Sanayi Müsteşarlığı

Enerji

Sanayi Devrimi’nden sonra üretimine başlanan ve bir süre sonra üretim tekniklerinden kaynaklanan arz fazlası ve yüksek kârlılık dolayısıyla hanelerimize kadar giren âletler, kendileri bir ihtiyaç hâline geldikleri gibi, çalışmaları için gereksinim duydukları enerjiyi de dolaylı yoldan ihtiyaç hâline getirdiler. Konvansiyonel iktisat, ihtiyacı yiyecek, giyecek ve barınak şeklinde tanımlarken, bugün son derece açık bir şekilde enerji de, diğer ihtiyaçlarımızın bir ihtiyacı hâlinde, diğer tüm ihtiyaçlarımızdan önemli bir hâle gelmiştir. Tanım biraz tekerleme gibi oldu belki ama tam da bu şekilde; ihtiyaçları âletler, âletler de enerji ihtiyacını doğurur…

Kısaca Enerji Kaynağı Tarihi

Bugün insanoğlu, maddî planda ortaya koyduklarının üzerine çıkıp geçmişe aşağılar gözlerle bakıyorsa da, bu kibri kıran bir hakikat var; bütün ilerlemeye, zenginliğe ve bilgi birikimine rağmen, temel enerji çeşitleri hususunda aslında bir adım öteye gidebilmiş değiliz. Adem Aleyhisselâm döneminde ısınma ve yemek pişirmek için odun ateşi, kurutma ve sıcaklık için güneş, enerji-hareket için rüzgâr ve su, beden işleri için de hayvanlar kullanılıyordu. Bugün ateşi kömür, petrol, doğalgaz ve nükleer yakıtlardan; ısınma ve kurutma için güneşi; direkt hareket(değirmen ve yelken) ve elektrik için rüzgâr ve suyu, hareket için ise mekanik hayvanları, yani makineleri kullanıyoruz… Fiiller hâlen sabit kalmakla beraber, enerjinin meydana gelmesindeki kaynaklarda bir nebze de olsa çeşitliliğe gidilebilmiş; ne var ki bu çeşitlilik de zaten var olan fakat keşfedilmemiş bir çeşitlilik. “Makine Efsanesi”, “Teknik ve Medeniyet” adlı eserlerin yazarı Lewis Mumford; “günümüzde hedefsiz veya limitsiz olarak tek bir çizgi hâlinde ilerleme fikri belki de çok dar görüşlü bir yüzyılın en dar görüşlü mefhumudur” derken, belki de kibrin elleriyle insanlığın gözlerini kapatışından bahsetmekteydi.

Tüm bunlardan önemlisi, ateş tarafından aydınlatılan, inşa edilen ve hareket ettirilen bir dünyada yaşıyoruz. Çağımızı, enerji bakımından geçmiş devirlerden farklı kılan hususiyet yalnız ateş yakmanın yeni metotlarının bulunmuş olmasıdır diyebiliriz.

***

16. yüzyıla kadar geçen zaman zarfında enerji kaynağı olarak odun kullanıldı. Bu zaman diliminin son dönemlerindeyse, odunu, oksijensiz bir ortamda yakarak neredeyse saf karbon hâline getirip daha fazla enerji elde edilen odun kömürü kullanılıyordu. Coğrafî Keşifler döneminde, İngiltere ile İspanya arasında yaşanan rekabet, bu rekabetten doğan silahlanma yarışı ve silahlanma yarışı için gereken enerji… Bilhassa İngiltere’yi farklı bir enerji kaynağı arayışına yöneltti. Öyle ki, tek bir savaş gemisi inşa etmek için neredeyse bin tane meşe ağacına gerek duyuluyordu. Hakezâ top, misket, kılıç, zırh, çivi ve daha fazlasının üretiminde kullanılmak üzere gereken ağaç adedi bundan da fazlaydı. Şehirlerin ve donanmanın hızla büyümesi, ormanların daha da hızlı bir şekilde küçülmesine neden oldu. 1543 senesinde İngiliz Parlamentosu, kalan ormanları ve keresteleri korumak altına almak için “Ağaçları Koruma Kanunu”nu çıkartı. I. Elizabeth hükümranlığının başladığı 1550’li yıllarda yakacak odun fiyatı kömürden kat be kat fazlaydı. O zamana kadar kömür çeşitli sanayi dallarında kullanılıyor olsa da, verimsiz biliniyor olması dolayısıyla pek de tercih edilmiyordu.

1600’li yıllarla be beraber farklı bir metot kullanılarak elde edilen kok kömürünün kullanıma girmesi dünyadaki pek çok değişimi de beraberinde getirdi. Bunlardan belki de en önemlisi buharlı makinelerin icadıdır. Gaz hâline getirilmiş suyun hareket ettirme gücü olarak görülen buhar çeşitli işlerde kullanılmaya başlandı.

***

Buhar makinesinin ilk kez 1698’de Thomas Savery tarafından icad edildiği iddia edilse de, esasında buhar gücünü keşfeden kişi, II. Selim döneminde yaşayan, Kanunî Sultan Süleyman devrinden sonra Devlet-i Aliyye’de aşk ve vecd çığırının kapanarak yerine kam softa kaba yobaz döneminin açıldığının da vesikası olarak tarihe geçen, topa tutularak yıkılan rasathanenin kurucusu gök bilimci, mühendis, matematikçi Takiyüddin bin Maruf’tur. Savery için, buhar gücünü başarıyla kullanan kişi diyebiliriz ki; bu gücü kömür madenlerinde biriken suyun boşaltılmasında kullandığı için gerçekten de öyledir.

***

Buhar makinesinin icadı, Sanayi Devrimi’nin meydana gelmesinde son derece önemli rol oynayan bir gelişmedir.

Taşınması ve muhafaza edilmesi kolay, bozulmayan bir yakıt olan kömür, uzun yıllar boyunca, ta ki ABD’de yeni bir şehirleşme ve kıtlık baş gösterene kadar enerji tahtında oturmayı sürdürdü.

Sanayi Devrimi’nin kömürden elde edilen enerjiye dayanarak meydana getirdiği değişim, yalnız üretimde değil, aynı zamanda hayatın birçok alanında büyük değişimleri peşinden getirdi; başta da sosyal hayatta. Kömürün enerji tahtında oturmayı sürdürdüğü dönemde, petrol, son derece mütevazı bir şekilde, lamba yağı olarak kullanılmaya başlandı.

1800’lerin ortalarına gelindiğinde, Sanayi Devrimi ve onun getirdiği seçici refah, yapay aydınlatma için büyük bir talebi de peşinden getirdi; yeni maden ocakları, fabrikalar, değirmenler, dükkânlar ve akşamları açık kalan işyerleri ile büyüyen şehirlerde tiyatroların, lokantaların ve diğer mesai sonrası gidilen eğlence mekânlarının sayısındaki âni artış ve büyüyen orta sınıfın evleri…

Amerikalı George Bissell liderliğindeki bir grup girişimci, bu yakıtın kullanılmakta olandan daha büyük bir potansiyel taşıdığını, yani özetle fırsatı gördüler. İlk iş olarak petrolü analiz ettirmek ve biliminde onayını almak üzer Yale’li jeolog ve kimyager Benjamin Siliman’ın kapısını çaldılar. Siliman’ın damıtma yoluyla ürettiği maddeler o dönem için hayranlık vericiydi; nafta, lamba gazı, parafin, petrol mumları, makine yağı ve zift. Siliman, petrolün kendisinden çok daha değerli ürünler üretilebilecek bir hammadde olduğunu ortaya koymuş oldu. Üniversiten gelen onay sonrasında 1859 senesinde açılan ilk petrol kuyusu, kuyu açma ve petrol kaynağı bulma konusunda bir patlamanın yaşanmasına neden oldu. İlk kuyunun açılmasından sonra yalnızca 15 sene içinde, Pennsylvania’daki sahalardan elde edilen ürün 10 milyon varile erişti. Bu aşamada petrol hâlen yalnızca aydınlatmada kullanılıyor ve geri kalan alanlarda kömür ile rekabet içinde bulunmuyordu.

1890’lı yıllarda tıpkı Buhar Makinesi kadar büyük bir değişimin gerçekleşmesinin vesile içten yanmalı motorların bulunmasıydı. Piston-silindir mekanizması, eğer ki dâhili bir enerji kaynağı ile çalıştırılabilseydi pek çok şey değişebilirdi. 1840-1870 yılları arasında, bu istikamette yapılan ilk denemelerde, genel olarak buhar temelli araç gereçleri taklit etmeye çalışıldığı ve özellikle de yakıt olarak düşük ısı veren ve sınırlı miktarda enerji sağlayan kömür gazı kullanıldığından pek de başarılı olunamadı. Sıvı hâldeki petrolün bir yakıt olarak kullanılabileceği fikri ise pek çok dengeyi altüst etti. Akışkan petrolün nakledilmesi daha kolaydı ve aynı hacim ağrılık başına kömüre oranla çok daha fazla ısı elde ediyordu.

***

Bugün son derece popüler çalışmalardan biri olan elektrikli otomobil, esasında 1890’lı yılların başında yapılmış ve kullanılmaktaydı. Ne var ki, bugün de çalışmalarda hâlen tam manasıyla çözüme kavuşturamamış şarj süresi ve miktarından dolayı saatte 35 km’den az sürat yapan ve menzili de 25 km civarında olan bu otomobiller, petrolle çalışan içten yanmalı motorlu otomobiller karşısında tutunamadılar.

***

1912’den sonra Ford’un üretim bandı, içten yanmalı motorlu arabaları milyonların bütçesine uygun hâle getirdi. Charles Kettering’in elektrikli marşı bularak arabanın elle çevrilen bir milin yardımıyla çalıştırılmasına son vermesi de bu değişimde önemli rol oynayan faktörlerdendir.

1930’lu yıllara gelindiğinde tırların, tankların, ciplerin, uçakların benzinle çalışan gemilerin ve hepsinden önemlisi arabaların yaygınlaşması dolayısıyla petrol, kömürü yerinden ederek enerji tahtına kuruldu.

Sanayi Devrimi’nin başından beri kullanılmakta olan kömür, yerini, boru hatları ve tankerlerle nakledilen, depolama tanklarında saklanan petrole bırakmaya başladı. Amerika’daki bu değişim, Avrupa’da ilk olarak İngiltere tarafından takib edildi. Winston Churchill, Büyük Savaş’ın arifesinde Britanya Donanması’nın tamamının petrol kullanmasını sağlamak için yapılan çalışmalara destek oldu.

1920’li yıllara gelindiğinde, sanayileşmiş olan dünyanın enerjisini, ateş yakmak için yeni bir kaynak olan petrol karşılıyordu.

Enerji kaynaklarının neler olduğuna bir göz atarak devam edelim…

Enerji Kaynakları

Enerji kaynakları, herhangi bir yolla enerji üretilmesini sağlayan kaynaklardır. Dünya üzerindeki enerji kaynakları, klasik ve alternatif kaynaklar olmak üzere ikiye ayrılabilir.

A- Klasik kaynaklar

Klasik kaynaklar, karbon bazlı olarak adlandırabilecek kaynaklardır. Petrol, kömür ve doğalgaz bugün kullanılmakta olan en temel enerji kaynaklarıdır. Bunlar, meydana gelişleri itibarıyla yenilenmeleri çok uzun bir süre aldığından, yenilenmeyen kaynaklar olarak da adlandırılırlar.

Kömür: Yeraltı madenciliği veya açık işletme metodları kullanılarak çıkarılan fosil kaynaklı yakıttır. Genellikle hayvan fosillerinden oluşur. Kolayca yanabilen siyah veya kahverengimsi redüksiyonunda çok büyük önemi vardır. Bir çok çeşidi vardır. Mesela taş kömürü, fabrikalarda kullanılır. Isı derecesi yüksektir. Antrasit, ısı değeri en yüksek olan kömürdür, Anadolu’da az bulunur. Ayrıca Anadolu’da en çok bulunan kömür linyittir.

Petrol: Yüzmilyonlarca yıldan bu yana denizlerde yaşayan ya da suların denizlere sürüklediği bitki kalıntılarının anaeorabik bir ortamda, uygun şartlar altında (sıcaklık, basınç ve mikroorganizmaların etkisiyle), toprağın üstünde başkalaşmasıyla oluşur. Değeri çok yüksektir, çünkü az bulunan bir yakıttır.

Doğalgaz: Doğalgaz da petrol gibi karbon bazlı bir fosil yakıttır. Oluşumu petrol ile aynıdır. Büyük oranda metan (CH4), daha az oranlarda etan (C2H6), propan (C2H8), bütan (C4H10), azot (N2), karbondioksit (CO2), hidrojensülfür (H2S), helyum (He) içeren, renksiz, kokusuz, yüksek kalorili bir gaz yakıttır. Yoğunluğu 0,6-0,8 kg/m3 arasındadır. Havaya göre daha hafif bir gaz olduğu için açık havada uçucu özelliğe sahiptir. Ancak kapalı mahallerde hava içindeki gaz oranı 5-15 arasındaki değere ulaşırsa patlayıcı özelliği vardır. Bu karışım limitleri arasında ateş, alev, kıvılcım gibi tutuşturucu bir kaynakla temas ederse patlar. Ancak kural ve standartlara uygun olarak doğru bir şekilde kullanıldığında ve gerekli önlemler alındığında doğal gazın en az diğer yakıtlar kadar güvenli olduğu unutulmamalıdır.

Doğal gazın taşınması, borular vasıtasıyla oldukça kolaydır. Taşımada, boru kayıpları ve dönüşüm kayıpları (buhar/sıcak su, kızgın su/sıcak su) hiç yoktur. Yanma ürünleri içinde kül, is, kurum, katran gibi artıklar bulunmadığı için hava kirliliği yaratmaz. Ayrıca karbondioksit (CO2) ve su buharı (H2O) dışında karbonmonoksit (CO) miktarı da oldukça düşüktür.

Petrol gibi doğalgaz da çok eski tarihlerden beri bilinmekle ve kullanılmakla beraber; bugünkü konumuna gelişi, 1816 yılında ABD`nin Baltimore kentinin sokak lambalarının doğalgaz aracılığıyla aydınlatılmasıyla başlar.

Dünya enerji tüketiminin 22`si doğalgaza dayanmaktadır. İşyerleri ve evler ısınma amacıyla çok yoğun miktarda doğalgaz kullanırlar. Isınma, toplam doğalgaz kullanımında 75 gibi bir orana sahiptir. Bunun yanı sıra elektrik üretiminde de doğalgaz kullanılmaktadır. Fakat 10-15 gibi düşük oranlarda kalmaktadır.

Hidroelektrik: Nehirler ve akarsular üzerine kurulan baraj göllerinde biriken suyun mekanik gücüyle dönen su türbinlerinden ve jeneratörlerden elde edilen elektrik enerjisidir. 20. yüzyıl boyunca dünyanın büyük nehirlerinin hemen hepsinde dev hidroelektrik santrallar kurulmuştur. Son yıllarda, daha küçük ölçekte santrallar kurulmaktadır. 20 MW`ın altındaki santrallar “küçük ölçekli” hidroelektrik enerji santrali olarak adlandırılmaktadır. Hidroelektrik enerji, aynı zamanda yenilenebilir bir enerji kaynağıdır.

Nükleer Enerji: Uranyum, plütonyum gibi radyoaktif elementlerin çekirdeklerindeki proton ve nötronları tutan enerjinin ortaya çıkarılması esasına dayanır. Dünyadaki elektriğin 20 si nükleer santrallerde üretilir. Nükleer santraller dünyanı pek çok yerinde bulunmasının yanında atmosferin kirlenmesine sebep olur. Nükleer enerji santrallerinde elektrik ucuzdur fakat santralin maliyeti oldukça pahalıdır.

Geleneksel Biyokütle (bitki ve hayvan atıkları): Biyokütle enerjisi, organik maddelerden enerji kaynağı olarak yararlanılmasıdır. Bilinen bitki yakma ve hayvan atıklarından yararlanma yöntemleri geleneksel biyokütle olarak adlandırılır. Bu enerji kaynağı türü, geri kalmış toplumlarda en fazla yararlanılan enerji türüdür. Öte yandan, modern yöntemlerde bitkilerden biyodizel, biyoetanol elde etme gibi yeni uygulamalar ise, modern biyokütle olarak adlandırılmakta ve yenilenebilir enerji kaynağı türleri arasında yer almaktadır.

B- Yenilenebilir Enerji Kaynakları

Klasik enerji kaynaklarına alternatif olarak sunulan kaynaklardır. Güneş, rüzgar, hidrojen, hidroelektrik ve jeotermal kaynaklar buna örnektir. Doğada sürekli var olan faktörlere dayalı olan bu kaynakların en önemli özelliği ise yenilenebilir olmaları ve doğaya zarar vermemeleridir.

Güneş: Güneş enerjisini toplayıp ısı ve elektriğe dönüştürebilen güneş kolektörleri güneş enerjisinin kullanımındaki aracı elemandır. Genelde, evlerin çatılarına yerleştirilen bu kolektörlerin yanında bir de su deposu bulunur. Depoda bulunan su ısıtılarak, ya evin sıcak su ihtiyacı karşılanır ya da sıcak su, evin ısıtma tesisatına verilerek ısınma ihtiyacı giderilmiş olur.

Çevreye hiçbir zararı olmaması, sürekli ve yenilenebilir olması güneş enerjisini çok cazip kılar. Şüphesiz güneş enerjisinin önündeki en önemli engel, Güneş`ten yararlanma süresi çok fazla olmayan ülkelerde bu enerji tipinden yararlanılabilen gün sayısının az olmasıdır. Ayrıca, elde edilen enerjinin depolanması da bir diğer engeldir.

Rüzgar: Alternatif enerji kaynakları içerisinde en az hidrojen enerjisi kadar faydalı olabilecek bir enerji kaynağı da rüzgardır. Temiz, bol, yenilenebilir olmasının yanı sıra hemen hemen tüm dünya genelinde faydalanma imkânı olan bir kaynaktır. Rüzgar türbini adı verilen çok büyük pervaneli, yüksek kuleler aracılığıyla rüzgar enerjisi elektriğe dönüştürülür. Az sayıda, büyük enerji üretim merkezleri kurmak yerine, ülke geneline küçük üniteler halinde yayılmış rüzgar türbinleri kurmak çok daha avantajlıdır.

1990`lı yıllarda kullanımı en hızlı artan enerji kaynağı olan rüzgar enerjisi, bu avantajları sayesinde tüm dünyanın dikkatini çekmeye devam ediyor. Danimarka toplam elektrik enerjisinin yaklaşık 15`ini rüzgardan elde ederek oran olarak dünyada birinci sıradayken, Almanya da 2000 yılındaki verilere göre, yıllık yaklaşık 6.000 megawatt elektrik üretimiyle rüzgar enerjisi kullanımında en ön sıralardadır. Almanya`yı en yakından takip eden ABD`nin yıllık üretimi ise 2.500 megawatt civarındadır.

Jeotermal Enerji: Jeotermal enerji, yeryüzünün kabuğunda bulunan ısıdır. Bu enerjiden, yer yüzeyine çıkan sıcak sular aracılığıyla yararlanılır. En eski çağlardan bu yana kullanılan kaplıcalar jeotermal enerjinin ilk kullanım alanlarıdır. Jeotermal enerjiden, kaynağın sıcaklığına bağlı olarak ısıtma uygulamalarında kullanılabilir ya da elektrik üretiminde yararlanılır. Elektrik enerjisi üretimi amaçlı santrallar 20. yüzyılın başlarından itibaren kurulmaya başlanmıştır.

Jeotermal enerji; kaynağın, dünya enerji tüketimine kıyasla çok büyük olması nedeniyle ve kullanılan sıcak suyun reenjeksiyon ile tekrar yer altına verilmesi koşuluyla yenilenebilir enerjiler arasında sayılır.

Dalga enerjileri: Okyanus veya denizler gibi büyük su kütlelerinde meydana gelen dalgaların enerjisinden yararlanabilmektir. Yenilenebilir enerji formlarından bir tanesidir.

Üretilmesindeki zorluklar:

– Dalgaların yüksek gücüne karşın düşük hızlarda ve farklı yönlerde hareket etmesi

– En güçlü fırtınalara ve tuzlu suyun neden olacağı paslanmaya dayanabilecek yapıların yüksek maliyeti

– Kurulum ve bakım giderlerinin yüksekliğidir.

Dalga enerjisinin toplam enerji potansiyeli, toplam enerji büyüklüğü 2.5 terawat olarak hesaplanan gel-git enerjisinden çok daha fazladır. Sahilleri güçlü rüzgarlara maruz kalan ülkeler, enerji ihtiyaçlarının 5 veya daha fazlasını dalga enerjisinden karşılayabilirler.

Gel-git ve akıntı enerjileri: Gel-git veya okyanus akıntısı nedeniyle yer değiştiren su kütlelerinin sahip olduğu kinetik veya potansiyel enerjinin elektrik enerjisine dönüştürülmesidir.

Gel-git enerjisini elektriğe dönüştürmek için yaygın olarak, uygun bulunan koyların ağzının bir barajla kapatılarak, gelen suyun tutulması, çekilme sonrasında da yükseklik farkından yararlanılarak türbinler aracılığı ile elektrik üretilmesi hedeflenir.

24.8 saate bir tekrarlanan gel-git hareketleri, düzenli bir enerji kaynağı olması açısından ilginç olmakla birlikte, enerji üretim süresinin 6-12 saatle kısıtlı olması bir dezavantaj yaratmaktadır. Suyun potansiyel enerjisinin 80`ini elektrik enerjisine dönüştürebilen gel-git enerjisi, güneş enerjisi gibi diğer alternatif enerji kaynaklarına göre daha yüksek bir verimliliğe sahiptir.

Deniz ve okyanuslardaki düzenli akıntıların kinetik enerjisinin, deniz tabanına yerleştirilen türbinler aracılığı ile elektrik enerjisine dönüştürülmesi akıntı enerjisi olarak anılır.

Hidrojen: Hidrojen birincil enerji kaynaklarından üretilen bir yakıt olup temiz bir enerji kaynağı olarak kullanılabilecek önemli bir elementtir. Fakat dünyada tek başına bulunmadığından önce üretilmesi gerekir. Hâlihazırda çok pahalı olan bu üretim, su ve doğalgaz gibi elementlerdeki hidrojenin ayrıştırılmasıyla yapılır. Bu şekilde elde edilen hidrojen pillerine yakıt hücresi adı verilmektedir. Şu anda bazı otomobiller hem benzin, hem de hidrojenin kullanıldığı hibrid (melez) yakıt yöntemiyle çalışmaktadır. Böylece açığa çıkan kirli havanın miktarı 30-40 oranında azaltılabilmektedir.

Hidrojenin, 20 yıl içerisinde çok daha aktif olarak kullanılması planlanmaktadır. Şu anda hidrojen yakıt konusunda elde edilen en önemli ilerleme İzlanda`da yaşanmaktadır. 1999 yılında, akaryakıt firması Shell ve otomobil firması Daimler-Chrysler ile İzlanda hükümeti arasında imzalanan anlaşma, İzlanda`yı hidrojen yakıtlı bir ülke haline getirmeyi amaçlamaktadır. Daimler-Chrysler İzlanda için, hidrojenle çalışan otobüs ve otomobiller üretirken, Shell de İzlanda genelinde hidrojen istasyonları açmayı planlamıştır. İzlanda`da elde edilecek muhtemel bir başarı, hidrojenli otomobillerde seri üretime geçilmesini son derece hızlandıracaktır.

Alternatif kaynakların faydaları: Alternatif enerji kaynakları kullanılarak, karbon temelli bir enerji yapısından, hidrojen temelli bir yapıya geçilmesi amaçlanıyor. Bu sayede çevre kirliliğinin önüne geçilirken, enerji maliyetleri de büyük oranda azalacak. Ayrıca, halihazırda enerji ithal eder durumda olan ve bu yüzden dünyanın belli ülkelerine enerji bakımından bağımlı olarak varlığını sürdüren devletlerin birçoğu kendi enerjisini kendi üretir hale gelecektir. Bu da dünya genelinde gözle görülür bir siyasi ve ekonomik rahatlama sağlayacaktır.

Enerji ve Bağımsızlık

Son bir asırlık zaman diliminde iktisadî hayat, insanlık tarihinin bilinen hiçbir devrinde eşine rastlanmış süratte bir değişim yaşadı. Sanayi Devrimi, ferdî, içtimâî ve devletlerin hayat tarzında büyük bir değişimin vesilesi oldu.

Kimi hususlar vardır, insan fıtratında tabiî bir karşılığı olmasa bile, sunî bir şekilde zihninde meydana getirdikleriyse fıtrat hâline gelir ve tabiî olanın önüne geçer. Bu vaziyetten doğan şartlar, insan için bir süreliğine tatmin edici gelse de, bunun arkasından gelen doyumsuzluk bir müddet sonra müthiş bir buhranı da beraberinde getirecektir. İnsan tabiî fıtratına enjekte ettiği, yahut enjekte edilen sunîliklerden kurtulamadığı için bir süre sonra bahsettiğimiz buhranın içinde boğulması mukadderdir.

Bahsimize bağlayacak olursak, Sanayi Devrimi’nden sonra meydana gelen değişiminin unsurlarından biri de daha fazla üretim ve daha fazla kârlılıktır. Bir süre sonra Batılı ve hesapsız bir şekilde Batıyı taklit eden Doğulu milletler, kendilerini bu vaziyete fazlasıyla kaptırdılar. Daha fazla kârlılık için daha fazla üretmek, bir müddet sonra sanki tabiî fıtratımız gereğiymiş gibi idrak edilmeye başlandı ve insanlık, daha fazla kârlık için daha fazla üretime ve daha fazla üretim için de daha fazla enerjiye bir müddet sonra muhtaç(!) hâle geldi.

***

İbda Hikemiyâtında geçen ölçü; “toprağından bin batman (ağırlık ölçüsü) mahsul çıkacak bir insan, eğer ihmal ve isteksizlik yüzünden dokuz yüz batman mal elde edecek olur ve aradaki yüz batman fark insanların istifadesinden uzak kalırsa biliriz ki, bunun hesabı kendisinden sorulacaktır.

Fazla kârlıklık için çalışmakla, cemiyetin faydasını zayi etmemek adına fazla çalışmak arasındaki niyet farkı, insan fıtratındaki tabiî olan ile sunî olan arasındaki farktır ve bu öyle bir farktır ki; biri içinden çıkılmaz bir buhrana sürüklerken, diğeri refaha ve yaşanmaya değer hayata götürür. Dolayısıyla yukarıda demek istediğimiz daha fazla çalışılmaması değil elbet, kurulacak muvazenede niyetin ne olduğu ile alâkalı bir tenkittir.

***

Devam edelim… Enerji, bugünün dünyasında, bağımsızlık bahsinin en önemli başlıklarından birisi olarak karşımıza çıkıyor. Öyle ya, sosyal hayattan askerî faaliyetlere kadar sanki bir müptelâ gibi bağımlısı olduğumuz enerji cinsi ne ise, bunun tedarik edilmesi son derece hayatî bir meseledir. Bugün Ortadoğu’da verilen kavganın sebebi “petrol” diye anılıyor ve çokları bu kavgayı petrolü satıp para kazanmak için bir vasıta olarak anlıyorsa da, esasında mesele, kendi bağımsızlığını perçinlemek ve diğer milletler üzerindeki tahakkümü daimi kılmak üzere bağımsızlığın en önemli faktörlerinden biri hâline gelmiş olan enerji kaynağı üzerinde inisiyatifi elden kaçırmamakla alâkalıdır.

Enerjinin ehemmiyeti anlaşılıyorsa, emperyalist düzenin hüküm sürdüğü dünyada, oluş sancıları çeken Başyücelik Devleti’nin kayıtsız şartsız bağımsızlığı önündeki meselelerden birinin neden enerji olduğu da anlaşılıyordur.

Türkiye’nin Enerji Politikası

Son on yıl içerisinde, dünyada doğal gaz ve elektrik talebinin Çin’den sonra en fazla arttığı ikinci ülke konumunda bulunan Türkiye’nin önümüzdeki dönemde de ekonomik ve sosyal gelişme hedefleri ile tutarlı olarak, enerji talebi artışı bakımından dünyanın en dinamik enerji ekonomilerinden biri olmaya devam etmesi bekleniyor.

T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın ilgili kurumlarla beraber ortaya koymuş olduğu enerji stratejisine göre:

– “Hızla artan enerji talebi neticesinde Türkiye’nin başta petrol ve doğal gaz olmak üzere enerji ithalatına bağımlılığı artmaktadır. Ülkemizin halihazırda toplam enerji talebinin yaklaşık 26’sı yerli kaynaklardan karşılanmaktayken, kalan bölümü çeşitlilik arz eden ithal kaynaklardan karşılanmaktadır.

Ülkemiz, çok boyutlu enerji stratejisi çerçevesinde,

– kaynak ülke ve güzergâh çeşitliliğine gidilmesini,

– enerji karışımında yenilenebilir enerjinin payını arttırırken, nükleer enerjiden de yararlanılmaya başlanılmasını,

– enerji verimliliğinin arttırılmasına yönelik çalışmalarda bulunulmasını ve

– aynı zamanda Avrupa’nın enerji güvenliğine katkıda bulunulmasını

amaçlamaktadır.

UEA tahminlerine göre, üye ülkeler arasında enerji talebinin orta ve uzun vadede en hızlı artış kaydedeceği ülke Türkiye’dir. Öte yandan, yapılan çalışmalarda, toplam nihai enerji talebi ile toplam birinci enerji talebinin 2020 yılı itibariyle iki kata yakın bir artışla sırasıyla 170,3 ve 222,4 MTEP seviyesine ulaşması, elektrik, doğal gaz ve petrol talebinin ise sırasıyla 398-434 milyar kWs, 59 milyar metreküp ve 59 milyon ton seviyelerini bulması beklenmektedir. Artan talebi karşılamak her üç alanda da büyük oranlarda yatırım gereksinimini ortaya çıkarmaktadır. Sözkonusu yatırımların umumiyetle özel sektör tarafından yapılmasını hedefleyen Hükümetimiz, yatırım ortamının iyileştirilmesi için uygun ortamın sağlanması noktasında tüm imkanlarını seferber etmiş durumdadır.

Enerji ve Türkiye

Türkiye, ispatlanmış petrol ve doğal gaz rezervlerinin dörtte üçüne sahip bölge ülkeleriyle, Avrupa’daki tüketici pazarları arasında jeo-stratejik bir konuma sahiptir. Bu ayrıcalıklı doğal köprü konumu, Türkiye’ye enerji güvenliği bağlamında fırsatlar sağlarken, aynı zamanda sıkıntıları da beraberinde getirmektedir.

Rusya, Norveç ve Cezayir’den sonra doğal gazda Avrupa’nın dördüncü ana arteri olma hedefini güden Türkiye hükümeti, Doğu-Batı ve Kuzey-Güney eksenlerinde, üretici ve tüketici ülkeler arasında güvenilir bir transit ülke rolünü üstlenme ve dinamik bir enerji terminali konumu edinme yönünde de girişimlerde bulunmaktadır.

Türkiye, geniş Hazar Havzası ve Ortadoğu’nun hidrokarbon kaynaklarının Türkiye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya güvenilir ve kesintisiz şekilde sevkiyatının gerçekleştirilebilmesini hedeflemektedir.

A- Petrol Boru Hatları

Doğu-Batı Enerji Koridorunun en önemli bileşenini oluşturan Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi (BTC), Azeri-Çırak-Güneşli (AÇG) sahasından başlayarak, Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden, çevresel açıdan hassas Karadeniz ve Türk Boğazlarını by-pass ederek, Türkiye’nin Akdeniz kıyısındaki Ceyhan terminaline ulaşmaktadır. BTC, 1 milyon varil/gün kapasiteye sahip olup, 1.760 km ile dünyanın en uzun ikinci boru hattıdır. BTC boru hattından ilk petrol 4 Haziran 2006 tarihinde, Ceyhan’da tankere yüklenmiştir. 12 Ekim 2012 tarihi itibariyle sözkonusu hat üzerinden yapılan petrol ihracatı 1.5 milyar varili aşmıştır.

Irak – Türkiye (Kerkük-Ceyhan/Yumurtalık) Ham Petrol Boru Hattıyla, Kerkük’te üretilen petrol Ceyhan Terminaline sevk edilmektedir.  Sırasıyla 986 km ve 890 km uzunluğa sahip birbirine paralel iki boru hattından oluşan proje, 1976 yılında işletmeye alınmış ve ilk tanker yüklemesi 1977 yılında gerçekleştirilmiştir. Yıllık taşıma kapasitesi toplam 70,9 milyon tondur. Anılan hattan petrol taşımacılığına yönelik süresi 2010 yılında son bulan anlaşmanın süresinin 15 yıl uzatılmasına ilişkin anlaşma Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Irak Petrol Bakanı Şehristanî tarafından 19 Eylül 2010 günü Bağdat’ta imzalanmıştır.

Dünyadaki günlük petrol tüketiminin yaklaşık 3,7’sinin Türk Boğazları yoluyla taşınması nedeniyle enerji güvenliği açısından, Türk Boğazlarının ayrı bir önemi vardır. İstanbul Boğazı’ndan geçen petrol ve petrol ürünlerinin miktarı 1996 yılında 60 milyon ton olurken, 2008 yılında olağanüstü bir artışla 150 milyon tonu aşmıştır. Bu rakamın önümüzdeki dönemde, Hazar Denizi’nden Karadeniz’e ulaştırılması beklenen petrol ve büyük miktarlardaki Rus petrolüyle yaklaşık 190-200 milyon tonu bulacağı tahmin edilmektedir.

Yoğun tanker trafiği ve aynı zamanda Türk Boğazları’nın fiziksel oluşum özellikleri dikkate alındığında, tehlikeli yük taşıyan bir tankerin neden olacağı deniz kazası kaçınılmaz görünmektedir. Sözkonusu bir kaza, insani ve çevresel tehlikelere ek olarak, petrolün dünya pazarlarına akışında kesintiye neden olacaktır. Çözüm, Boğazları by-pass edecek alternatif petrol ihraç seçeneklerinde yatmaktadır.

BTC projesinin hayata geçirilmesinin ardından Türkiye, çeşitli by-pass boru hattı projeleri arasında Samsun-Ceyhan by-pass boru hattı projesini destekleme kararı almıştır. Sözkonusu projenin diğer projelere göre avantajları aşağıda takdim kılınmaktadır:

Samsun’un Doğu Karadeniz’deki terminallere yakınlığı Karadeniz’deki petrol taşımacılığını en aza indirecek olup, Ceyhan’ın halihazırdaki altyapısı yeni ve yüksek maliyetli yatırımların yapılmasına gerek duyulmamasını sağlayacaktır. Bunun yanısıra, sözkonusu proje çevresel açıdan en uygun proje olarak öne çıkmaktadır.

Projenin temel atma töreni 24 Nisan 2007 tarihinde Ceyhan’da gerçekleştirilmiştir. Dönemin Rusya Federasyonu Başbakanı Putin’in 2009 Ağustos ayında ülkemize gerçekleştirdiği ziyaret sırasında ülkemiz ile RF arasında petrol alanında imzalanan protokol sözkonusu projenin gerçekleştirilmesine ivme kazandırmıştır. Bunu takiben, Türkiye, RF ile İtalya 2009 Ekim ayında Milano’da projeye yönelik desteklerini yinelemişlerdir.

Enerji şirketleri durumun ciddiyetinin farkında olup, Türk Boğazları’ndan geçebilecek petrol için bir sınır değerinin olduğunun bilincindedirler.

Yukarıda kayıtlı ve planlanmakta olan diğer projelerin tamamlanmasıyla, küresel petrol sevkiyatının yaklaşık 6 – 7’sinin Türkiye üzerinden geçeceği ve Ceyhan’ın önemli bir enerji merkezi olacağı ve Doğu Akdeniz’de en büyük petrol terminaline dönüşeceği öngörülmektedir. Ceyhan Terminali halihazırda farklı ülkelerden gelecek ham petrole uygun olarak faaliyet göstermek üzere tasarlanmıştır.

B- Doğal Gaz Boru Hatları

Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun ikinci bileşeni olan Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) Doğal Gaz Boru Hattı, 3 Temmuz 2007 itibariyle faaliyete geçmiştir. Hazar Denizi’nin Azerbaycan’a ait kesiminde yer alan Şahdeniz sahasının geliştirilen bölümünden (Faz I) çıkarılan doğal gazı Türkiye bu hat üzerinden tedarik etmektedir. Faz I’e yönelik olarak ülkemizin Azerbaycan ile yılda 6.6 milyar m3 doğalgaz alımını öngören bir anlaşması mevcuttur. Şahdeniz Faz II bağlamında ise, 7 Haziran 2010 tarihinde İstanbul’da imzalanan belgelerle, gerek Faz II’den ülkemiz piyasasına yönlendirilecek, gerek Türkiye üzerinden Avrupa’ya ihraç edilecek Azeri doğal gaz miktarlarına, gerekse fiyat ve transit tarifeye ilişkin olarak taraflar arasında ortak bir anlayış sağlanmıştır.

Doğu-Batı ekseninde ülkemiz üzerinden geçmesi ve Hazar havzasının yanısıra Ortadoğu doğal gaz kaynaklarını Avrupa’ya sevk etmesi öngörülen boru hatları, Güney Avrupa Doğal Gaz Ringi (kısa adıyla Güney Gaz Koridoru) kapsamında değerlendirilmektedir. Avrupa’nın enerji çeşitliliği çabalarının temelinde bu çerçevede ön plana çıkan projeler ile ülkemiz, Yunanistan ve İtalya’nın Güney Gaz Koridoru kapsamında şebekelerinin birbirlerine bağlanması da yatmaktadır. Ülkemiz, Türkiye üzerinden geçecek tüm Güney Gaz Koridoru projelerini desteklemektedir.

Ülkemiz ile AB enerji şebekelerinin bağlantısı Türkiye-Yunanistan-İtalya Enterkonektörü (TYİE) Hükümetlerarası Anlaşması’nın 2003 Şubat ayında ve BOTAŞ ile DEPA arasında aynı yılın Aralık ayında imzalanan Alış ve Satış Anlaşmasının sonuçlandırılmasıyla gerçekleştirilmiştir. Güney Gaz Koridorunun hayata geçirilen ilk parçası olan TYİE, aynı zamanda Azeri gazının Güneydoğu Avrupa’ya ulaştırılması açısından da büyük önem taşımaktadır.  “Türkiye-Yunanistan-İtalya Doğal Gaz Ulaştırma Koridorunun Geliştirilmesine İlişkin Hükümetlerarası Anlaşma” ise 26 Temmuz 2007 tarihinde Roma’da imzalanmıştır.

Türkiye-Yunanistan Doğal Gaz Boru Hattı, 18 Kasım 2007 tarihinde İpsala’da iki ülke Başbakanlarının katılımıyla düzenlenen açılış töreniyle hizmete girmiştir. Bunun yanısıra, BOTAŞ, DEPA (Yunanistan) ve Edison (İtalya) arasında 17 Haziran 2010 tarihinde İstanbul’da bir Mutabakat Zaptı imzalanarak, sözkonusu şirketler arasındaki işbirliği alanları genişletilmiştir.

Güney Gaz Koridoru projeleri, Azerbaycan ile Türkmenistan’dan gelecek doğal gazın sevkiyatı konusunda büyük öneme haizdir. Şah Deniz Faz 2’de üretilecek olan doğal gazın alım satımı ve sevkiyatına ilişkin olarak ülkemiz ile Azerbaycan arasındaki müzakereler 25 Ekim 2011 tarihinde tamamlanarak Türkiye’ye satılacak 6 milyar metreküp doğal gaz ile 10 milyar metreküp doğal gazın Avrupa’ya transit geçişine ilişkin koşullar üzerinde mutabık kalınmıştır.

Bu çerçevede 25 Ekim 2011 tarihinde Sayın Başbakanımız ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in başkanlıklarında yapılan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısı vesilesiyle konuya ilişkin bir hükümetlerarası anlaşma ile BOTAŞ ve Şah Deniz Konsorsiyumu arasında teknik belgeler imzalanmıştır.

Sözkonusu Hükümetlerarası Anlaşma, ülkemiz doğal gaz şebekesi kullanılması yerine, transit faaliyetleri için kullanılmak üzere münhasır bir boru hattı yapımı hakkında müzakerelere başlanması seçeneğini de sunmaktadır. Bu çerçevede, geliştirilen

Trans-Anadolu Boru Hattı Projesi’ne (TANAP) ilişkin olarak ülkemiz ile Azerbaycan arasında 24 Aralık 2011 tarihinde bir Mutabakat Zaptı imzalanmıştır.

TANAP projesine ilişkin sürdürülen müzakereler ahiren sonuçlanmış ve bu çerçevede ülkemiz ile Azerbaycan arasında bir Hükümetlerarası Anlaşma ile buna ek teşkil edecek olan Ev Sahibi Ülke Anlaşması 26 Haziran 2012 tarihinde İstanbul’da imzalanmıştır.

Öte yandan, önümüzdeki dönemde Şah Deniz Faz 2 gazının Türkiye ötesinde Batı Nabucco veya Trans-Adriyatik Boru Hattı (TAP) yoluyla taşınması konusundaki nihai kararı Şah Deniz Konsorsiyumu verecektir.

***

Tam da burada içinde bulunduğumuz şartları daha iyi anlamak adına bahsetmemiz gereken yeni bir husus daha var; Akdeniz’de bulunan petrol ve doğal gaz yatakları. Mısır, Kıbrıs, İsrail üçgeninde yüz trilyon dolarlık petrol ve doğal gaz rezervi bulunması. Bu vaziyet, dünya üzerindeki siyasî dengeleri aslında altüst etti. Yazımızın başlarında da dediğimiz üzere, enerji kaynakları, ekonomik değerinin yanı sıra aynı zamanda bağımsızlıkla alâkalı stratejik bir mesele olduğu için, bir ân da dünyanın emperyalist güçlerinin salyaları Doğu Akdeniz’e doğru damlamaya başladı.

Arab Baharı öncesinde Fransa’nın öncülüğünde tesis edilmeye çalışılan Akdeniz Birliği’nin, Arab Baharı sonrası akamete uğradığı ve bunun yerine Akdeniz’e kıyısı olmayan büyük devletlerin bir ânda nasıl da Suriye masasında bilek güreşine tutuştukları malum. Bugün Rusya’nın Suriye’de ne aradığını merak edenler, Doğu Akdeniz’de bulunan rezervlerin Rusya ekonomisi üzerinde ne gibi etkileri olacağını araştırarak işe başlayabilirler.

Bir diğer taraftan, bulunan rezervin, dünyanın bir numaralı pazarlarından biri olan Avrupa’ya nakledilerek ekonomik değer hâline gelmesinde kilit noktada bulunan Anadolu için de, hem büyük fırsatlar, hem de büyük tehditler doğmuş olduğu da açık…

Tabiî ki Doğu Akdeniz’de son 5 senedir devam eden hadiseleri topyekûn enerji kaynağının keşfedilmesine irca etmek ancak sığ bir görüşün eseri olabilir. Kast ettiğimiz, böylesine önemli bir faktörün de hesaba katılması gerektiği…

***

Başyücelik Devleti ve Enerji

İngiltere, enerji kaynağı olarak odundan kömüre geçti ve “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” oldu. Amerika, enerji kaynağı olarak kömürden petrole geçti ve “süper güç” hâline geldi. Peki, hakimiyetin tesis edilmesine giden yolda, enerji kaynaklarındaki değişim aslî mesele midir? Bu sual üzerinde uzun uzadıya düşündüğümüzde şu kanaate varıyoruz; enerji kaynağı-yakıt cinsi tercihinde meydana gelen değişim, eğer ki yaygınlaşmaya müsait ve yapılabilir(fizibıl) ise, bu enerji kaynağını yakıt olarak kullanan alet edavatın da yapılması ile beraber, madde planında o devletin hâkimiyet kurmasına vesile olduğu için ehemmiyetlidir.

Bugün her ne kadar içten yanmalı motorlar dünya çapında yaygınlaşmış ve teknolojisi kimi Avrupalı ve Uzak Doğulu ülkeler tarafından tekamül ettiriliyor olsa da, nihayetinde bu değişimin asıl kaymağını Amerika yiyerek kendisi bilgi toplumuna doğru yönelirken, artık işin ameleliği sayılabilecek sanayiyi diğer ülkelere bırakmıştır. Buradan sanayi amelelik ve önemsiz dediğimiz zannedilmesin; sanayinin amelelik kısmını diğerlerine terk etmiştir fakat kendisi sanayi mamullerinin tamamını kendi kaynaklarından karşılayabilecek bilgi donanımına haizdir. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun sıkça kullandığı bir misal vardır; mealen, “kişi, cebindeki para ile satın alabileceği şeylerin aynı zamanda sahibidir” diye. Tam da bu misal, ABD sahib olduğu bilgi birikimi dolayısıyla zaten bunların gerçek sahibi olmayı hâlen sürdürmektedir.

Enerjinin kısa tarihçesinde de verdiğimiz üzere, enerji kaynaklarında değişim gerçekleşmesi için iki ana faktör vardır; bunlardan birincisi kıtlık, ikincisiyse kriz… Dünyanın içinde bulunduğu ruhî ve ekonomik kriz zaten malum. Kıtlığa gelecek olursak, zamanımızda her şey bolca var olmasına rağmen, bilhassa enerji, dünya üzerindeki belli bir kesimin, emperyalist devletlerin tasarrufunda dağıtılmaktadır. Dolayısıyla bağımsızlıkta son derece stratejik bir unsur olan enerji de bizim görüşümüze göre aşmamız gereken büyük bir kıtlık vardır.

Her yeni enerji kaynağı, bu enerji kaynağını kullanan makine, alet ve edavatın da fikrî mülkiyetiyle beraber yeniden imâl edilmesi demek olduğuna göre, bizim açımızdan en müsbet olan bu olacaktır. Yeni enerji kaynağı derken bugüne kadar hiç var olmayan bir enerji kaynağının bulunmasını kast etmiyoruz elbet… Nihayetinde ateş yakmak için odun kullanılırken kömür de, petrol de vardı; fakat iktisadî planda rol sahibi değillerdi. Bugün de hâlihazırda mevcut bulunan bir çok enerji kaynağı var olmasına rağmen petrol ve doğalgaz ön plana çıkmaktadır.

Yok, eğer ki yeni bir yakıt cinsi elde edilemiyor ise, mutlaka ama mutlaka enerji kaynakları üzerinde hakimiyet tesis etmek, Başyücelik Devleti’nin önceliklerden biri olacaktır. Başyücelik Devleti’nin “milliyetçilik” prensibinin kapsamında bulunan Müslümanların yaşadığı diyarlar, mevcut enerji kaynakları arasında yer alan petrol ve doğal gaz açısından dünyanın en zengin kaynaklarını ihtiva etmektedir. Buna mukabil sıkça bahse konu olduğu üzere bu ülkelerde hüküm süren iktidarlar, ne yazık ki bizim ideallerimiz ile bağdaşmayan, emperyalistlere kuyrukçuluk eden kimselerden müteşekkil olduğundan, sancılı bir süreç yaşanacağı da muhakkaktır.

Bunun yanı sıra, çok çeşitli yöntemlerle elde edilebilen ve çok çeşitli araçlarda da kullanılabilen, pek çok yakıt cinsinin de üretiminde kullanıldığı elektrik, enerji bahsinden kaynaklanan müşkülümüzün çözülmesinde öne çıkan unsurlardan biri olarak değerlendirilebilir. Kısa bir not olarak şu hususu da ilâve etmekte yarar var; içinde bulunduğumuz çağ da, elektriğin ne olduğu hâlen tam manasıyla kavranabilmiş değildir. Elektrik de, diğer pek çok malum meçhulden yalnız biridir…

Bir diğer taraftan, Anadolu’nun jeopolitik konumu Başyücelik Devleti’nin, tabiî bir şekilde enerji nakil hatlarının merkezine yerleştirecektir. Değişimlerin son derece süratlendiği dünyada, o günün şartları ne olur bilinmez; fakat Türkiye için bugün hem fırsat hem de tehdit vesilesi olan bu vaziyet, aynı şekilde bizim de başlıca meselelerimizden biri olacak gibi görünüyor. Statükoyu yaşatacak ve devam ettirecek hiçbir yol bizim için uygun olmadığına ve gerçekçi olmak gerekirse, kurulacağımız ândan itibaren çatışmanın merkezinde yer alacağımızdan dolayı, vaziyete göre pozisyon alır ve idealimiz menfaati istikametinde bir politika izleriz…

Aylık Dergisi, 134. Sayı, Kasım 2015