Kısmen Televizyon kanallarında, ama daha ziyade YouTube’da boy gösteren sürüsüne bereket “kanalizasyon sahibi ezoterik simsar” denilebilecek “gönüllü tetikçi” kadro, sabah akşam durmadan “olan” üzerinden “olacak olan” hakkında gevezelik yapıp duruyor. “Olan” üzerinden “olacak olan” hakkında konuşmanın kolaylığı daha da çok konuşmalarına yarıyor. Bu da daha çok, “olan” üzerinden “olacak olan”ı kendi hasrında tutmakta mahir Deccal Komitesi’nin tetikçiliğini yapan Küresel Sermaye’nin işine yarıyor. Halbuki, esas mesele, “olan” ile “olacak olan” arasında gidip gelmek değil, “olan” ile “olması gereken” arasında “yapılması gereken”nin ne olduğu hakkında “tecrid terleri dökmek”tir. Bunun zorluğu ortada olduğundan, hemen herkes mevzuun kolayına kaçıyor ve ister istemez de “ezoterik simsarlık” yapmaya başlıyor. Kendilerine sorsanız hemen hepsi insanımızı sapına kadar aydınlatıyor ve dahi “devlet aklı”na da yardımcı oluyorlar. Evet, “devlet aklı” diye bir akıl varsa, -ki bendeki kanaat varsa da “devlet harici” bir kanaldan veya noktadan seyrediyor-, bu ve benzeri tipitipleri dikkate alıyor ve tam da bütün bir toplumu “olacak olan”a hazırlıyor. Yani tam da “ezoterik simsarlar” tarafından istenilen kıvama getirilen bir “devlet aklı”nın varlığından sözedilebilir. Bu da “Küresel Sermaye”nin kucağında “nefsini yelleyen devlet” modunda olmayı beraberinde getiriyor.
Deccal Komitesi’nin tetikçiliğini yapan Küresel Sermaye, dünkü İmparatorluklardan pek çok Ulus-Devlet peyda ettirdi. Tıpkı eski Yunan Kültürü’nde olduğu gibi, Ulus Devletler “Demokrasi” şemsiyesi altında birer Site-Devletleri hâline getirildiler. Sözkonusu Ulus-Devletler devletlerden bağımsız yapılanmalar hâlinde “Küresel Şirketler”in tasarrufunda iş kotaran Uluslararası Kurum veya Kuruluşlara bağlandılar. Bu mevzuda Uluslararası Olimpiyat Komitesi (CIO/UOK) ve buna bağlı olarak kurulan Uluslararası Spor Federasyonları (USF) dünden bugüne “rol model” olarak kullanılmıştır. Vakti zamanında Kurthan Fişek, “Spor Yönetimi” isimli kitabında UOK’nın örgütlenme modeline dair şu şekil bir tespitte bulunmuştu ki bu tür bir tespit, bugünkü manzarayı çok nezih bir şekilde izah etmektedir:
“Uluslararası spor hiyerarşisi, yapının belli basamaklarını netleştirmek için kullanılan idarî–siyasî kavramların (Ör: federasyon, millî) uyandırabilecekleri ilk izlenimin aksine, millî birimlerin kendi hür iradeleriyle bir araya gelerek yine kendi hür iradeleri doğrultusunda bazı yetkilerini bir üst organa aktarmalarıyla oluşan “federatif” bir yapı değil, özel kişilerce kurulduğu, yaşatıldığı, yenilendiği ve işleyiş kurallarına bağlandığı için “millî” nitelikli üyelerinin etki ve iradelerini en azda tutan ve kural olarak yukarıdan aşağıya işleyen “tek parçalı” bir gövdedir. Hatta bir adım öteye giderek, beliren bu idarî yapının, üyeliğe alınma ön şartı olarak aday ülkelerin karşısına belirlenmelerinde söz haklarının olmadığı bir ilke ve kurallar bütünü çıkaran, seçicileri seçileceklere seçtirdiği için aşağıdan yukarıya işleyecek bir denetime büyük ölçüde kapalı olan, kendi kurallarını kendisi koyan (yasama), koyduğu kuralları uygulayan (yürütme) ve kurallara uymayanları da yaptırımcı bir biçimde denetleyen (yargı), üyelerinin iradesinden tamamen bağımsız bir “toplu irade”, bir “dünya devleti” görünümü taşıdığı bile söylenebilir.” (Kurthan Fişek, Spor Yönetimi, Bağırgan Yay., Ankara 1998, s. 152)
Modern Sporları kendisine basamak yaparak örgütlenen, daha doğrusu tüm dünya sporuna hükmeden UOK ve USF’ler, bugün tüm dünyanın canına okuyan Uluslararası Kurum veya Kuruluşların da bir nevi tohumu mahiyetindedirler. Ne ilginçtir ki eski Yunanca bir kelime olan spor, speiro veya spore, Türkçe’de ”tohum, döllenme hücresi” mânâsındaki sperm kelimesiyle de iştikak ilişkisi içinde olup, “tohum ekmek, saçmak” mânâsınadır. Fransızca’ya spore şeklinde geçen bu kelime, “çiçeksiz bitkilerde tohum işlevi gören zerre” mânâsınadır.
Bu tür bir iştikak ilişkisine yol vermekteki maksadımız, Bugünkü “Yeni Dünya Düzeni”nde modern sporların bir nevi “tohum” veya “sperm” görevi üstlendiğini göstermek içindir. 1. Dünya Savaşı ile birlikte İmparatorluklar tasfiye edildi ve bütün bir dünya tarlası yeniden sürüldü ve sürülen bu tarlada “yeni dünya düzeni” tohumu, diğer bir ifadeyle de Demokrasi tohumu saçıldı. 2. Dünya Savaşı sonrasında tabiri caizse bir nevi hasad mevsimine girildi. Bugün ise, elde edilen birikim üzerinden dünkü dünya tarlası bugün tekrar ve yeniden sürülmek isteniyor, yani yeni bir tohumlama yapılmak isteniyor. Bu tohumlama ilkin zihinlerde yer etsin isteniyor. Bundan dolayı da topyekûn dünya insanı bir bilgi bombardımanı altında inim inim inletiliyor. İşte tam da bu noktada her köşe başını tutmuş “Ezoterik simsarlar” tetikçilik görevlerini kusursuz bir şekilde yerine getiriyorlar. Dikkat edildiyse farklı kanallardan ve farklı mevzular üzerinden hep aynı noktanın adeta borazanlığı yapılıyor. “Tek Dünya Devleti”ne nasıl hazırlık yapıldığı, “Yeni Dünya Düzeni” sahiblerinin ne kadar çok güçlü oldukları durmadan insanımızın idraklerine sindirilmek üzere pompalanıyor, nakşediliyor. Halbuki, sahici bir derdi olan her aydın, kendisine düşman bellemesi gereken bir kliğin ne yapmak istediğini anlatmaktan ziyade, her türlü tehlike karşısında ne tür bir savunma mekanizması geliştirmek gerektiğini öğrenip anlatmakla vazifeli görmeliydi. “Çağından mesul aydın” modunda olmak, halihazırda “yeni dünya düzeni” dayatan küresel bir kliğin tetikçiliğini yapmayı değil, “İstikbâl İslâmındır” mutlak müjdesine yataklık eden “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin teklif ettiği “Yeni insan yeni nizam” çerçevesindeki “Yeni Dünya Düzenimiz”i insanımıza anlatmayı yeğlemeliydi.