler olsun. Allah’tan ümit kesilmez.
Marksist anlayışa göre sanayi kuruluşlarının olduğu ve insanların sömürüldüğü yerlerde işçi sınıfı şuurlanacak ve devrim olacak, dünya cenneti kurulacaktı. Bu anlayış kaderci bir anlayıştı. İnsanın hal ve hareketlerini dış hadiseler belirliyor, üretim faktörleri baş aktör olarak görülüyordu. Fakat Marksist anlayışın devrim yaptığı yer ne ilginçtir Rus toprakları oldu. Sanayi kuruluşlarının hemen hemen olmadığı, işçi sınıfının bulunmadığı yer... İnsan iradesini öne alan ve insan iradesinin her olayda baş müsebbib görülmesi gerektiğini ihtar eden olaylar zinciri. Marksistlerin Marksizm’i çürüttüğü devrim Lenin tarafından gerçekleşti.
Üstadımız: Devrimin İngiltere, Fransa ve Almanya’da değil de Rusya’da olmasının en büyük sebeplerinden biri, Rusya’da Marksizm’e karşı gelecek fikir akımları yoktu. Oysa Almanya, Fransa ve İngiltere’de Marksizm’i çürüten antitezleri vardı. Bu antitezleri yüzünden Rusya dışında Marksizm yer etmeyi başaramamıştı. Antitezlerinin olmayışı Marksizm’i muhasebe ve murakabe edici fikir yoksunluğu yüzünden Rus toprakları Marksizm’in avlayıcı ve aldatıcı diline teslim olmaktan kurtulamamıştı.
Ülkemizde Sendikacılık
Doksanlı yıllarda İtalyan Marksist teorisyen Gramsci’nin bir kitabını okumuştum. Sivil toplum örgütlerinin nasıl olması gerektiğini ve ne şekilde menfi bir duruma sokulabileceğini ibret olarak gösterdiği tesbit çok hoşuma gitmişti. Gramsci’ye göre Rusya’da devrim oldu; çünkü Rusya’da sivil toplum örgütleri yoktu. Halkla iktidar arasında aracı bir kurumun olmaması devrimi gerçekleştirdi. İngiltere, Fransa ve Almanya’da sivil toplum örgütleri vardı. Bu sivil toplum örgütleri haklarını savunduğu gruplarla iktidar arasında aracı olurken küçük menfaatler karşılığında grupların gazını alarak problemi çözme yoluna gitmişlerdi.
Sivil toplum örgütü olan sendika ne yapar? Ne yapmalı? Mensubu olan insanların haklarının savunucusu olur. Mevcut partilerden ve iktidardan bağımsız yapılar arz etmesi gerekir. Böyle olmalı ki rahatça hareket etmeli. Karşı tarafta saygınlık ve ciddiyet uyandırmalı. Ülkemizde ise tam tersi; her sendika adeta bir partinin destekçisi ve organı vaziyetinde. Çoğu sendika başkanları sendikayı siyasette yükselmek için bir araç olarak görüyor. Birçok sendika başkanı milletvekili ve bakan oldu. Nasıl oldu? Sendikayı kullanarak. Mensuplarının haklarının savunuyor görüntüsü altında siyasetin oyuncağı olarak. İşleri güçleri sendika üyelerini artırma ve aidatlarla kasalarını doldurma telaşı. Üyelerinin meslekî problemlerini çözmek ve eğitim vermek yok. İki broşür senede bir hükümetle otur maaş pazarlığı yap, ötesi yok. Sendikaların öncelikle elemanlarını hayat süreci içinde maddi ve manevi yönden kalkındırmalı, ülke ekonomisine katkı sağlayacak şekilde iş verenle hak ve hukuk nizamı içinde ezdirmeden mutlu bir tablo sunma gayreti içinde olmalı. İktidarla büyüyen iktidarla küçülen sendika hareketi olursa bu nasıl bir sivil toplum örgütçülüğü olsun? İktidar ve muhalefet partilerinde sendika başkan ve sendika çalışanlarının milletvekili olmaları görüşlerimizi destekler mahiyettedir. Siyaset kurumlarıyla karşı karşıya gelecek insanların bizzat onlarla iç içe olmaları, sendika faaliyetine en büyük darbedir. Sendika faaliyetini başka bir mecraya taşımaktır.
Okul Müdürleri
İslam, ferdi ve cemiyeti bir arada ele alan fert ve cemiyet arasında muazzam ahenk ve nizamı tesis edici mutlak ölçüleri veren nizam. Nihayetinde her şey insanın muhataplığı ve bu muhataplığında gösterdiği samimiyet etrafında şekilleniyor. Allah’ın Resulü, bir yanda yöneticileriniz bir vücutta kalp mesabesindedir, kalp iyi olursa her organ sıhhatli olur anlayışıyla ferdi işaretlerken, diğer yanda siz neye layık iseniz onunla idare edilirsiniz diyerek cemiyeti şuurlu harekete teşvik ediyor. Fert ve cemiyetten hiçbiri sorumluluk dışına çıkamıyor. Her iki taraf da vazife şuurundan beri değil. Okullarımızı güzelleştirecek öğretmen, öğrenci ve veli arasında büyük ahengi sağlaması gereken görevliler müdürler ve müdür yardımcıları. Bunların seçimi ve görev içinde tutumları çok önemli. Yaptıkları ile ülkenin geleceğini –müsbet veya menfi- yönlendirici mevkiindeler. Tecrübelerim şunu göstermiştir ki; böylesi önemli makamları dolduranlar maalesef yetersiz ve donanımsızdırlar. Gördüğüm müdürlerin çoğu mesleklerinden kurtulmak ve rahat etmek makam ve mevki elde ederek hava atmak üzere görev almışlardır. Belli bir meslek hayatından sonra kanun ve tüzük çalışarak makama bulundukları iktidarın torpiliyle gelmişlerdir. Edebiyat ve sanattan yoksun, insan ilişkilerinden bîhaber insanların gelecek vizyon ve misyonları olamaz. Müdürlerin gözünde en iyi öğretmen görevini en iyi yapan değil de okul aidatlarını en iyi toplayan öğretmendir. Bir okula gidip bakın. Bir müdürün odası ile sınıflar ve öğretmen odasının görüntüsü arasında aykırı ve kötü bir fark varsa o müdürü hemen müdürlükten atın. Bir müdür görevini ifa ederken öğretmenliği ve öğrencileriyle ders işlemeyi özlemiyorsa onu çizin. Bir müdür hangi dünya görüşüne malik olursa olsun, okulundaki bütün insanlara adaletli olmayı becermiyorsa istifa ettirin. Bir müdür, öğretmen veli problemlerinde velinin oyuncağı oluyorsa güle güle deyin. Bir müdür eğitim kalitesini nasıl artırırım deyip öğretmen arkadaşlarının düşüncelerini almıyor ve uygulamıyor, sadece ben bilirim diyorsa derhal gönderin.
Evet, Eğitim Bir-Sen okul yöneticileriyle ilgili bir araştırma yapmış ve bir eser hazırlatmış. Sormak gerek, bir sendika olarak bu hususta eğitim faaliyeti hazırlayacak mısınız? Sormak gerek, bir sendika olarak elemanlarınızı eğitici hangi kursları veriyorsunuz. Bu kurslara katılım sayısı kaç? FETÖ hadisesinden sonra birçok müdür ve müdür yardımcısının tayininde sizler etkin oldunuz. Bu atamalar yapılırken siyasetle iç içe olmayı al gülüm ver gülüm tutumunu bir sendika olarak ahlaki buluyor musunuz? Bir sendika olarak “bize geçerseniz sizi müdür ve müdür yardımcısı yaparız” dedikleriniz oldu mu? “Sendika değiştir seni müdür veya müdür yardımcısı yaparız” diyenle “müdür veya müdür yardımcısı olursam sendikamı bırakır sizin sendikaya geçerim” diyen bir insan nasıl bir insandır sizce? Sendika olarak müdür ve müdür atamalarında gösterdiğiniz gayrette ahbap-çavuş ilişkisinden öte hazırladığınız kitaptaki önerilerinize bizzat sizler uydunuz mu?
İnsanın aklına ister istemez böyle sorular geliyor…
Baran Dergisi 629. Sayı
İçime Doğanlar: Eğitime Dair –III-
Bahattin Yeşiloğlu
Yorumlar
Trend Haberler
Türk solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Kassam'dan şehadet operasyonu: İsrailli teröristlerin arasına sızıp pimi çekti!
Kemalistler putlarına sahip çıkıyor! Yine 5816, yine hukuksuzluk, yine ceza
15. Dergi Günleri "Bi' Dünya Dergi" Taksim'de düzenlendi
“Türkiye’nin Kobani’ye operasyonu yakın”
Abdullah Çiftçi: Türkiye birçok bölgede önemli bir aktör haline geldi