Müslümanların Gazze’de maruz kaldığı gibi bir mezalimin tekrar yaşanmaması için, bütün kanallar işletilmek suretiyle Türkiye’nin tarihî misyonunu üstlenmeye zorlanması ve bu misyonun ifa edilmesi için gereken insan kaynağının da sorumluluk alıp, bunun bir parçası haline dönüşmesi şarttır. Cereyan eden her hadise bizim yeni bir insan, toplum ve rejime ihtiyacımızı kafamıza adeta kakmaktadır.
Gazze, yıllardır süregelen işgâl, çatışmalar ve abluka nedeniyle ciddi bir insanî krizle karşı karşıya. 7 Ekim itibarıyla başlayan son fiilî işgâl teşebbüsüyle bölgedeki sivillerin durumu her geçen gün daha da kötüleşiyor. Sağlık hizmetleri, gıda, su ve barınma gibi temel ihtiyaçlardan Siyonistler ile onların Amerika başta olmak üzere Batılı müttefikleri tarafından yoksun bırakılan, İslâm âleminden ise olması gereken desteği bir türlü bulamayan, her gün fasılasız bir şekilde bombalanan milyonlarca insan, günlük hayatlarını sürdürmekte büyük zorluk çekiyor. Bu kriz, dünya genelinde geniş bir yankı bulsa da, özellikle Türkiye’de çeşitli siyasî ve ideolojik kesimler arasında nasıl ele alınması gerektiği konusunda, en masum ifâdeyle, kafa karışıklığı mevcut. Peki, Gazze’deki insanî kriz toplumumuzda sadece Müslümanların, siyasette ise Ak Parti ve Hüdapar’ın mı meselesi? Ülkücüler, Kürt milliyetçileri ve solcular gibi farklı siyasî grupların da bu vaziyeti mesele etmeleri, tepkilerini ortaya koymaları gerekmez mi?
İnsanlık Krizi Olarak Gazze
Gazze’deki durum, sadece belirli bir dinî veya ırkî topluluğun değil, tüm insanlığın ortak bir meselesidir.
Müslümanlar açısından Gazze’ye yanaşacak olursak, Siyonistler ve Batılı müttefikleri, mücadele imkânı sınırlı din kardeşlerimizi yalnız Müslüman oldukları için katletmek ve bunun neticesinde de başta Mescid-i Aksa olmak üzere kendilerinin olmayan toprakları gasp etmek üzere saldırmaktadır. Müslümanların Gazze’yi mesele edinmesi ameli olmanın ötesinde zaten itikadî bir meseledir. Peki, ya diğer dünya görüşleri açısından Gazze’de yaşananlar ne manaya gelir?
Aktüel tariflerden yola çıkacak olursak Gazze’de yaşananlar, temel insan haklarının ihlali, hayat hakkı, sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlere erişim gibi konuların ciddi bir şekilde ihlâl edildiği bir tabloyu gözler önüne sermektedir. Bu bağlamda, her fert ve grup, ideolojik veya dini kimliği fark etmeksizin, Gazze’deki durumu mesele edinmeli ve yaşanan insanlık krizine karşı hiç olmazsa bağlısı olduğu fikrin tarihine kara bir leke olarak geçmemek için hassasiyet göstermelidir.
Ülkücülerin Bakışı
Ülkücü hareket, Türk milliyetçiliği ekseninde şekillenen bir ideolojiye mensubiyet iddiasındadır. Bu ideoloji, genellikle Türk ve İslam dünyasına karşı hassasiyetiyle bilinir. Gazze’deki Müslümanların yaşadığı zulüm, ülkücülerin de mesele edinmesi gereken ehemmiyetli bir konudur. Bu mesele, sadece millî bir dayanışma değil, aynı zamanda Türklük şuuru ve Türk-İslam kültürüne olan bağlılık nedeniyle de ehemmiyet arz eder. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli yaptığı konuşmalarda Gazze’ye destek olmakta ve İsrail’i lanetlemekten geri durmamaktadır; fakat Ülkücü camia haiz olduğu teşkilâtı ile yaşananlara tepki göstermek noktasında pek çok aksiyon alabileceği yerde seyirci kalmakta, kendisinin de bu meselenin tarafı olduğunu bir türlü idrak edememektedir. Ülkücülerin Batı tipi kafatasçı bir milliyetçilik idrakinden çıkmaları ve Büyük Doğu’nun milliyetçilik prensibini sindirerek dünya görüşlerini buna göre revize etmeleri yalnız camiaları değil, aynı zamanda Türkiye açısından da son derece elzemdir. Kızılelma gibi bir ideal iddiası ortaya koyduktan sonra, Osmanlı bakiyesi toprakların Siyonistler ve Batılılar tarafından dişlenmesine seyirci kalmak olur iş değildir. Dünya çapındaki göstergelerin ibresi her geçen gün “dünya savaşı” yazan tarafa doğru dönerken, Ülkücü ideolojisi ve psikolojinin tashih edilmesi yalnız bir camia değil, Türkiye’nin istikbali açısından da hayatî önemi haizdir. “Amelsiz din olmaz, duran her şey kirlenir, donuk olan her fikir ölüdür” ölçülerinden yola çıkacak olursak, Ülkücü camianın Gazze konusunda aksiyon alması onlar için de bir diriliş vesilesi teşkil edecektir.
Kürt Milliyetçilerinin Perspektifi
Kürt milliyetçiliği, PKK başta olmak üzere Kürt halkının kimlik ve hak mücadelesine, sol görüş dili ve hareket tarzına dayalı bir ideolojidir. Kürt milliyetçileri, kendi tarihî deneyimlerinden ve yaşadıklarından hareketle, hiç olmazsa iddialarındaki samimiyeti izhar etmek üzere Filistinlilerle empati kurabilmelidir. Gazze’deki Filistinlilerin yaşadığı zulüm ve hak ihlalleri, Kürt milliyetçileri için de önemli bir mesele olmalıdır. Kendi hak mücadelesini yürüttüğünü iddia eden içeride DEM, dışarıda PKK-PYD başta olmak üzere Kürt milliyetçilerinin, Gazze'deki insanî kriz konusunda duyarlılık göstermesi ve dayanışma sergilemesi samimiyetlerinin de ölçüsünü gösterecektir. Türkiye’de Batıcı, Kemalist rejimin izlediği yanlış siyaset dolayısıyla Anadolu’dan, Anadoluculuktan uzaklaşıp, yarın bu topraklarda esamisi bile okunmayacak Siyonistler ile Amerikalıların kuyruğuna yapışıp, antiemperyalistçilik oynayıp devlet sahibi olunmayacağı gibi insan bile olunamaz. Gazze’de savaşmak üzere İsrail’e paralı/gönüllü asker olarak PKK/PYD’den gerilla gittiğinin şayiası bile yarın hesaplar görüp, defterler dürülürken maruz kalınacak muamelenin niteliğini tayin edici faktör olacaktır.
Kürt toplumunu, Müslüman Kürtleri tabiî olarak burada ayrı tutuyoruz; fakat onları temsil iddiasında olanların artık akıllarını başlarına almaları icab ediyor. Almıyorlarsa da Müslüman Kürtlerin inisiyatif alıp, onlara akıllarını başlarına aldırması… Millî bir kimlik ile Müslüman Anadolu’nun aslî unsuru olmak suretiyle yeni ve hakiki bir oluşun parçası mı olunacak, yoksa bu sürecin ziyanı mı? Şartlara bakıldığında açıkça görülüyor ki, buna hemen şimdi bir karar verilmesi icab ediyor.
Solcuların Tutumu
Sol ideoloji, adalet, eşitlik, insan hakları ve anti-emperyalizm gibi değerleri savunur. Solcular, genellikle mazlum halkların yanında yer almak ve baskıcı rejimlere karşı duruş sergilemek iddiasındadır. Gazze’deki durum, tam da bu değerlere hitap eden bir mesele değil midir? Türkiye’de İslâm’a düşmanlaştırılmak üzere sol örgütlerin büyük çoğunun dış ve iç mihraklarca alevileştirildiğini biz de görüyoruz. Bugün sol görüşün, sapkın bir mezheb, İslâm düşmanı Beyaz Türkler ve toplumu köklerinden koparmak üzere faaliyet gösteren kahir ekseriyeti yine alevi sanat sepet camiasının mevzisi hâline geldiği, “sol görüş” tabelasının ise buna paravan olarak kullanıldığı açık. Buna karşılık, aidiyet iddia edilen fikrin hiç olmazsa namusu icabı Gazze konusunda harekete geçilmesi icab etmez mi? İnsan, grup, kesim, camia yahut adına her ne dersek diyelim, riyakarlık yahut takiyye yaparken bile en azından böylesine rezil rüsva bir şekilde enselenmemek için Siyonizme karşı, Gazze’nin yanında harekete geçmeniz gerekmez miydi? İç ve dış şartların Türkiye’yi sürükleyerek götürdüğü iklimde, bu kuyrukçu, işbirlikçi, kafayla bu topraklarda hayat hakkı bulamazsınız. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, Adalet Mutlak’a konferansında her kesimi kendisini izah etmeye davet etmişti. E hadi buyrun, sol görüş mensubusunuz ya, Gazze konusundaki hâlinizi izah edin.
Müslümanlar Açısından
Gazze’de yaşananlara karşı Müslümanların tepkileri genellikle klasik söylemler, yürüyüşler ve protestolar etrafında şekilleniyor. Bu tür tepkiler, belirli bir şuur ve dayanışma duygusunu gösterse de, orijinal ve etkili çözümler üretme noktasında kısır kalınıyor. Sıklıkla tekrar edilen klişe ifadeler ve sembolik eylemler, sorunun köklerine inmek ve uzun vadeli çözüm stratejileri geliştirmek için yetersiz kalıyor. Bu tür tepkiler, kamuoyunun dikkatini çekse de, müşahhas politika değişikliklerine ve sürdürülebilir çözümlere katkıda bulunmakta yetersiz. Seçimin boykot edilmesi, Siyonist markalara yönelik boykotlar, düzenlenen yardım kampanyaları elbette etkili ve önemli girişimler. Buna karşılık, Türkiye başta olmak üzere Müslümanların Siyonizmi ve onun kuyrukçularını İslâm topraklarından silmek ve adaletin yeniden tesis edilmesini sağlamak üzere yeniden organize olması gerekiyor. Siyasetçilerden sıradan Müslüman vatandaşa kadar, bunun, bütün Müslümanlar için ameli bir mesele hâline gelmesi, gaye edinilmesi ve aile, eğitim, ekonomi, hukuk ve hayatın diğer bütün planlarının bu gayenin diyalektiğine göre yeniden tanzim edilmesi icab ediyor. En basitinden, anayasa tartışmalarının yapıldığı bugünlerde, Müslümanların, yapılacak toplum sözleşmesinin tam olarak buna göre tertip edilmesi noktasında siyasetçileri baskı altına almaları gerekmez mi? Bu konuda yol açıcı ve ön alıcı olmak noktasında bizim de yetersiz kaldığımızı itiraf etmemiz gerek.
Bir diğer taraftan, bugün Batı’dan İsrail ve Siyonizme karşı yükselen ses gayet güzel, bundan da memnunuz; fakat Batılıların, Müslümanların koruyamadığı kendi hukuklarını savunmak zorunda kalması, ayrı ayrı her Müslüman için utanç vesikası olmalıdır. Batılılar Gazze’den gelen telkine sessiz kalmayıp, vicdan olup haykırdıkları için hidayete erer, hem bu dünyalarını hem ahiretlerini kurtarırlar. Biz ise Müslümana yakışmayacak acziyetimiz dolayısıyla bu dünyamızı berbat ettiğimiz gibi ahiretimizi de berbat ederiz. Batıdan yükselen sesten memnuniyet duymak ayrı, bu aciz vaziyetin ıstırabını duymak ayrı. Müslüman için öyle kuru kuruya “ıstırap duyuyorum” edebiyatı yapıp, arabesk duygular arkasına sığınmakta da doğru değil bu arada. Amele, aksiyona, fiiliyâta vesile olmayan fikir ve hissin yapıcı değil, bilakis tüketici ve yıkıcı olduğu da unutulmamalı.
***
Müslümanların Gazze’de maruz kaldığı gibi bir mezalimin tekrar yaşanmaması için, bütün kanallar işletilmek suretiyle Türkiye’nin tarihî misyonunu üstlenmeye zorlanması ve bu misyonun ifa edilmesi için gereken insan kaynağının da sorumluluk alıp, bunun bir parçası haline dönüşmesi şarttır. Cereyan eden her hadise bizim yeni bir insan, toplum ve rejime ihtiyacımızı kafamıza adeta kakmaktadır.
Aylık Baran Dergisi 28. Sayı, Haziran 2024