Epey uzun zaman önce bir doktor arkadaşa, “Hakikaten her bir hastalığın sebebi sigara mı, tıbbî olarak kanıtlandı mı bu, yoksa günah keçisi mi?” diye sormuştum. “Bizi ilgilendirmez şefim!” dediydi. Kimi ilgilendirir diye sorduğumda da, “Kadınları!” dedi. “Bilimsel olarak sigara ‘aleyhine’ doğrulanan tek şey ‘erken doğuma’ sebeb olması, o kadar!” Sezeryanla doğuma sebeb oluyormuş yani. 

Ağzından çıkanın ne anlama geldiğini duymayan, defalarca anlatılmasına rağmen dinlemeden papağan gibi aynı ukalalıkları tekrarlayan onca sıradan veya etkili, yetkili tipi görünce, annelerinin sigara tiryakisi olup bunları da erken doğumla dünyaya getirdiklerini düşünür durur oldum çay ve sigaralar eşliğinde yaptığımız konuşmada doktor arkadaşın bu lafından sonra. 

Aynı konuşma esnasında arkadaşım, “Bu lafları çıkartıp milleti sigara karşıtı yapmaya çalışanların başında Fetullah şerefsizi olduğunu düşünüyorum” demişti. Sosyal medya kullandığından bunu da defalarca yazdı sonradan. “O şerefsiz ve ekibi içki içer, karıya sarkar, kumar oynar kendilerini gizlemek için, ama bak hepsine... Hiçbiri sigara içmez ve sigara düşmanı!” demişti. 
***
20 Ekim 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklaması basına düştü:

“Benim hemşehrilerim aynı zamanda son derece zeki ve esprilidir. Rize günlerinin bu seneki temasında, Rize’nin o ince zekasına, pratikliğine bir kez daha şahit oluyoruz. ‘Bırakalım sigarayı, içelim Rize çayı.’ Ama bugün burada bir karar vermemiz lazım. Bu melaneti bırakalım, kendi kendimize zarar veriyoruz. Hem kasaya, hem keseye, hem de vücuda. Yazıktır, günahtır. Bu israf. Ben Cumhurbaşkanı olarak sevdiklerime diyorum ki; inanın bu haramdır. Diyanet İşleri Başkanımız da söyledi. ‘Haramdır.’ dedi. Niye kasaya, emanet-i İlâhî olan bu vücuda zararı var mı? Var. Doktorlar da burada. Öyleyse haram.”

“Haramdır” lafını, aynı konuşmada söylediği “yazıktır günahtır” türü, ahali arasında dinî bir vurgu olmadan, boşa yapılan, gereksiz, lüzumsuz işlere yönelik olarak söylenen “darb-ı mesel” gibi söylediğini zannediyorum Tayyip Bey’in. Hristiyanlık üzerine tez ve kitapları olan, kiliselerde, hatta Vatikan’da “hoşgörü ve diyalog” yolunda koro ile “Haleluya” söyleyen zamane DİB komiseri zatın, üzerinde o cübbe ve sarığı olmasa “özgürlük kısıtlanması” diyerek rivayât muhtelif bir mevzuda “haramdır” fetvası verilmesine kendisinin bile karşı çıkacağı belli “ağzından öylesine çıkan” fetvasına (!) inandığını zannetmiyoruz. Tayyip Bey de bilir ki “haram ve helal” ancak “nass” iledir, kıyas kabul etmez. Zaten kendisi de “dinî hükümler” arasında kıyas yapmayarak ama “kasaya, keseye, vücuda zarar” diyerek “elini ayağını öpeyim içme şu mereti yaw, yazıktır, günahtır, haramdır qardaşım wala!” türü bir şey diyor ya! 

Hoş, kim takar Diyanet İşleri Başkanı’nı?! 

Hilafetin kaldırılmasına dair kanuna (aslında sadece Saltanatın kaldırılması için hazırlanmış kanuna son dakikada eklenen ve neredeyse büyük harbde ve  Millî Mücadelede cephede savaşmış gerçek askerlerin tamamına yakınının karşı çıktığı bir maddedir o) generallerin de o attıktan sonra imza attığı ilk DİB komiseri Rıfat Börekçi, “Attık bi’boktan Rıfat işte!” diyerek imzasının kıymetsizliğini ve kendisinin korkaklığını itiraf etmişti. DİB, hem komiser hem kurul üyesi hem de personel olarak “boktan Rıfat” gibi nicelerini gördük ve halen de görüyoruz. Şimdiki komiserinin “hoşgörü ve diyalog yolunda” adım adım ilerleyişi, Hristiyanları da “cennete koyma” iddiaları, pisliğin bugünkü temsilcisi Fetullah Gülen’e bağlılığı herkesin bildiği sır! 

Tayyip Bey’in Refah Partisi’nden İstanbul Belediye Başkanlığını kazandığı dönemde hazırlattığı, İstanbul il teşkilatınca hazırlanıp yayınlanan “raporlar” ve “DİB kaldırılsın” tavsiyeleri malûmdur. DİB, kurum olaraktan Tayyip Bey tarafından da “böyle” görülürken, Tayyip Bey de “takmazken” Diyanet İşleri Başkanlığı’nı, biz-millet niye “takalım”, değil mi? 

Üstelik... Hâlihazırda “laik ve sosyal devlet” diye anayasasında tanımlanan TC’nin haddine mi düşmüş, helal, haram demesi? Buna DİB de dahil! DİB ve kurullarından çıkan “fetvaları” olduğu gibi, kurum olarak vücudu da “laik ve sosyal devletin” haddine mi düşmüş! DİB olarak bir kurumun olması dahi, “laik” olmanın, yani “din ve dünya işlerinin ayrılmasının” delili olduğu gibi, varlığı aynı zamanda “uyduruk laiklik” tezahürüdür! DİB ve komiseri Ali Erbaş, “ahkâma dair fetva” verebilir mi? Veremez! Şayet, DİB ve komiserleri sadece “iyi ve güzel ahlâk, ibadetlerin sıhhat derecesi vs.” ile alâkalı “fetvalar” vermeye “memur” ise, “din ve dünya işlerinin ayrılmasının canlı delili” ama aynı zamanda kurum olarak varlığıyla da “anti laik” değil, “uyduruk laiklik”in altı kaval üstü Şişhane temsilcisidirler o hâlde!

Anayasasında vasıfları yazılan TC’nin başına geçti diye, tüm bunları unuttuğunu düşünmüyoruz Tayyip Bey’in. “70 milyon birlikte Büyük Doğu’yu kuracağız... İdeolocya Örgüsü başucu kitabımdır, siz de okuyun... İlk insan, ilk peygamberdir, medeniyetimizin kökü budur.” diyecek kadar mevzuların farkında olan Tayyip Bey, zannımızca kendine göre bir “Rıfat” bulmuş, işini idare ediyor. 

“Sağlığa zararlı” herşeyi “kısıtlamasını”, buna uğraşmasını anlamak mümkün. Moda tabirle “aşırıya kaçmadan” yapmalı bunu ama. Doktor arkadaşımın söylediği üzere, “erken doğuma” sebeb olduğu bilimsel gerçek olan sigarayı, “Etme eyleme evladım, yazıktır günahtır sağlığına.” diyerek gençlerin almasının önüne “kısıtlama” getirmesine pek itiraz etmem mesela. Gençlerin önüne bir hedef (sağlıklı hayat?!) koyduktan, onları hedeften başka bir şey düşünemez hâle getirdikten sonra ama! Kendisi de “kültür politikamız yok, gençleri ihmal ettik” (mealinde) diye konuşuyorsa, önce bu eksikliği gidermenin yollarına baksın! “Sağlıklı, keyifli hayat” gibi “zevke dayalı hayat görüşü” üzerinde laflar ürettiğinin farkında olsun; sigara içmeyen bin sene mi yaşayacak! 

15 Temmuz’da şehit olanların yaşları kaç mesela? 80’lik, 90’lık şehitler mi onlar! 
***
Tayyip Bey “Rize Günleri”nde yaptığı konuşmada, “tek tip sigara paketi... Duman odaları... açık alanda içilmesine sınırlama” gibi “fevkalâde Avrupai” laflar da sarf etmiş. Üzerinde muhtelif rivayât bulunan sigara, “torbacı” kanun yapma kafasıyla, “farklı durumlarda ortaya çıkan farklı hükümler” kategorisinden çıkarılıp “tek tip” bir hükme bağlanmış mesela: “Haram!”

“Duman odaları” gibi, işletmenin insafına kalacak bir uygulama ile o odada “aşırı sigara dumanı ve zehirli, kokuşmuş havaya maruz kalmaktan” kaç kişi boş yere hastalanacak, bu hangi suç kategorisine girer, “fevkalâde Avrupai zihniyet” sahipleri bunu da düşünmüştür herhalde! Hele açık alanlarda da sigara içimine sınırlama getirmek “muazzam” olmuş, kim düşünüp Tayyip Bey’in önüne getirdiyse, “gözlerinden öpecektir” bu millet! 
***
Sigara meselesinde en pratik yolu yazalım.

Sigara sağlığa zararlı ise, uyduruk tiplerin uyduruk fetvaları (!), komik tedbirler ve idarî para cezaları ile meşgul olunacağına TCK 188. madde kapsamına alın, ceza muhakemesine bağlayın! Buyrun!

Sigara hususunda samimi iseniz, yapacağınız tek şey budur! Hem böylece milleti enayi olarak gören “devlet politikası”ndan da vazgeçilmiş olur: Öyle ya normal rakamının dört katı fiyata üzerine konulan vergiler ile satacaksınız, yanında da “kasaya keseye vücuda zarar” diyeceksiniz, milletle dalga geçmek değil de nedir bu? Üstelik anayasasında “sosyal, hukuk devleti” yazan bir ülkenin tezatına da böylece son vermiş olursunuz! 
***
Zamane hocaları ile “Haleluya solistleri” sigara (tütün) hakkında kalitelerini (!) gösteren laflar sarf edebilir, yuhalarımız baki, biz-millet olarak, densizce vaazda sigarayı haram ilan eden camii imamının lafına, camiiden dışarı çıktıktan sonra “bir sigara içmek vacip oldu” diyen Hazret-i Şeyh, Allâme, Seyyid Fehim Arvâsî Hazretleri’nin yolundayız. Kahve ve sigara içen, “hâlâ gölgesi altında yaşadığımız” Seyyid Abdülhâkîm Arvâsî Hazretleri’nin yolundayız! O mübareğin “mürşit gibi müridi” olan, “leblebi yer gibi” sigara tüttüren rahmetli Üstadımızın yolundayız! Ve Şehid Mirzabeyoğlu’nun yolundayız! 

Ya 188. maddeye bağlayın, komediye son verin ya “Haleluya solistleri” ile trajikomik halinize devam edin! Tercih sizin!


Baran Dergisi 667. Sayı