Bakan ve milletvekili eskilerinden biri var, şimdi neredeyse her şehirde (üye sayıları kurucular kurulu listesi ile kayıtlı olsa da) teşkilatlanmış Doğru Parti’nin başkanı Rıfat Serdaroğlu. İzmir Bergama doğumlu, dedesi Bayram Serdaroğlu 1900’lerin başında Saraybosna’dan göçmüş, Bergama’da geniş çiftlik sahibi olmuş, babası Kemal Fikri Serdaroğlu Demokrat Partiden Bergama belediye başkanı, Adalet Partisinden milletvekili olmuş. 60 darbesinde tutuklanmış, Celal Bayar ile aynı hücrede yatmış. Kıbrıs’ta kurulu Türk Mukavemet Teşkilatına silah yardımı yaptığı iddiasıyla ceza almış; Rıfat Serdaroğlu öyle anlatıyor.

Neyse, bakanlık yapmış, 28 Şubat’ta askerin tarafında yeralmış, Refahyol’un yıkılması ve ardından gelen hükümetlerin kurulmasında önayak olmuş biri. Nahoş, saldırgan, mahalle kabadayısı ağzı olan biri ama kısaca.

Meşhuuur tvci Şaban Sevinç bununla da konuşmuş “bizimtv”de. 12 Haziran’da karşılıklı olarak oturup Sedat Peker’in iddiaları üzerinden girip ne kadar nefret varsa kusmuşlar.

Bu programda (31. dakikadan itibaren) bakan eskisi özne bir iddia ortaya atıyor, “istihbaratçı arkadaşlarına dayanarak.”

Rıfat Serdaroğlu’nun iddiasına göre:

15 Temmuz darbesinde Yurtta Sulh Konseyi üyesi (ve diğer iddialardan) olarak defalarca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan, Hulusi Akar’ın “derdest edilme emrini” veren ama 16 Temmuz sabahı onunla birlikte başbakanlık binasına giden, uzun saatler boyunca “darbeyi bitirme faaliyetinde” bulunan, saat 16 gibi “darbeci” olarak tutuklanan, kardeşi Şaban Dişli sonradan Lahey büyükelçisi olan “tümgeneral MEHMET DİŞLİ CEZAEVİNDEN KAÇIRILMIŞ!”

Evet, her şehit sayısınca ağırlaştırılmış müebbet, diğer iddialardan da süreli hapis cezası almış Mehmet Dişli, Serdaroğlu’na göre cezaevinde değil, kaçırılmış!

Ardından da diyor ki, “çıksın şimdi cezaevi müdürü orada olduğuna dair kamera kaydı yayınlasın!”

Normal şartlarda iddiayı ortaya atarken elinde elle tutulur, fotoğraf, video kaydı, ses kaydı olur, işte bu da ispatı dersiniz, uyduruk bir fotoğraf dahi masaya koymadan “sallamak”, demek ki bakan ve vekil eskisi öznelere has!

Kim dedi! “İstihbaratçı arkadaşlarım!” Kim onlar? “Açıklayamam!”

Rıfat Serdaroğlu’na senelerdir İş Bankası üzerinden krediler verilmekte ve krediler devamlı yapılandırılmakta, ayrıca kendisi “dııjj güjler” tarafından fonlanmaktadır, mason MİT müsteşarı Ahmet Sami Korur ile babasının aynı ekipten olması sebebiyle mason mit yöneticileri ile sık sık görüşmektedir, “istihbaratçı arkadaşlar” söyledi dememle arasında ne fark var?!

Üstelik iddia bakımından benim “sallamam”, pardon iddiam çok daha kuvvetli, Serdaroğlu muhakkak kredi kullanmıştır, babasının Türk Mukavemet Teşkilatı bağı da var, buyrun MİT otomatikman orada, değil mi?! Zemin müsait! Doğru mu? “Çıksın belge koyarak yalanlasın Rıfat Serdaroğlu!”

Bu iddiayı (!) söylediği zaman Şaban bile şaştı, ilk önce anlayamadı herhalde, internette hemen aradı, Mehmet Dişli’nin fotoğrafını buldu, gösterdi, “bu değil mi?” diye sordu, Serdaroğlu evet dedi.

Ardından “bu ÇAKMA DARBEYİ bilenlerin içeride kalmayacağını herkes tahmin eder zaten” gibi birşeyler söyledi. Şaban Sevinç buna da itiraz etti, “çakma darbe olduğuna inanmıyorum” dedi. Rıfat Serdaroğlu da  Sedat Peker’in (“Sedat bey” dedi önce) bunları açıklayacağını, onun adamlarını köprüye gönderdiğini, orada yüzlerce insanı öldürdüklerini, Erol Olçok’un hanımının buna dair açıklamaları olduğunu, köprüdeki askerlerin silahlarında kurşun olmadığını, vatandaşları öldürenlerin “Sedat Peker’in adamları” olduğunu söyledi.

*

 15 Temmuz bir darbedir! Bundan kimse kuşku duymasın! Fakat “gariplikler” vardır, bundan da kimse kuşku duymasın!

İddianameler, “resmî açıklamalar”, hepsi ama hepsi sorunludur. Güçlü savunmalar yapılmış, birtakım iddialar çürütülmüş olsa da, hiç bunlara bakılmamış, hapis cezaları verilmiştir mesela.

Bunun iki sebebi vardır, diye düşünüyorum. Birincisi, yargılananların darbeye katılıp katılmadığı, bunun tereddütsüz ispatı ile değil, “fetöcü” olup olmadığına bakılmış, bylock-maylok, ihbar-mihbar, liste-mistede ismi varsa, “fetöcüyse, zaten darbecidir!” denilerek kolaycılığa (!) kaçılmıştır.

İkincisi de, darbenin başlangıç anının, yani dönemin genel kurmay başkanı Hulusi Akar’ın “derdest” anına dair hiçbir somut delilin ortaya konulmaması! GKB Akar’ın odasının önündeki kameralardan hiçbir görüntü yayınlanmamıştır! Kapısı açık, içeriye bir sürü asker dalıyor, (tanık Özkürkçü general öznesinin lafına göre) alt alta üst üste kavga ediliyor, gürültü felaket, ama görüntü yok! Çok sonra Akar’ı merdivenlerden inerken ve helikoptere binerken gösteren görüntüler var, ki bu görüntülerde de altyazı olarak “derdest halde götürülüş” yazarsa ancak öyle düşünülür, yoksa normal bir yürüyüş gibi ve ama odasının ve o koridorun görüntüleri yok!

İşte, bu ve daha başka “gariplikler” yüzünden de “kontrollü darbe… çakma darbe” iddiaları rahatlıkla ortaya atılıyor.  Hele müdahil avukatlar, hele hele Cumhurbaşkanlığı avukatlarının işleri, bu meseleyi canlı tutuyor tabii. Savcı, müdahil avukatlar, “arkadaşım şu görüntüleri getirin” niye demezler, merak konusu elbette.

Mehmet Dişli mevzu olduğu için onun üstünden gidelim. Hatta, Yurtta Sulh Konseyi üyesi, yani darbenin komuta katı oldukları iddiasıyla yargılanan sanıkların mahkemelerde yaptıkları savunmalara bakalım; ben başlıcalarının savunmalarına baktım, siz bakın demek istiyorum burada tabii.

Akar’ı altlı üstlü kavga gürültü ile “derdest” edenler ve onun götürüldüğü 143. Filo’da yanında olanların (emniyet ifadesi değil, geçin onları) savunmalarına bakın!

Mehmet Dişli, ikinci ifadesinde ilk ifadesinde olmayan komuta katı hadiseleri hakkında detaylara girmesine rağmen, ki bunlar da tartışmalı, ne hikmetse isim vermiyor! Koskoca tümgeneral ama orada gördüklerinin ismini bilmiyor! Bu sadece onun için değil tüm darbe sanıkları için geçerli.

Göreceğiniz bu savunmalardan şudur: Ben masumum, sayın komutanım (Hulusi Akar yani) tüm gece boyunca ne emrettiyse onu yaptım!

Barbarca işkenceye muhatap olmuş,  malum görüntüsü hafızalardan kolay kolay silinmeyecek Hulusi Akar’ın yaveri albay Levent Türkkan! Akıncı Üssü Davasının ilk celsesinde ayağa kalkıp elindeki her tarafı sargılı fotoğrafını gösterip, tüm 15 Temmuz davalarının temelini oluşturan emniyet ve savcılık ifadelerini reddetti. Kamera kaydının olmadığı Akar’ın odasının önünde neler olduğunu anlattı.

Peki ne anlattı?

Sadece kendisine yönelik ifadeleri (gerçekten de güçlü şekilde) reddettiğini açıklamaktan başka ne anlattı? Tüm gece GKB karargahında olmasına ve yaver (forsu tam yani!) olmasına rağmen ne anlattı?

Koskoca bir hiç!

Tüm sanıklar arasında darbeyi kabul eden iki kişiden biri (diğeri de operasyon timinde yeralan binbaşı Şükrü Seymen) olan tuğgeneral Gökhan Sönmezateş, “GÖRÜNMEYEN KRALIN EMRİYLE” hareket ettiğini söyledi, başta cumhurbaşkanına suikast iddiası olmak üzere, “dosya kapsamında” aleyhine yönelik en önemli iddiaları çürüttü, fakat ne anlattı?! Emri general Semih Terzi’den aldığını açıkça beyan etti, tenakuzları dillere düşmüş general Zekai Aksakallı’nın emriyle Terzi ile görüştüğünü beyan etti, onu yerden yere vurdu ama ne anlattı?

Koskocaman bir hiç!

Herkes masum, herkes komutanın emriyle hareket etmiş, git demiş gitmiş, konuş demiş konuşmuş ama uçaklar nasıl havalandı, katliam emirleri nereden verildi, kim verdi “görmedim, duymadım!”

Darbe sanıklarından bir kaç kişi hariç dönemin GKB başkanı Hulusi Akar’a tek bir kesin ifadeleri bile yok! Akar darbecidir DEMİYORUM; Fetöcüler ve Odatv kliği gibi gruplar ima ile bunu söyleyip duruyor ya, işte onunla yanyana olanlar bile bunu söylemiyor demek için yazıyorum bunu.

İşin hoş tarafı, darbe gecesi ve ertesi günü saat 16 sularına kadar başbakanlık binasında onunla yanyana olan Mehmet Dişli de demiyor; teessüflerini sunuyor en fazla!

*

Rıfat Serdaroğlu’nun başka bir üst düzey darbeci yerine Mehmet Dişli’nin adını vermesi bu açıdan önemli. Onunla birlikte helikoptere binip Akıncı Üssünden ayrılıp başbakanlığa gidebildiğine göre, hiyerarşi gereği bunu Akar’ın onayı olmadan yapması mümkün değil, Akar’ın güvendiği biri demektir! Kaldı ki o günlerde basına düşen haberlere göre Akar onun tutuklanmasına itiraz etmişti. Rivayetlere göre, “manevi oğlum” da diyormuş. Dişli, sonradan iki defa daha ifadesini detaylandırdı. Akabinde mahkemede de bu ilk beyanında devam etti fakat son savunmasında bundan vazgeçti ama açık hiçbir şey söylemedi.

Dişli’nin kardeşi Mehmet Dişli, kardeşinin darbeci olmadığını defalarca söyledi. Aradan bir müddet geçtikten sonra, Papua Yeni Gine, Letonya, Singapur vs değil, devletlerarası herşeyin kalbi olan Lahey’e büyükelçi olarak atandı!

Gariplikler dedik ya, bunlar gariplik değilse nedir?

*

15 Temmuz ve Erdoğan karşıtları “kontrollü darbe… çakma darbe” vurgularında “level atladılar” ve bazı darbecilerin “cezaevlerinden kaçırıldıklarını” söylemeye başladılar. Mehmet Dişli’yi telaffuz ettiler, ardından başkalarının adlarını vermeleri de mümkün.

Fakat soru çok açık; gerekçesi ne?

Öyle ya, yazı tura ile isim belirlenmiyor ise bunun gerekçesi olmalı? Mehmet Dişli her ne kadar hakkındaki iddiaların birçoğunu sarsmış olsa da, tüm gece boyunca yaşadıkları var, ama hiç isim vermiyor; darbenin karargahında olmasına rağmen. “Sayın komutanım ne emrettiyse onu yaptım” deyip duruyor sadece! Ama başka da birşey söylemiyor!

Buna rağmen, onun kaçırılma iddiasında da Erdoğan suçlanıyor; tabii cezaevlerinden sorumlu olan adalet ve içişleri bakanları! Ve Peker’in lafları üzerinden… Ve “etraf karışacak” korkusu üzerinden.

Darbenin gerçek ama “garipliklerle” dolu olduğunu bir iddia üzerinden anlatmaya çalışan bu yazı da, YAŞ’a basmadan, sadece aktarım yapmış olarak “garip şekilde” bitiyor.

Erken kalkan ve cüretkar olanın farkı kapatacağı, “tarih yazacağı” günlerden geçiyoruz diyerek,  “GARİP” mührünü basalım!

Baran Dergisi 755. Sayı

Not: Rıfat Serdaroğlu’nun 12 Haziran 2021 tarihli röportajının linki: