İBDA Mimarı, bütün bir İBDA fikriyatını “Ben Kimim?” istifhamı üzerine bina etmiştir, denilebilir. Hemen belirtmek gerekirse, “Ben Kimim?” istifhamı, ancak “ölüm”e, dolayısıyla da “ebedî hayat”a ram olmuş çileli bir hayata talib olanların kullanabileceği bir istifhamdır. Üstad Necip Fazıl’ın 1972 yılında yazmış olduğu “Zehirle Pişmiş Aş” isimli şiirinde, “Zehirle pişmiş aşı yemeye kimler gelir? Dilsizce, yalnız Allah demeye kimler gelir?” beytindeki mânâyı sezer gibi oluyoruz. Beytin lügat mânâsı üzerinden spekülatif bir okuma yapmak icab ederse, Necip Fazıl’ın evindeki zehirle pişmiş aşı yemeğe giden sadece ve sadece “Ben Kimim?” diyen İBDA Mimarı olmuştur. İBDA Mimarı’nın eserlerinde “Ben kimim? diye sormak, “ölüm nedir?” diye sormakla birdir!”(1) mottosuna niçin çok sıkça vurgu yapıldığını bu çerçevede değerlendirmek icab eder. “Her an ölümü yaşayan” bir kahraman olarak dünya hayatını tamamlayıp perde ardında konuşlanan İBDA Mimarı’nın Tilki Günlüğü’nden:
“Ben kimim?” diye sormak, “ölüm nedir?” diye sormakla birdir... “Ben”... Bütün hayat, bu soruya cevap vermek üzere yaşadığımız hadiseler dizisinden ibaret!.. “Ben kimim?” ve “ölüm nedir?” sorusunun bitişikliği üzerinde, nevî şahsıma mahsus bir nefs murakabesi... Hayat ve ölüm... Alındığı yere nisbetle, meçhul bir malûm veya malûm bir meçhul... Bütün dava, hayatın gayesi, malûmu meçhullükten kurtarmak ve meçhulü malûm kılmak!..”(2)
Bu mânâdan olarak, İBDA Mimarı, malûmu meçhullükten kurtaran bir kahraman olmanın yanı sıra, meçhulü malûm kılan bir kahraman olarak da tarihe geçmiştir. Anın ucunda yaşayan ve yine anın hakkını veren bir kahraman olarak bu dünyadan perdenin ardına göçmüştür. “İddet müddeti” tamama erdiğinde, (11 Eylül 2018), kendileri nasıl avdet(3) eder veya temessül(4) edecek onu doğrusu ben de bilemiyorum, ama “gözü arkada olan” biri olarak perde ardından istiklâl ve istikbâl kaygısı taşıyan her sağduyulu ve de anteni yüksek insana her daim nezaret edeceğini, -ettiğini!- şimdiden söyleyebilirim, Allah’ın izniyle!
Doğru söylemek gerekirse, İBDA Mimarı’nın eserlerinde terennüm eden mânâ veya fikir, fikirle çizilmiş suretin de ta kendisidir, denilebilir. “Adam tanımak surat tanımak demek değildir”, diyen bir kahramandan söz ediyoruz çünkü. Onun sureti İBDA külliyatında mündemiçtir. Görmek isteyene kendisini gösteren bir suret! Fikirler ölmez, dolayısıyla da sureti de “su keyfiyetine malik olarak” bâki! “Su keyfiyeti” ile “fikir keyfiyeti” arasında nasıl bir ilişki kurulduğu hepimizin malumudur. Yerine göre buhar, yerine göre buz ve yerine göre ise akarsu keyfiyeti hafızalarda yer etmiş olmalı! Görebilene, daha doğrusu istidatlı olana aşk olsun! Bu arada şahsî bir tecrübemi de paylaşmak isterim. Yağmurcu’nun “Filistin ve İşkence” isimli video konferansını izledikten kısa bir zaman sonra, okuduğum her eserini kendi sesinden duyarak, -duyuyormuşum gibi!-, okudum! Ben okumuyordum da, yazılar sesleniyordu sanki!
Şu temessül mevzuu üzerinde birazcık olsun durmak icab ediyor, sanırım. Temessül, lûgatta yansıma, görünme, bir varlığın kendi vücudunun aslını koruyarak başka bir şekilde ortaya çıkması veya görünmesi mânâsınadır. Hiç şüphesiz ki temessül, tenasuh değildir. Bilindiği üzere tenasuh, Hindulardan çıkmış bir inanıştır. Ölen insanların ruhunun bir hayvan ya da bir insan bedenine girmesi inancını ifade eder. Batı literatüründe bunun karşılığı, “Reincarnation (Reankarnasyon) ve Tranmigratıon”dur. Tenasuhe inanlara Tenasuhiyye denilir. Hulul prensibine dayanan bir inanıştır ki, batıldır, küfürdür. Bu iki kavramı birbirinden ayırma babında İmam-ı Rabbani Hazretleri buyuruyorlar: “Tenasûh vardır diyen, İslâm dinine inanmamış olur. Yani Müslümanlıktan çıkar. Ruhların, cisim şekil alarak iş görmelerini, bazı kimseler tenasûh saymıştır. Hâşâ ve kellâ (asla), hiç tenasüh değildir. Yani ruhlar, başka bir bedene girmemiştir. Bu hâl, birçok cahillerin ayaklarının kaymasına sebeb olmuştur.”(5)
Evet; temessül konusu hassas ve misâl âlemini de kapsadığından karışık gibi gözüken bir mevzudur. Rüya ve keşiflerin çoğunluğu misâl âlemi ile bağlantılı olduğundan temessülün sahası orayı da ilgilendirir. Temessülün varlığına ve mahiyetine dair uygulamalara en başta Melek, Cin ve Şeytan taifesinin uygulamaları misâl olarak verilebilir. Bu mevzuda Kur’ân ve hadîslerde pek çok delil mevcuttur. Meselâ, Meleklerle ilgili olarak; Kur’ân’da, Hazret-i Meryem’e Ruhun insan suretinde gelip Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’ın müjdesiyle ve Hazret-i Meryem’in ona hamile kalışıyla ilgili âyetler (Meryem, 17-21) ile Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm ve Hazret-i Lut Aleyhisselâm’a insan kılığında gelen Melekleri haber veren âyetler (Zariyat, 24-30; Hud, 69-78) temessüle birer örnek olarak verilebilir. Şeytan ve Cinlerin temessülüne ait delil de yine Kurân’dan, (ayet meâli): “Hani kâfirler seni tutuklamak veya öldürmek, ya da (Mekke’den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal, 30). Bu âyetin tefsirinde, Ensar denilen Medine-i Münevvere ahalisinin İslâmı kabul etmesi üzerine telaşa düşen Kureyşli müşriklerin Allah Reûlü’ne tuzak kurmak için Darun Nedve’de toplanmaları esnasında İblis’in de Necit ahalisinden bir ihtiyar görüntüsünde toplantıya katılması ve toplantıda öne sürülen tüm görüşlere karşı çıkıp sadece Ebu Cehil’in Allah Resûlü’nün öldürülmesine dair görüşüne taraf olması ve akabinde, Allah’ın tuzakları boşa çıkaran olarak, Cibril Aleyhisselam’ın haber vermesiyle birlikte Mekke’den çıkıp Medine’ye hicret etmesi ile ilgili hadise, temessüle örnek olarak verilmiştir. Malum olduğu üzere, Allah Resulü bir gece yatağına Hazret-i Ali (R.A)’yi yatırarak Hazret-i Ebu Bekir (R.A) ile birlikte Mekke’den çıkmışlardır. (Ömer Nasuhi Bilmen). Temessül ile ilgili başka bir ayet meâli: “Hani şeytan onlara yaptıklarını süslemiş ve, “Bu gün artık insanlardan size galip gelecek (kimse) yok, mutlaka ben de size yardımcıyım”, demişti. Fakat iki taraf (savaş alanında) yüz yüze gelince (şeytan), gerisingeriye dönüp, “Ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğiniz şeyler görüyorum. Ben Allah’tan korkarım. Allah, cezası çetin olandır” demişti.” (Enfal, 48). Bu ayetin tefsirinde ise lanetli İblis’in, Benî Kinane kabilesi eşrafından ve şairlerinden olan “Sürâka Bini Mâlik” adındaki şahsın şekline büründüğü ve Müslümanlarla savaşmak isteyen Mekkeli müşrikleri cesaretlendirdiğinden söz edilmektedir.(6)
Hadîsler çerçevesinde, meselâ, Meleklerle alakalı olarak, Hazret-i Sad bin Vakkas (R.A) tarafından nakledilen bir hadîs meâli, temessüle örnek olarak verilebilir (meâlen): “Uhud günü Allah Resûlü’nün sağında ve solunda beyaz elbiseli iki kişi gördüm onun önünde ona yardımcı olarak çok şiddetli savaşıyorlardı. Bunları ne daha önce ne daha sonra gördüm (bu sözüyle Cebrail ve Mikail’i kast etmiştir) (Buhari, libas 24, Müslim, fezail 47). Başka bir örnek, Hazret-i Ömer (R.A) buyuruyorlar (meâlen): “Allah Resûlü’nün huzurunda oturuyorduk. Beyaz elbiseler içinde tanımadığımız bir yabancı geldi.
Üzerinde yolculuk âlameti de yoktu. Efendimiz’den izin istedi. “Yaklaşabilir miyim Ya Resûlallah?” dedi. Ve bu ifadesini üç defa tekrar etti. Her izin alışta Allah Resûlü’ne biraz daha yaklaşıyordu. Sonra ellerini dizlerine koydu ve Efendimiz’e soru sormaya başladı:
-İman nedir?
Allah Resûlü cevab verdi: “İman, senin Allah’a, meleklere, kitablarına, peygamberlerine, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine ve ahiret gününe inanmandır.”
-İslâm nedir?
-Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet getirmen, namaz kılman, oruç tutman, zekat vermen ve hacca gitmen..
-İhsan nedir?
-Senin Allah’ı görüyor gibi kulluk etmen. Sen O’nu görmesen de O, seni görmektedir.
Allah Resûlü’nün verdiği her cevaptan sonra yabancı “Sadakte” diyor ve Allah Resûlü’nü tasdik ediyordu. Biz ise olanları hayret içinde seyrediyorduk. Ve içimizden, “hem soruyor hem de tasdik ediyor”, diye geçiriyorduk. Son olarak da kıyamet ile ilgili bir soru sordu:
-Kıyamet ne zaman kopacak? dedi. Efendimiz bu soruya: “Şu anda kendisine soru sorulan, sorandan fazla bir şey bilmiyor” cevabını verdi. Ardından da kıyamete ait bazı alametleri saydı.
Adam bunu da dinledikten sonra kalktı ve gitti. Birkaç kişi arkasından çıkıp baktı, fakat yolcu ortada görünmüyordu.
Allah Resûlü bize, bu gelenin kim olduğunu bilip bilmediğimizi sordu. “Allah ve Resûlü bilir” diye cevap verdik. Ve şöyle buyurdu: “O Cibril’di. Size dininizi öğretmek için geldi.” (Buhari, İman 37, 34).(7)
Hazret-i Aişe Validemiz buyuruyorlar (meâlen): “Hendek muharebesinden dönülmüştü. O esnada ben hücremde bulunuyordum. Dışarıda bir ses duydum. Allah Resûlü tam kapının önünde birisiyle konuşuyor ve eliyle karşısındaki şahsın üzerindeki tozu-toprağı siliyordu. Muhatabı, Allah Resûlü’ne: “Ya Resûlullah silahınızı bıraktınız mı? Ama biz melekler topluluğu henüz silahlarımızı bırakmadık. Allah (cc) Sana, Kurayzaoğulları üzerine yürümeni emir buyuruyor” dedi. Allah Resûlü içeriye girince sordum: “Ya Resûlullah kiminle konuşuyordun?” “Cibril’le” buyurdu. “Rabbimin emrini tebliğe gelmişti.” (Buhari, Meğazi 30; İbn Kesir, el-Bidaye, 3/ 134)(8)
Sahabi öbek öbek Beni Kurayza’ya doğru giderken, yağız bir delikanlı görürler. O da atını mahmuzlamış ve Beni Kurayza’ya doğru gitmektedir. Başında beyaz bir sarık vardır. Görenler onu ilk önce Dıhye’ye (RA) benzetmiştir. Durumu Allah Resûlü’ne söylerler. Şöyle cevap verir (meâlen): “O Cibril’di. bizden önce gidip Beni Kurayza’nın kalbine korku ve panik saldı. Onların maneviyatlarını sarstı, ümitlerini bitirip tüketti…” (İbn Kesir, el Bidaye ve’n-Nihaye, 4/120)(9)
Ayet meâli: “Süleyman’ın emrine de, sabah esişi bir ay, akşam esişi de bir ay(lık yol) olan rüzgâr verdik. Erimiş bakır ocağını da ona sel gibi akıttık. Cinlerden de Rabbinin izniyle onun önünde çalışanlar vardı. İçlerinden kim bizim evimizden çıkarsa, ona alevli ateş azabını tattırırız. Cinler, Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı. Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır. (Sebe, 12-13). Ayrıca Neml suresi ayet 39’da geçen Belkıs’ın tahtının gelmesiyle ilgili ayetler de Cinlerin temessülü ile ilgilidir.
Son bir örnek de Ebû Eyyûb el Ensarî Hazretleri (R.A) vesilesiyle olsun (meâlen): “Ebû Eyyûb el Ensarî’nin bir hurma deposu vardı. Cin veya şeytan türü birileri gelir ve o depodan hurma alırdı. Ebû Eyyûb durumu Allah Resûlü’ne şikayet etti. Allah Resûlü : “Git onu tekrar gördüğünde: “Bismillah peygambere icabet et” de buyurdular. Sonra Ebû Eyyûb onu yakaladı bir daha gelmeyeceğine söz verince serbest bıraktı. Sonra Allah Resûlü’ne gelince, Allah Resûlü, “Esirin ne yaptı” buyurdular. Ebû Eyyûb, “Bir daha dönmeyeceğine yemin etti” deyince, Allah Resûlü, “Yalan söyledi, O yalan söylemeye alışıktır”, buyurdu. Ebû Eyyûb o kişiyi bir daha yakaladı tekrar gelmeyeceğine yemin edince onu tekrar serbest bıraktı. Allah Resûlü tekrar sordu: “Esirin ne yaptı?” Ebû Eyyûb, “Bir daha dönmemeye ikinci defa yemin etti” dedi. Allah Resûlü, “Yalan söyledi, O yalan söylemeye alışıktır” buyurdular. Üçüncü sefer yakalayınca; bu sefer seni Allah Resûlü’ne götürmeden bırakmayacağım, deyince, o kimse dedi ki: “Sana bir şey öğreteceğim. “Ayet-el Kürsî”yi evinde oku bunu oku ne şeytan ne de bir başkası sana yaklaşamaz. Ebû Eyyûb Allah Resûlü’ne geldi ve Allah Resûlü tekrar “Esirin ne yaptı?” diye sorunca, Ebû Eyyûb olan biten, haber verdi. Bunun üzerine Allah Resûlü, “O doğru söylemiş, fakat kendisi yalancıdır”, buyurdular. (Müsned: 22488- Tirmizi 2880)(10)
Not: Yukarıdaki hadîs Hazret-i Ebu Hureyre (R.A) tarafından da tecrübe edilmiş olarak anlatılmaktadır. (Sahîhu’l-Buharî, Kitabü’l-vekâle, Hd. 2311).
Evet; cinler, insan suretinde temessül ettikleri gibi, diğer canlılar şeklinde de temessül etme kabiliyetine sahibtirler. Allah Resûlü’nün değişik hadîslerinde evlerde görülen yılanlara evvela: “Cin isen çık” demesini tavsiye etmesi, Medine’de iman eden cinlerin olduğunu söylemesi ve eğer çıkmazsa bunun üzerine öldürülmelerini buyurmaları, bu gerçeğe ışık tutan başka hadîslerdir. (Hadîsler için bkz. Müslim, Selâm, 139; İ’tisam, 33; Ebu Davud, Edeb, 174; Tirmizi, Ahkam, 2)(11)
Kısa ve öz söylemek gerekirse, bu tür vakalar, Muaz b. Cebel, Ubeyy b. Kâ’b, Ebu Hureyre, Ebu Eyyûb el Ensarî Hazretleri gibi seçkin sahabîler tarafından da zaman zaman müşahade edilmiştir. Bu da cin veya şeytanların temessülünün tevatüre yakın bir keyfiyette nakledilmesi demektir ki, o da bu hususu şüphe vermeyecek şekilde gözler önüne sermektedir. Ayrıca, Şeytanın Hileleri isimli eserinde İbni Arabî Hazretleri, İbni Abbas ve Muaz bin Cebel (ra) şeytanın cemaat hâlinde Allah Resûlü ile Sahabîlerin oturduğu bir sırada şeytanın geldiği ve bazı bilgiler verdiği uzunca hadîste meşhurdur.
Tenasuh ve temessül mevzuunda dünya görüşümüz çerçevesinde şüphesi olanların, Yağmurcu’nun Esatir ve Mitoloji “Güneş ve Ay” isimli eserinin 6. Bölümünde yer alan “İlyas Aleyhisselâm” bahsini sonuna kadar okumalarını salık veririrz.(12)
İBDA Mimarı: “Biz, İslâm dışı çevrelerin eylemlerini bile destek niyetine kendi kâr hanesinde eriten bir hassaya mâlikiz… Tabuta da girsek, bu böyle; insan ölse de, keyfiyet, sahiblerinde eşya ve hadiseyi kendine delil kılarak yaşar… Eşya ve hadiselerin kendisini doğruladığı, “kurmay” mânâsına “marjinal” keyfiyet…Anlatabildim mi?..”(13)
Temessül meselesinden sonra tekrardan mevzuya dönecek olursak. İBDA Mimarı’nın “Ben kimim?” istifhamı üzerinden bir “dipsiz mağara” teşbihi var ki, müthiş! Söz konusu teşbih, Eflâtun’un “Görünüşler Alemi” üzerinden “İdeler Alemi”ne yol veren Mağara alegorisini de hatırlatıyor gibidir. Yahya Kemâl’in “Ne harabî, ne harabatiyim / Kökü mazide olan atîyim!” mısralarını da hatırlatan durumlar… Meşhur söz: “Büyük istikballer büyük geçmişlere dayanır.” Nitekim istikbâl göklerde değil, köklerdedir! Çok uzak değil, çok yakın bir zamanda, uzaya gitmenin öyle sanıldığı kadar çok da büyük bir marifet olmadığı anlaşılır. Bununla beraber, cennetten getirilen Ud kokusunun (Heylele: La ilahe illahlah) bütün bir dünyaya yayılmasına şahidlik etmenin ise ne büyük bir nimet, marifet olduğu da tez zamanda anlaşılır!
İBDA Mimarı, “Ben kimim?” istifhamını “sonsuz keşfe mevzu dipsiz mağara!”(14) teşbihi üzerinden vuzuha kavuşturmuştur, denilebilir. Sonsuz keşfe mevzu dipsiz mağara?.. Mağara teşbihi her ne kadar Eflâtun’un mağara alegorisini hatırlatıyor ise de, aslında, daha çok “Mağara dostluğu”nu hatırlatıyor gibidir. Allah’ta fani olmanın biricik yolunu aydınlatan yegâne sır, Sevr mağarasında ehline teslim edilmiştir. “Gizli zikir” talimi üzerinden ehline teslim edilen bu sırrın sahiblerine bugün Nakşibendi denilmektedir. İBDA Mimarı boş yere söylemiyor: “Nakşî sırrıdır kavgam!”(14)
İBDA Mimarı, bütün bir İBDA fikriyatını “Ben Kimim?” sorusu üzerine bina ederken, aslında bir yönüyle “İBDA, beşer zekâsının sekreteridir” hakikatinin anlaşılmasını istiyor, diğer bir yönüyle de “Baş ve son”a taalluk eden veçhesiyle, “Ben beklenenim!” müjdesini de veriyor. Eserlerinde bu mevzuya sıkça vurgu yapmasının sebebini ise asaletine ve de asabiyetine bağlamak lazım gelir. Eserlerinin muhtevasında saklı olan mânâya vakıf olabilmek için bu şekil bir okuma yapmak bir zorunluluk olarak algılansa yeridir. “Peşin fikir hikmeti” denilen durum.
Dipnotlar
1-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-cizgi-347-h3134.html
2-Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü –Ufuk İle Hafiye-, İBDA Yayınları, c. 1, sh. 18-19.
3-Avd: Dönme, geri gelme. Aleyhine veya lehine dönme… Avdet: Dönüş, geri gelme, dönme. Rucu’… Avdetî: Dönme. Aslına, Müslümanlığa dönen.
4-Temessül: Benzeşmek. Cisimlenmek. Bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek. Bir kıssa veya atasözü söylemek.
5-http://www.hkerrar.com/temessul-nedir-melekler-seytan-ve-cinlerin-temessulle-iliskileri.html
6-http://www.hkerrar.com/temessul-nedir-melekler-seytan-ve-cinlerin-temessulle-iliskileri.html
7-http://www.hkerrar.com/temessul-nedir-melekler-seytan-ve-cinlerin-temessulle-iliskileri.html
8-http://www.hkerrar.com/temessul-nedir-melekler-seytan-ve-cinlerin-temessulle-iliskileri.html
9-http://www.hkerrar.com/temessul-nedir-melekler-seytan-ve-cinlerin-temessulle-iliskileri.html
10-http://www.hkerrar.com/temessul-nedir-melekler-seytan-ve-cinlerin-temessulle-iliskileri.html
11-http://www.hkerrar.com/temessul-nedir-melekler-seytan-ve-cinlerin-temessulle-iliskileri.html
12-Salih Mirzabeyoğlu, Esatir ve Mitoloji “Güneş ve Ay”, İBDA Yayınları, İstanbul, 2010, sh. 88-109.
13-Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar, İBDA Yayınları, İstanbul, sh.103.
14-Salih Mirzabeyoğlu, Büyük Muztaribler “Düşünce Tarihine Bakış”, İBDA Yayınları, c.1, İstanbul, 1998, sh. 260.
15-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-ordu-32-h219.html
Baran Dergisi 595. Sayı
Trend Haberler
Türk solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Kassam'dan şehadet operasyonu: İsrailli teröristlerin arasına sızıp pimi çekti!
Kemalistler putlarına sahip çıkıyor! Yine 5816, yine hukuksuzluk, yine ceza
Her yerde pislikler, her yerde sorunlular! Yahudi tarikatına baskın!
CHP'li belediyeler eskisi gibi ezanları mı yasaklıyor? Valilik tahkikat başlattı
HTŞ'den Şiilere silahları bırakma çağrısı