Kemalist devrimlerin temeli Lozan’da atılmıştır. İngilizler Anadolu’da fiilî işgalin külfetli olacağını ve bunun sürdürülemeyeceğini fark edip, istedikleri mânada bir değişime razı olan ve aynı zamanda Millî Mücadele’ye liderlik yapan M. Kemal ile anlaşmayı asırlık İngiliz politikalarına daha uygun buldular. Cumhuriyet devrimleri de denilen Kemalist devrimlerin temelinin Lozan’da atıldığının açık delili ise şudur:
Türk murahhas heyeti Lozan Antlaşması’yla aynı tarihte (24 Temmuz 1923) imzaladığı “Yargı Yönetimine İlişkin Bildiri”de, Türk hükümetinin uygarlıkta gelişmenin gerektirdiği bütün reformları yapmaya hazır olduğunu, bu sebeble 5 yıldan az olmayan bir süre için Avrupalı hukuk danışmanları almak niyetinde bulunduğunu, bu danışmanların hukuk reformlarını hazırlayacak komisyonlara katılacaklarını ve Türk mahkemelerinin işleyişini izlemekle ve Adalet Bakanına gerekli görecekleri bütün raporları göndermekle görevli bulunacaklarını beyan ve taahhüt etmiştir. (Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar Belgeler, II/2, s. 105)
Lozan’da iktisadî kapitülasyonlar bırakılırken Batı hukukunun ithaliyle birlikte komple ülke eğitimden hukuka, iktisattan içtimaî hayata kadar Batı cenderesine alınmıştır. Bir başka deyişle, iktisadî kapitülasyonlar bırakılırken Batı hukukuyla birlikte bütün ülke onların kapitülasyon alanına girmiştir. Tanzimat’la birlikte başlayan Batılılaşma, özellikle Lozan’da Batı devletlerinin baskıları neticesinde kültürel, siyasî, hukukî, içtimaî ve iktisadî anlamda Batı’ya entegre olan bir rejime (Cumhuriyet) vücut vermiştir. (1) . Şimdi yapmak zorunda olduğumuz istiklâl mücadelesinin kökleri oralara kadar gider.
Komple hukuk sistemini değiştirmenin topluma yeni bir gömlek giydirmek demek olduğunu ve Batı’nın bu giydirdiği sömürge gömleğinin anayasa ve hukuk mantığı ile hâlâ üzerimizde olduğunu ve bu anlayışın eğitimden siyasete, iktisattan içtimaî hayata kadar etkili olduğunu ifade edelim. Türkiye’nin en büyük ayak bağı bize zorla giydirilen Kemalizm deli gömleğidir, yırtık pırtık dahi olsa hâla üzerimizdedir.
“Amerika yenilmez!” imajının yıkılmasından rahatsız olan köle ruhlu insanlardan bahsetmek istiyorum ki, bunlar azımsanmayacak miktardalar. Taliban’ın Afganistan’da iktidarı ele alması üzerine bizdeki bir kısım Müslümanlarda da şeriat korkusu baş gösterdi. Batı ve Amerikalıların İslâm düşmanlığını anlıyoruz da, içimizdeki marka Müslümanlarına ne demeli? Aslında Batı tarzı hayata alışmaları ve idrakleri iğdiş edilmiş olmalarından dolayıdır. Bunların bir kısmı ise açıktan ifade etmese bile recm ve kol kesme gibi cezalardan korkmaktadır. Her ne kadar bu cürümleri işlemeseler bile kendilerine güvensizlikleri ve imânlarının zayıflıkları böyle trajikomik hallere düşmelerine sebeb oluyor. Halbuki İslâm bu cezalardan ibaret olmayıp ahlâkî, iktisadî, içtimaî, siyasî vs. âhenkli bir bütündür. İslâm ceza sisteminde caydırıcılık esastır. Bu cezaları uygulamanın şartları ise çok ağırdır. Yani İslâm devleti ferdleri ıslah yoluna gider, cezalandırma ise asıl değil, istisnadır. Laiklerin/ Batıcıların korkusu ise kendi putperest inançlarının (Atatürk putu) yıkılacak olmasıdır. Ayrıca ve belki ondan daha önemli olanı ise fuhuş ve içki gibi Batı tarzı hayata alışkın olmalarıdır. Tabiî bu söylediklerimiz hepsini kapsamaz.
Taliban korkusu, şuurlu İslâm düşmanları yanında şuursuz Müslümanları da etkilemiş. Halbuki İslâm’da tedricîlik gereği yavaş yavaş ve sıra ile oluş prensibi söz konusudur. Adaletli bir düzen tesis edilmeden ve bunun ahlâkî altyapısı topluma verilmeden geri dönüşü olmayacak en ağır cezaların uygulanması ise söz konusu olamaz.
Taliban’ın itikadî çizgisi ise net ve sağlamdır. Onların şeriate sıkı sıkı bağlılığı, Amerika’nın Afganistan’da “ulus inşası” projesine ve “Batı demokrasisi”nin uygulanmasına mâni olmuş, ülkelerini işgalden kurtarmıştır. Taiban’ın İslâm yorumunun lafzî-literal olduğu ise doğrudur. Biz ise Osmanlı geleneğinden gelip, Necip Fazıl’ın da sistemleştirdiği üzere tasavvuf-fıkıh dengesi içinde bir anlayışa sahibiz. Müslümana karşı merhametli, kâfire karşı ise şiddetliyiz. Yani Müslümanların korkmasına gerek yok, kafirler ise korkmakta serbesttirler.
Serbestlik ve hürriyet demişken, Batı’nın özgürlükten anladığının “dinden özgürleşme” olduğunun altını çizelim. Bir örnek olarak, Fransa’nın “Cumhuriyet Değerlerini Koruma” adına aldığı en son kararların dinî özgürlüğe yönelik olduğunu hatırlatalım. ABD Başkanı Joe Biden’in Afganistan’dan kaçarken Taliban’a yaptığı “kadın haklarına saygı” gibi söylemlerin ise daha ziyade fuhuş serbestliği olduğunu da hatırlatalım. Onların demokrasi anlayışı kendilerine olup bizim gibi ülkelere biçtikleri rol ise sömürge statüsüdür. Cezayir ve Mısır’da darbeleri desteklemeleri buna misaldir.
Bir dâvayı temsilin önemi açısından şunları da ilave edelim. Hak veya bâtıl olsun, o dâvanın güdücülerinin cesareti ve niteliği hakimiyeti belirler. Şunu demek istiyorum ki, kadrolaşmayı bilen bâtıl dava sahipleri iktidara gelir ve rejimlerini yürütürler. Allah’ın kanununa göre, gayretli ve iş bilici küfre de imkân sunuluyor. Necm Sûresi 39. âyette ifade edildiği üzere, insan ancak çalıştığının karşılığını alır. Âdetullah böyle. Allah mü’mini de emek sarfetmeye teşvik ediyor. Kısaca, hak dâva cesaretsiz ve ehliyetsiz ellerde temsil edilemez ve yürütülemez. Aslında ictihad hukuku olan İslâm hukuku, eşya ve hadiseler zemini üzerinde kulun her an yükümlülüğünü hatırlatıyor. Modernistlerin ictihad müessesesini istismarı bir yana, Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü eseri İslam hukukunun yürütülmesine de canlı bir misaldir.
Hülâsa, ılıman ve ıslahatçı tavır değil, İslâm devrimi anlayışı gerek. Necip Fazıl’ın tanımıyla söylersek, “İslam inkılâbı”. Batıcı zihniyetle Batı’ya karşı olunamaz, İslâmî, millî ve bağımsız bir iktidar kurulamaz. Müslüman ise küfür rejimi içinde hiçbir zaman huzurlu yaşayamaz.
Kaynak:
1- M. Âkif Aydın; Batılılaşma, DİA, İstanbul, 1992, cilt 5, s. 162-167
Baran Dergisi 764. Sayı
02.09.2021