On dokuzuncu yüzyılda, seyahat etmeyi çok seven bir gezgin Anadolu’da bir Allah dostunun yaşadığı şehre uğrar ve onu ziyaret eder. Mübarek velinin evinde yalnızca kitaplar, bir masa ve bir oturak vardır. Gezgin sorar: "Ey Allah'ın sevgili kulu! Senin eşyaların nerede?" Veli cevap verir: "Asıl seninkiler nerede?" "Benimkiler mi? Ama ben burada yalnızca bir yolcuyum." "Ben de." der veli.
 
"Sekülerleşme", ölümün "insan özünden" yok edilmesidir. Ölümün insan yaşantısından uzaklaşıp toprağa gömülmesidir. Yani ölüm makalelerden, şiirden dışarı çıkamamıştır. Hatırlasak da hissetmiyoruz artık. Ali el-Kari Mirkatu'l- mefatih'te, ölümü unutmayı dünyaya bağlılıkla ilişkilendirir. Allah'ın ayetleri modernitenin yetiştirdiği, daha doğrusu resmi ideolojinin yetiştirdiği insanlara daha garipsenir gelmeye başladı; her ne kadar iman ettiklerini söylemiş olsalar da. Ki Müslümanlar dahi kendi nefislerine ağır gelecek veya vicdanlarını rahatsız edecek ayetlere/hadislere yeni kulplar buluyor. " 'Her nefis ölümü tadıcıdır' ayeti artık sadece laiklerin hayat coşkusunu kaçırmıyor. Ölümü hatırlatan her ne varsa, dünyevileşmeye paçasını kaptırmış Müslümanların da hayat sevincini destekliyor." [1]
Makine çağının ürettiği seküler ve modern insan modeli şimdi tüm İslâmî kavramlardan uzak. Daha doğrusu kavramları da kendisinden uzaklaştırdı. Bugün modernite İslâmî kavramların içini boşalttığı gibi, kültürel kavramların da içini boşaltmış durumda. Haliyle bu insanın yaşayış tarzına da sirayet ediyor. İnsanın ahiret ile olan bağlantısına balta vuran modernite, insanın dünyaya olan bağını da yakınlaştırdı. Şimdi "yeni tanrılara" itibar eden insan, farkında olmadan eşyayı/modayı da putlaştırdı. Ölümün, kalbi titreten, ürperti veren halini de bu putlar sayesinde tesirsiz hale getirdi. Ümmetin dünya sevgisine ve ölüme karşı tesirsizliğini kastederek şöyle buyuruyor Allah Resulü (sav): "Diğer milletler, tıpkı sofraya yemek için üşüşen insanlar gibi üzerinize üşüşecekler". Sahabiler şaşkınlıkla sorarlar: "Ya Rasulallah, o gün sayımız çok mu, yoksa az mı olacak?" Peygamber Efendimiz (sav): "Hayır." der. "Bilakis, o gün sayınız çok olacak. Fakat siz -çokluğunuz- bir akıntıyla taşınan çerçöp gibi olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu silecek, sizin kalbinize de "vehn" verecek." Sahabiler tekrar sordular: "Vehn ne demek ya Rasulallah?" Allah Resulü (sav): "Dünya sevgisi ve ölümü sevmemek, ondan nefret etmek" buyurdu. [2]
Sokakların yeni tanrıların insanın gözüne/beynine/kalbine vitrinlerden, tabelalardan, bankalardan, gettolardan, avucuna ve zihnine esir edilmiş telefonlardan haykırırken; mabetlerin, camilerin, medreselerin eşsiz huzurundan ve sükunetinden de bir o kadar uzaklaştırıyor. O yüzden itikaf kültürümüz (ibadetimiz) yitirildi. O yüzden on dakika bile kalamaz olduk camilerde. O yüzden sohbetlerin, hutbelerin iki dakika daha fazla uzatılmasına homurdanır olduk. Artık evimizin odaları secde halini değil tv'ye veya sanal aleme secdeyi gösteriyor.
Küreselleşme, şehrin uğultusunun yükseldiği sürede başlamaya ve hızlanmaya başladı. Şehirliliğini kaybedip kentleşen çok sesli, çok dağınık yerlerde dünyevileşme tuzağına daha çabuk düşüyor insan. Ruhunu bu kargaşa ve keşmekeşte dizginleyemeyen insan dünyevi kaygılarını da mecburen çoğaltıyor. Bunun başında televizyon, sinema, medya ön planda. Bir nevi bunlar tarafından yönetilen insan, yine televizyonla, medyayla düşünüyor ve bu inançla yaşıyor, bu inançla hayatını yönlendiriyor. Kentleşmeye zemin hazırlamış olan postmodern yapı, insanı tamamen İslâmca algıdan da uzaklaştırıyor, bir batılı gibi düşünmeyi, batılı gibi yaşamayı sunuyor. Kentleşme mecramızda Lütfi Bergen şunları söylemektedir: "Devletlerin kentleri kurup büyüterek insanı birey yalnızlığı içine atması, insanın hüzün dünyasını büyütmektedir. Kentler üretim ve tüketim odaklı yapılanmalarına karşılık tabiatlarını bozdukları insanın yalnızlığını, eğlence ve haz üreterek karşılamaya yönelik imal edilmişlerdir; bunun bir medeniyet/ şehir ifadesi olduğu ise tartışmalıdır. (...) Kentleşmenin ekonomik sonuçlarından biri de değerlerin çözülmesine bağlı yalnızlığın ve suçluluğun telafisi amacıyla ortaya çıkan kurumsal maliyetlerdir. Yaşlı bakımı, psikolojik rahatsızlıklar, ailenin dağılmasına bağlı çocuk bakımı, yalnızlaşmaya bağlı olarak her bireye konut- eşya- hizmet tahsisi maliyetleri gibi.(...) Bu çerçevede Müslüman toplumlar dahi kentleştikçe yaşlılarına Batı toplumlarının bulduğu çözümler içinde “bakmaktadır”lar. Bu çözüm, aslında Müslüman değerlerin de yitimidir."  Aynı şekilde  "Şehirlerimiz, çarşı ve sokaklarımız, mahallemiz ortadan kalkıp bulvarlara, meydanlara, plazalara, gökdelenlere evrildikçe fark etmeye başladık nesneleştiğimizi." diyor Akif Emre. Değerlerimizi yitirdikçe nesneleştiğimizi de görememeye başladık. Dünyaya olan bakışımız da değişti.
Dünyaya olan bakışımız Allah Resulünün (sav) "Bir ağacın altında bir süre dinlenip, sonra yoluna devam eden yolcu ile o ağacın ilişkisi kadar" buyurduğu bir bakışta olmalı. Sekülerizmin yoğunlaştığı bu çağda insanın İslâmda çektiği dert ve gönül darlığı, dünyaya olan bağlılığından da uzaklaştıracaktır. O yüzden insan kalabalıklardan inip biraz da yalnızlığa doğru karışmalıdır.  İmam el-Maturidi şöyle der: "İnsanlar bu dünyada ya daimi nimetleri ve kalıcı lezzetleri yahut fani lezzetleri ve geçici/sonlu nimetleri tercih noktasında serbest bırakılmıştır. Kalıcı lezzetleri ve daimi nimetleri geçici ve fani olanlara tercih edenlerin -bu tercihleri dolayısıyla- fani nimetleri ve geçici lezzetleri azalır (dünyadaki geçimleri daralır). Geçici lezzetleri ve fani nimetleri daimi ve kalıcı olanlara tercih edenlerinse fani ve geçici olan nimet ve lezzetleri artırılır." [3]
 
[1] Serdar Demirel. Dünyevileşme "Hayatımızın Öncelikleri" Krizini İşaretler, makalesi
[2] Süneni Ebi Davud: 4/111. hn. 4297; Müsnedi Ahmed: 5/278, hn. 22450.
[3] Ebu Mansur el-Maturidi, Te'vilatu Ehli's sünne, 4, 433. (Rıhle dergisi)
 
 
 Baran Dergisi 338. Sayı