Türkiye’den çıkmış tek yerlî ve millî fikir mihrakı olan Büyük Doğu-İbda ışığında iktidar olmak için iktidar olmak değil, bu sefer iktidar ele geçirilmek üzere iktidar olunmalı!

Yeniden bir seçim sath-ı mailine girmiş bulunuyoruz ve Türkiye’de artık olağan hâle geldiği üzere yine “en kritik” seçim yapılacak. Şu, “en kritik” seçim bahsi üzerinde durarak başlayalım. Kabaca bir tarif yapacak olursak, demokrasi, halkın kendini yönetme biçimidir. Bu yönetim biçimi, insanların eşit bir şekilde oy kullanarak veya temsilciler aracılığıyla kararlar almalarına olanak tanır. 

Demokrasilerde, vatandaşlar özgürce düşüncelerini ifade edebilir, toplanma ve protesto etme hakkına sahiptir. Ayrıca, yasama, yürütme ve yargı organları arasında güçler ayrılığı ilkesi vardır ve bu organlar birbirlerini dengeleyerek hükümetin gücünü sınırlandırır. Demokrasinin temel ilkesi, halkın egemenliğidir ve yönetim, halkın iradesine göre şekillenir. Tanım bu şekilde, fakat bilindiği üzere bütün ileri demokrasilerde devletlerin tıpkı teknelerin sallanmasına mâni olan salması gibi bir sabitleyici unsuru vardır. Amerika’da Senato, İngiltere’de ise Lordlar Kamarası gibi müesseseler devletin uzun vadeli politikalarının şekillenmesi ve izlenmesinde etkin rol sahibidir. Devletin politikası sabit kaldıktan sonra, bu devletin ancak bir temsilcisi, vitrin süsünü belirlemek üzere yapılan seçimler karnaval havasında geçer.

Türkiye’deyse o kadar ileri bir demokrasi var ki, her seçim, devletin neredeyse baştan aşağı yıkılıp yeniden farklı ideolojilere nisbetle inşâ edilmesini mümkün kılıyor. Başkanlık Sistemine geçilinceye dek, bilhassa yargı, istihbarat ve askerî bürokrasi içinde İslâm düşmanı ve milleti hâkir gören bir teşekkül tarafından kötüsünden ve cebren de olsa “devlette devamlılık esastır” ölçüsü bir şekilde işletilirdi. Biraz evvel ifâde ettiğimiz üzere burada bahsettiğimiz elbette ki kötü bir devamlılığın taraftarlığı değildir; fakat gerçekten de olması gereken devlette devamlılığın esas olmasıdır. Türkiye, başkanlık sistemine geçerken devletteki devamlılığı esas kılacak müesseseleri ihdas edemedi. Bu da Türkiye’yi dümene kim geçerse rotayı onun tayin edebileceği bir tekneye çevirdi.

Sapkınlık insanî rezilliklerden biridir. Devlet, fertlerden müteşekkil toplumun meydana getirdiği en büyük organizasyon olarak son kertede fertle benzeşir ve ferdî faziletleri de rezillikleri de sergileyebilir. Mevcut demokrasi anlayışı, bu bakımdan devletin sapkın bir rezilliğinden başka bir şey değildir. Bu sapkınlık devam ettiği, bir asır evvel budanan “Devlet-i Ebed Müddet” idealinin köklerine yeniden sımsıkıya tutunmadığımız sürece Türkiye’de yapılacak muhtarlık seçimleri bile “en kritik seçim” olma hüviyetini saklı tutmaya devam edecektir…

“Bu seçim en kritik seçim”in kritiğini yaptığımıza ve bu sapkınlığın Türkiye’yi bir kez daha önüne getirdiği yol ayrımına işaret ettiğimize göre, şimdi de konjonktüre dönelim.

Kırılma Noktası

Biraz evvel uzun uzadıya üzerinde durduğumuz gerekçeler dolayısıyla tabiî olarak bu seçim de Türkiye için bir kırılma noktası teşkil edecek. Bu seferki seçimleri diğerlerinden ayıran ve öne çıkaran keyfiyetse, Türkiye’nin siyasetini dışarıdan şekillendirmek için kullanılan bütün enstrümanların devre dışı kaldığı bir dönemde, Amerika’nın, emperyalistlerin, “dış mihrakların” yahut adına her ne derseniz deyin son şansı olması. Bugüne kadar, bilhassa 2009 senesinden beri son 14 senede Türkiye siyasetine müdahale etmek üzere emniyet, yargı, askerî bürokrasi, ekonomi ve bunun gibi bir sürü iç ve dış enstrümanın devreye sokulduğuna şahitlik ettik. Bütün bu müdahalelerin her birinin ardından alınan ayrı ayrı tedbirler bu kapıları nisbeten de olsa kapattı. Bu açıkların kapatılması için yapılan yazılım güncellemesi diyeceğimiz başkanlık sistemi, dolaylı müdahale sahalarını kapatırken, tam teslim alınabilmenin kapısını ise ardına kadar açtı. Bunu görenler de şimdi bu açığa oynuyorlar. Baran Dergisi’nin birinci döneminde sıkça üzerinde durduğumuz üzere Erdoğan ve temsil ettiği bağımsızlık çizgisini ortadan kaldırmak üzere hainlikten başka müşterek paydası olmayan siyasî teşekkülleri demetleyip sahaya sürdüler. Bu masanın başına da omurgasından vıcık vıcık yağ damlayan kripto Ermeni Kemal Kılıçdaroğlu’nu lâyık gördüler.

Global Hengâme-İt Dalaşı

Dünyadaki tüm değerlerin, münasebetlerin, sistemlerin ve düzenlerin, ister sosyal-ekonomik-siyasî ister ahlakî-dinî olsun yeniden şekillendiği ve hatta tanımlandığı bir süreçten geçiyoruz. Amerika ekonomik olarak batık vaziyette. Buna karşılık kendisini onun alternatifi olarak dayatanlar mevcut olanın yerine bir yenisini teklif edemedikleri için “kral çıplak” diyemiyor, statükoyu komada da olsa hayatta tutmaya çalışıyorlar. Böylesi bir konjonktürde, global plandaki Amerika’nın alternatifleri yerine düzene esas tehdidi kaybedecek pek de bir şeyi olmayan Türkiye teşkil ediyor. Çin, senelerdir geliyorum, geldim, az kaldı dese de milyarlık nüfusunu hâlen Amerika’nın ekonomik sistemi içinde doyurmaya devam ediyor ve bunun yerine bir alternatif iktisadî düzen tesis edemiyor. Ukrayna-Rusya savaşında gördüğümüz üzere aynı şey Rusya için de geçerli. Bugüne kadar biri New York diğeri Londra açıklarında, Atlantik Okyanusunun iki yakasında iki atom bombası patlatmak suretiyle global ekonomik sistemi yıkma imkânı elindeyken bir seneyi aşkın süredir Putin, sırf global sistemi ayakta tutabilmek uğruna Ukrayna bataklığında debeleniyor, ömür tüketiyor. Bu konjonktür içinde Avrupa’nın bir alternatif teşkil etmediğini ifâde etmemize lüzum yok sanıyoruz. Geçenlerde haberlerde denk gelmiştim, İngilizler bir zırhlı personel taşıyıcı üretmeye kalkmışlar, ürettikleri nihaî ürünün sorunlarını giderip çalışır hâle getirmek imalattan daha fazla paraya mâl olmuştu. Bu zımbırtıyı üreten ve süreci takip eden mühendislerde meydana gelen kalıcı tıbbî hasarlar da cabası. Bu dilden anlayanlar için, şu hazin tablo, İngilizlerin içinde bulundukları vaziyeti izaha yeter de artar bile. Sanayi Devrimi’ni yapan ülke burası…

Dünyada Birleşmiş Milletler isimli domuzlar diktasının Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi adı altında hukuk üstü imtiyaz tanıdıklarının hepsi statükonun korunması noktasında müttefik. Bizim “üçbin aile” bahsinde olduğu gibi kendi aralarındaki dalaşmalar bir yana, statükodan yana şikâyeti olan kimse yok! Savaş uçaklarının it dalaşına girmesi gibi, birbirilerini vurmaya niyetleri yok, ama rahat da duramıyorlar hesabı.

Buna karşılık, Üstad Necib Fazıl’ın “Dünya Bir İnkılap Bekliyor” başlıklı hitabesinde işaret ettiği üzere:

“Evet, dünya bir inkılap bekliyor! Nerede kalmış Türkiye?… Konuşmamızın ismi de bu… Dünya bir inkılap bekliyor! Bütün beşeriyet… Çünkü, beşeriyet o noktaya geldi ki, ne kadar müessesesi varsa bitti, eridi, pörsüdü, tükendi, bir tek eksiği kaldı; başında ve sonunda eksiğin ismini tesbit edebiliriz: Bütün hakikatiyle İslam…

Dünyanın beklediği bu inkılap, üç daire halinde… Dış daire dünya, içindeki daire İslam Alemi, onun da içinde Türkiye… Asıl Türkiye… Merkez Türkiye…”

İşte, bahsedilen bu keyfiyetin potansiyeli bile Türkiye’yi global sistem açısından Çin’den, Rusya’dan ve diğer tüm seçeneklerden daha büyük bir tehdit hâline getiriyor. Bu yüzden de kim ne konuşursa konuşsun, tek gerçek hedef Türkiye!

Seçim Yoluyla İktidarı Teslim Alma Teşebbüsü

Biraz evvel sıralamıştık. Son 14 senede emniyet, yargı, askerî bürokrasi, ekonomi üzerinden ve hatta birkaç da mahallî halk devrimi girişimiyle Türkiye’de iktidarı teslim alma girişiminde bulundular. Bütün bunlar başarısız olduğu gibi Türkiye reaksiyoner davrandı ve bu açıkları kapattı. En son yapılan idare şeklindeki değişiklikle başkanlık sistemine geçilmesi de dış tesirlerin önünü kapatmaya matuf bir girişimdi; fakat yukarıda da bahsettiğimiz üzere dolaylı yollardan değil de seçim yoluyla direkt olarak iktidarın teslim alınabilmesinin kapısını açmış oldu. 

Bugün Cumhuriyet Halk Partisi, HDP, İyi Parti, Gelecek Partisi, Deva Partisi ve Demokrat Parti ile siyasî bir parti hüviyetini haiz olmayan FETÖ artıklarından müteşekkil Millet İttifakı işte tam da bu açıktan girilerek iktidarı teslim alabilmek için tertib edildi. 

Tabiî bu girişim artık son açık kalan kapının zorlanması anlamına geldiğinden, yalnız seçmenin inisiyatifine bırakılamayacak kadar mühim. Bu yüzden de Amerika tarafından son yıllarda sürekli olarak Türkiye’nin Yunanistan sınırı Dedeağaç’a ve Suriye’nin kuzeyinde PKK-PYD’ye çok ciddi bir yığınak yapıldı. Daha seçim sath-ı mailine girilmeden “seçimde oy çalacaklar” tantanası başladı. Bir diğer taraftan deprem zamanında “devlet yok” palavrasıyla aynı ittifak tarafından dış müdahaleye kapı açmanın tatbikatı yapıldı. Zaten bilindiği üzere 15 Temmuz’da da eğer ki Erdoğan öldürülebilseydi aynı yola başvurulacak ve NATO, Türkiye’de iktidar boşluğu ve kaos var diye memlekete davet edilecekti.

Bu bahsettiğimiz şeyler bazıları için öyle komplo teorisi gibi görülüyor olabilir; fakat biz de devlet de işitiyor ki, Kemal Kılıçdaroğlu’nun MHP kökenli bir danışmanı Yüksek Bürokrat ve İş Adamlarını dolaşıp “eğer ki seçimi Cumhur İttifakı kazanırsa Amerika Türkiye’yi işgâl edecek” diye açık açık milleti tehdit dahi edebiliyor. Burada, Kemal Kılıçdaroğlu’nun danışmanının yüksek bürokratları ve iş adamlarını “biz kazanamazsak Amerika Türkiye’yi işgâl edecek” diye tehdit etmesi mi daha vahim yoksa devletin bu kahpe dölünün hâlen elini kolunu sallayarak dolaşmasına müsaade etmesi mi, o da ayrı bir vakıa. 

Tekrar biraz geriye dönelim. 15 Temmuz darbe girişiminin başarısız olduğu günden beri yazıyor ve diyoruz ki, Amerika için Türkiye, artık öyle başına bir işbirlikçi getirildiği takdirde sorun teşkil etmeyen ülke statüsünden çıkmıştır. Amerika için Türkiye, mutlaka ama mutlaka bölünmesi, parçalanması ve neticesinde bütün iddialarından ve tarihî misyonundan arındırılarak yok edilmesi gereken ülke statüsündedir.

chp-isgal-altili-masa

Bu arada, eğer ki, Amerika’nın masasında oturanların hâlis niyetli işbirlikçiler olup, biz Batı ne derse onu yapar ve böylelikle Türkiye’yi de ayakta tutarız zannederek bu işe girdiklerini düşünüyorsanız büyük yanılırsınız. Bu masanın bütün paydaşları Amerika’nın Türkiye’yi bölmek, parçalamak ve yok etmek planının şuurunda, bu işin ortağıdır. PKK’nın liderleri nasıl ki Türkiye’de bölücü diye anılıyorsa, aynı şekilde CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu da, HDP’nin başındaki Eşbaşkanlar Pervin Buldan ile Mithat Sancar da, İyi Parti’nin başındaki Meral Akşener de, Saadet Partisi’nin başındaki Temel Karamollaoğlu da, Gelecek Partisi’nin başındaki Ahmet Davutoğlu da, Deva Partisi’nin başındaki Ali Babacan ve onun arkasındaki Abdullah Gül de, partileri ile beraber bölücü örgüt liderleridir.

Masa Bacaklarının Ahmaklığı 

Bu arada bir hususa da dikkat çekmekte fayda var. Millet İttifakı’nın paydaşları aralarında kapışıyorlar ya, Cumhurbaşkanı yardımcılığı yahut bakanlık diye… Bu yeni Cumhurbaşkanlığı Sisteminde üzerinde kavga ettikleri tüm makamlar atamayla geliyor, Cumhurbaşkanı’nın atamasıyla. Yâni yarın olur da seçimleri kazanacak olurlarsa bahsettikleri tüm bu makamlara kurulmaları da, o makamlardan dehlenmeleri de Kılıçdaroğlu’nun iki dudağı arasında. Nasıl da eşit bir masa ama değil mi? Masanın bacaklarına bakınca, insan gülmeden edemiyor. 

Seçimlerden Sonra Süratle İnkılab Süreci Başlatılmalı

Seçimlerde oy mu çalınır artık nasıl olur bilinmez; fakat şimdilik en büyük öncelik Cumhur İttifakı’nın adayı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu seçimlerden galip çıkması, Türkiye’nin bütünlüğü ile biraz evvel bahsettiğimiz potansiyelinin muhafaza edilmesidir. Tabiî seçimlerin son bulması da elbette ki aynı zamanda bir başlangıç… 

Türkiye’ye bakan herkes hükümetin önünde hâlledilmesi gereken ne kadar da çok sorun olduğu hususunda ittifak hâlindedir herhâlde… Bugün kabul de edilse, inkâr da edilse gerçekten Yeni bir Türkiye var ve yeni Türkiye’nin sorunları eski Türkiye’nin sorunlarına göre son derece girift… Eski Türkiye manzarasına baktığımızda; şehirlerin aldığı hızlı göçten dolayı temel ihtiyaçlarını gidermekten yoksun bir toplum görüyorduk; işi, aşı, evi, musluğundan akan suyu, asfaltlı yolu, elektriği olmayan bir toplum… Eski Türkiye’de, ferdin de toplumun da meselesi temel ihtiyaçları karşılamak iken, bugünün Türkiye’sinde mesele geldi geldi ve ruhî merkezde kilitlendi. Temel ihtiyaçları öyle veya böyle karşılanan Yeni Türkiye’nin ferd ve toplum meselelerine yalnızca maddî planda getirdiği çözümler artık yetmiyor ve ruhî planda da ferd ile toplum arasındaki meselelere çözümler getirilmesi gerekiyor…

Hükümetin çözüm getirmesi gereken meseleler ruhî planda başlayıp sona ermiyor elbet; adalet, eğitim, ekonomi, nüfus, ordu ve dış politika planında, ruhî plandaki çözümlerin ahlâkî akisleri ışığında çözüme kavuşturulmayı bekleyen onlarca ana ve sayısız tâli mesele bulunmakta.

Türkiye’deki mevcut devlet müessesesi, mahiyeti itibariyle biraz evvel bahsettiğimiz meseleler karşısında çözümden ziyade problem üretmek üzerine bina edilmiş vaziyette. Kuruluş devrinde benimsenmiş ve değiştirilemez (!) şekilde kabul edilmiş prensibler, velev ki dönem şartları için gerekliydi desek bile, bugün muhatab olunan iç ve dış meselelerin çözüme kavuşturulması noktasında sağır ve dilsiz… Madem ki durum bu, o zaman devlet müessesesinin mahiyetinin tartışmaya açılması en tabiî haktır.

Yalnız ülkemizde değil, dünyanın birçok yerinde toplumlar içinde yaşadıkları düzenden memnun değiller. Bu memnuniyetsizliklerini yalnız lâfta bırakmayıp icraat hâlinde de devletlerine karşı haykırıyorlar. Memnun değiller, neyi istemediklerini çok iyi biliyorlar fakat; neyi istemediğini bilmek, neyi istediğini bildiği anlamına gelmiyor tabiî… Hâliyle de dünya çapında yaygın olan âhenksizlikten doğan kakafoni şiddetlenirken, bir diğer yandan da ferd, bulunduğu tarafa göre marjinalleşip toplum düşmanı hâline geliyor.

Batıdan doğan ve bugün umumiyetle kabul gören demokratik rejimlerin hürriyet anlayışı ile insanı insan yapan, hayvandan ayıran nitelikleri çelişiyor. İnsanın ruhî veçhesini görmezden gelip yalnızca nefs planına göre tasarlanmış hürriyet anlayışı, ferd ile cemiyet arasındaki muvazeneyi kurulamaz hâle getiriyor. Demokratik rejimi kabul etmiş devlet müesseseleri de, bu muvazenenin kurulmayışındaki temel saiklerle alâkadar olacakları yerde, muvazenesizlik neticesinde hâsıl olan problemlerin çözümsüzlüğü içinde boğuluyorlar.

Tam da burada, lâiklik bahsi üzerinde durmakta yarar var. Devlet, ferd ile cemiyet arasında muvazene kurmak için varken, lâiklik, bir dünya görüşünün devlet tarafından benimsenmesini iptal ederek, muvazenenin kurulmasını ve dolayısıyla da devletin varlık nedenini ortadan kaldırmış oluyor. O zaman da lâikliği kabul eden bir devlet, peşinen devlet müessesesinin en temel vazifesini yerine getiremeyeceğini en baştan deklare etmiş oluyor ve dolayısıyla, kendi meşruiyetini yine kendi eliyle ortadan kaldırmış oluyor. Devlet, bir fikir manzumesine dayanmaksızın fert ile toplum arasındaki diyalektik ilişkiyi neye göre tesis edebilir ki?

Türkiye özelinde devam edecek olursak, devletin ferd ve toplum arasındaki muvazeneyi kurmasıyla da iş bitmiyor tabiî… Bir kere içinde bulunduğumuz coğrafya Batılılar tarafından gayya kuyusu hâline getirilmek isteniyor ve bu hedeflerinden çok da uzak olmadıklarını söyleyebiliriz. Uzun uzadıya anlattık, pamuk ipliğine bağlı bir bütünlük içinde yaşıyoruz. Öyleyse, en içte ferd ile toplum arasında muvazenenin kurulmasından başlayıp, halkalar hâlinde içe ve ardından da halkalar hâlinde dışa doğru birçok mesele çözüme kavuşturulmak üzere hükümetin önünde sırasını beklemekte…

Tek cümlede toparlamak gerekirse; devlet müessesesini meydana getiren tam teşekküllü teşkilât var fakat; varlık nedeninin gereğini yerine getiren devlet yok! Ruhu çekilen beden nasıl ki cesetse, bugünkü devletler için de “devlet cesedi” tabiri uygun düşer herhâlde… Bu tesbit yalnız Türkiye için değil, diğer devletler için de geçerli…

İşte, seçimlerden hemen sonra inkılab çapında hamlelere girişilmeli ve Türkiye bir devlet cesedi olmaktan çıkartılarak canlandırılmalı, bunun için de Türkiye’den çıkmış tek yerlî ve millî fikir mihrakı olan Büyük Doğu-İbda ışığında iktidar olmak için iktidar olmak değil, bu sefer iktidar ele geçirilmek üzere iktidar olunmalı ve Üstad Necib Fazıl’ın Başyücelik Devleti modeli ışığında devlet, bir daha dışarıdan hiçbir müdahaleye açık bırakmayacak, içerideyse hiçbir fert ve toplum meselesini cevabsız bırakmayacak şekilde yeniden yapılandırılmalı. 

Aksi takdirde, bu seçimler Cumhur İttifakı tarafından kazanılsa bile bir dahaki seçimler en başta dediğimiz gibi yine Türkiye için en kritik seçim olacaktır.

Ömer Emre Akcebe

Aylık Baran Dergisi 14. Sayı, Nisan 2023.