İhtiyaçlar bitmiyor. Buna gereksinim de diyorlar ama işin hakikatini keşfetmeye yanaşmıyorlar. “İhtiyaçlar mı aleti doğurdu, âlet mi ihtiyaçları doğurdu?” sorusunun cevabı aletin ihtiyaçları doğurduğudur. Ve ilk âlet dil, ruh ve fikirdir. İhtiyaçlar kapitalist tüketim toplumunun sandığı gibi değil; her şeyden önce ruhî... Öyle ki insanın canlılık irade ve isteği de ruhtadır ve yaşama arzusunu kaybeden insan, yemek yeme arzusunu da kaybeder ve ölümü tercih eder.

İç âlem düzenini kuramayan, insanî ihtiyaçlarında da sınır tanımaz ve doyumsuzluk baş gösterir. Modern toplumlarda olduğu gibi. Şimdi tüketmeye aç ve birini tüketmeden öbürünü tüketme peşinde koşan bencil bir nesil var. Rıza ve kanaat unutulmuş, aç gözlülük ve huzursuzluk gelmiş. Bu hâl hatırıma Epiktetos’un “İçsel Huzur İyi Yaşamın Kapısını Açar” isimli bir solukta okunacak, hoş ve küçük kitabını getirdi.

Uluslararası şirketlerin doymak bilmez iştihası vatandaşa nefes aldırmıyor. Zarurî ihtiyaçlarımız (yeme-içme-barınma vs.) istismar edilerek küresel sistemi beslememiz sağlanıyor. Emeğimizin karşılığı sömürülüyor.

Şunu belirtelim ki yüksek büyüme her zaman iyi değil. Büyümekten kim kârlı çıkıyor? Çünkü küreselleşme, yüksek büyüme ile birlikte gelir dağılımı adaletsizliğini getiriyor. Var olan adaletsizliği büyütüyor. Büyüme istenir ama maalesef bu sistemde büyüme böyle oluyor.

Millî gelirin artışı da her zaman refahın eşit artışı mânâsına gelmez, millî gelir artıyor ama topluma eşit mi dağılıyor? Belli bir zümreye 10 pul düşerken ortalama insana 1 pul düşüyor. Neden? Ülkesinin çilesini çeken ve düşünen ortalama insandır. Gerçi onu da bozmak için, tüketim metaı yapmak için her yol denendi ve neredeyse herkes çıkarını düşünen hayvana döndü-döndürüldü. Ekonomik birey oldu. Neden, niçin? Bunun hesabını yapıyor muyuz?

Döviz yükselmesi ve neticesinde enflasyondan halk olarak, düşük gelirliler olarak korkuyoruz ama sisteme neşter vurulmasını ve sömürü çarkının kaynağına inilmesini düşünemiyoruz. Adaletsiz sistem içinde bir nebze iyileştirme, pansuman vs. peşinde koşuyoruz. Daha doğrusu bizi koşturuyorlar. Boğaz tokluğuna yaşayan köleler gibi veya evin eşyalarına, arabanın benzinine yönelik bir koşuşturma. Sizce bu hayat mı? Bunun neresi insanî? Dünyaya sadece karnımızı doyurmak için mi geldik, yoksa herkesin de karnı doyacağı insanî bir düzen kurmak, Allaha şahitlik ve kulluk etmek için mi geldik?

İktisatta da psikolojik üstünlüğe ve insan davranışlarının önemine vurgu yapan Prof. Dr. Kerem Alkin’in Ticaret Gazetesi’nin 23 Ocak 2017 tarihli sayısındaki şu pasajı verelim:
“Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, döviz kurları üzerinden yürütülen ‘piyasa manipülasyonu’na yönelik olarak ‘psikolojik üstünlüğü’ ele almak üzere son 10 gündür önemli adımlar atıyor ve finansal sisteme yeni araçlar kazandırıyor.

Geldiğimiz nokta, Türkiye’nin bekası için herkesin kendini sorgulaması gereken bir noktadır. Gözü dönmüş bir hırsla, piyasanın nefes almasını imkansız kılacak, piyasaların normalleşmesini engelleyecek bir nefretle gündeme getirilen ‘salvo’lara karşı, Bakanından bürokratına, köşe yazarından bankacıya, iş adamından profesyonele, net ve sert bir şekilde ‘yeter’ dememiz gerekiyor. Piyasaların normalleşmesi adına yürütülmesi gereken eşgüdümlü çalışmaları baltalayan bu hainliğe ‘yek vücut’ ‘dur’ demezsek, tarihi bir fırsatı tepmiş olacağız.”

Bakanından bürokratına böyle bir ruh ve gayret taşıdığını zannetmiyorum. İktisadî hamlede bile psikolojik âmilin önemi görülüyor. “Her şeyden önce bu eksikliği tesbit edelim ve onu gidermenin yollarını arayalım” dersek, “şimdi işimiz var, önümüzdeki sorunlarla boğuşuyoruz” diye es geçiliyor ama problemler de devam ediyor.

Baran Dergisi 526. Sayı

09.02.2017