Neler gördüm neler yaşadım. Yaşar Nuri Öztürk’ten, Mustafa İslamoğlu ve Mustafa Öztürk’e... Bu çerçevede daha bir sürü insanı sıralayabilirim. Fakat bu isimler meramımızı anlatmak için şimdilik yeter. Hepsinin ortak özelliği ümmetin ittifak ettiği doğru yolun ta kendisi olan Ehli Sünnet karşıtı olmaları, Anadolu insanının has ve pürüzsüz inanç yapısına düşman kesilerek mücadele etmeleridir. Önce mezhep imamlarına çatmaları mezhep imamlarının kendilerini İslam yerine koydukları iddiası. Daha sonra ise hadis inkâr ederek peygamberi ortadan kaldırmaları haşa kendilerini Kur’an’a muhatap görerek peygamberin önüne geçmeler. Sapıklık yerinde durur mu? Mustafa Öztürk, tarihselci görüşü bayraklaştıran Almanya’ya tüymüş kendini mazlum ve mağdur gösteren bir zavallı. Kendini haşa Allah ötesi gören ve Allah’ı hesaba çeken bir sapık. Çoğu Kemalizm’in dini bozmak için kurdukları İlahiyat camiasından.
Evet, Anadolu genci bize düşen uyanık olmak ve bu dalalet ehlinin mücadelesini boşa çıkarmaktır. Gelin dört hak mezhebin kurucusunun hayat çizgilerinden başlayalım. Gelin kendilerini İslam davasına adamış her biri birer ahlâk numunesi olan insanların yolunu anlamaya.
Malik b. Enes doğum tarihi bakımından dört mezhep imamından ikincisidir. Ebu Hanife’nin doğumundan on üç yıl sonra ahiretin sıçrama taşı dünyaya gelmiştir. İmam Malik Emevi sultanlarından Velid b. Abdülmelik döneminde doğup Abbasi halifelerinden Harun Reşid zamanında vefat etmiştir. Malik b. Enes’in çağı Ebu Hanife’nin çağına benzemektedir. İmam Malik Abbasi ve Emevi devletini ve bu iki devlet arasındaki çatışma ve savaşları yaşamış ve toplumda Arap, Fars ve Hint kültürlerine ait cereyanları görmüştür. Abbasilerle Hazreti Ali taraftarları arasındaki çatışmaları yaşamış, harici hareketini ve bu hareketteki mücadelelere tanıklık etmiştir.
İmam Malik’in ikinci dedesi Ebu Amir b. Amr Resulullah’ın ashabındandır. O insanüstü insan, hikmet toplayıcısı peygamberimizle birlikte Bedir Savaşı dışında bütün savaşlara katılmıştır. Birinci dedesi ise Malik b. Ebi Amir Tâbiîn’in (sahabeyi görene denir) büyüklerindendir. Kendisi Hazreti Ömer, Hazreti Talha, Hazreti Ayşe, Ebu Hureyre ve Hassan b. Sabit’ten (Allah onlardan razı olsun) hadis rivayet etmiştir. O Hazreti Osman’ı yıkayıp kefenleyen kabrine götüren dört kişiden biridir. Rivayet olunduğuna göre Hazreti Osman onu Afrika üzerine gazaya göndermiş ve o Afrika’yı fethetmiştir. Hazreti Osman Kur’an-ı Kerim’i toplayıp bir araya getirdiği zaman Kur’an-ı Kerim’i yazanlardan biridir. Beşinci halife Ömer b. Abdullaziz ona danışırdı. İmam Malik hicret diyarının ve Hicaz ehlinin imamı ve “Tebeu’t-Tâbiîn”den (sahabeyi görenleri görenler) birisidir. Medine’nin fıkhı ve Medine’nin yedi fakihinin bilgisi ona dayanır. 90 yıllık ömründe İslam’a ve Müslümanlara hizmet yolunda güzel ve mübarek bir ömür yaşamıştır.
Rivayet olunduğuna göre İmam Malik ilk başlarda musikî ile meşgul olmak istemiş, annesi ona bunu bırakmasını öğütleyerek fıkıh öğrenmesini istemiş, o da bu öğüde uymuştur. Başka bir rivayette İmam Malik annesine şarkı öğrenmek arzu ettiğini bildirince annesi ona “Oğlum şarkıcının yüzü çirkinleşince insanlar onun şarkısı ile ilgilenmez! Şarkıyı bırak, fıkıh öğren.” demiş. Görünen odur ki İmam-ı Malik’in annesi sadece onu şarkı işinden vazgeçirmek istemiştir. Çünkü İmam Malik yüzünün güzel olmasıyla meşhurdur.
İmam Malik Kur’an-ı Kerim’i ezberlemekle işe başladı. Sonra hadisleri ezberlemeye girişti. Ezber konusunda güçlü bir hafızaya sahipti. Hadisleri dinler, ezberlediği her bir hadis için elinde bulunan ipe bir düğüm atardı. Böylece kaç hadis ezberlediği ortaya çıkmış olurdu.
İmam Malik ilk zamanlarında fakirdi. İlim öğrenme arzusu İmam Malik’i evinin tavanını bozup tahtalarını satmaya sevk etmiştir. Fakirliği o dereceye vardı ki kızı açlıktan ağlardı. Daha sonra dünya İmam Malik’ten yana dönmüş ve zenginleşmiştir. Bu zenginliği “Aden” malı kaliteli giysiler giymek, “Horasan” ve “Mısır” malı lüks kıyafetler kullanmak imkânı vermiştir. İmam Malik zenginleşince kaliteli kokular kullanmış, üzerinde “Hasbiyellahü ve Nimel Vekil” yazan yüzükler kullanmış, kapısında “Maşallah” yazılı bir evde oturmuştur. O “Bağına girseydin maşallah deseydin ya!” (Kehf, 39) ayet-i kerimesine nazaran böyle bir evde oturmuştur.
İmam Malik pek çok hocadan ilim almıştır. Yaklaşık 300’ü Tâbiîn’den, 600’ü Tebeu’t-Tâbiîn’dendir. O bu hocalarını dindarlığından, fıkıh bilgisinden, rivayetin ve şartlarının hakkını verdiklerinden razı olduğu ve güvendiği kimselerden seçmiş, rivayetin ne olduğunu bilmeyenlerden rivayet etmeyi terk etmiştir. Bu terk ettiği kimseler dindar ve iyi kimseler de olsa… Rabia b. Ebi Abdirrahman Ferruh, İmam Malik’in hocalarından birisidir. Görünen odur ki İmam Malik bu hocadan ders aldığında küçük yaştadır. Bunun delili şudur ki İmam Malik bu hocadan ders aldığı sıralarda annesine:
-“Gidip ilim yazayım mı?” diye sorarmış. Annesi onu oyalar, ders almak için giderken giydiği kıyafetini giydirir, sonra:
-“Şimdi git ve dersini yaz. Rabia’ya git. Onun ilmini öğrenmezden önce edebini öğren.” dermiş. İmam Malik annesinin bu emrine itaat etmiştir.
İmam-ı Malik ve Hadisi Nebevi
Günümüzün en büyük belası hadis inkârcıları. Kimisi doğrudan inkâr etmekten çekinmiyor kimisi ise bu müessesede şüphe bulutları oluşturarak daha sinsi bir davranışta bulunuyorlar. Yine başka bir grup şüphe uyandırıp birçoklarını inkâr edip çok az hadisi kabul ediyorlar. Son iki grup daha tehlikeli, bizdenmiş gibi yapıp daha şeytani bir zekâyla hareket ediyorlar. Hadis inkârcıları kendilerini peygamber yerine koyup selim akıl dışında Kur’ân’ı tefsir edip ümmetin içine zehir saçanlar. Oysa Kur’an-ı Kerim Efendimiz (s.a.v.)’e indi ve Efendimiz vasıtası ile bizlere intikal etti. Onun hayatı ve izahları ile ezeli ve ebedi Allah (c.c)’ın kelamını anlıyoruz.
İmam Malik, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in söz ve davranışlarına çok dikkat etmiş, bu alanda önder oluştur. İmam Malik’in hadis senedi, hadis âlimlerine göre senetlerin en sahihi olmuştur. Çünkü hadis alırken kişilerin “siga” (güvenilirlik), “adl” (adaletli), “zabıt” (bilgisini iyi zapt eden-hafızası güçlü olan) vasıflarda olmasına bakarak oldukça seçici davranmıştır. Bu hususta ona hiçbir kimse suçlayıp dil uzatamaz. İmam Malik hadis rivayet edenleri tenkit etmekte çok katı idi. İbn El-Medini bu durumu tasdik edici şekilde şöyle der: “İmam Malik bir insanın rivayetini terk etmişse, mutlaka onun rivayet ettiğinde bir sorun vardır.” Büyük imamlardan İmam Şafii de İmam Malik hadiste (hadisin rivayetinde) bir şeyden şüphe ettiği zaman onu terk ederdi.
İmam Malik’in bu mertebeye ulaşması kolay olmamıştır. Bu sonucu elde etmek için çalışmış, geceleri uykusuz kalmış, sabır ve şükür kanatlarında ilmini ilerletmiştir. Büyük âlimin şu sözü onu anlamak ve saygı göstermek için yeterlidir. “Elimle yüz bin hadis yazdım.” O yine şöyle demiştir: “Bu ilim dindir. Dininizi kimden aldığınıza iyi bakınız. Allah Resulü (s.a.v.) şu direklerin yanında şöyle buyurdu, diyen yetmiş kişiye yetiştim. Ama onlardan hadis rivayeti almadım. Onlara devletin hazinesini emanet etsen, mutlaka onu koruyacak kadar güvenilir kimselerdir. Ne var ki onlar bu konunun hadis ilminin ehli değillerdi.”
İmam Malik zikrettiğimiz gibi Peygamber Efendimize dolayısıyla Peygamber Efendimizin hadislerine son derece saygı gösterirdi. İnsanlar ondan daha fazla ilim almak, dilediklerini sormak, bir takım meselelerin fetvasını sormak için ona gelir, sorular sorarlardı. O, onlara gereken fetvayı verirdi. Fakat onların kendisinden hadis istediklerini görünce gusül abdesti alıp yeni elbisesini giyip güzel kokular sürünmeden çıkmazdı. Hadise olan saygısından, gelenlerin yanına huşu içinde çıkardı. Bir keresinde Resulullah’ın bir hadisini rivayet ederken kendisini akrep sokmuştu. Akrep sokmasının acısına tahammül edip hiçbir tepki göstermedi. Bu konu kendisine sorulduğunda şöyle dedi: “Peygamber (sav)’in hadisine saygıdan dolayı sabrettim.”
Geçen günlerde Nurettin Yıldız’ın Üstad Necip Fazıl’la ilgili konferans mahiyetinde bir videosunu dinledim. Üstad’a bol bol methiyeli sözler yanında birtakım suçlamalarda bulunuyor. Klasik sağ gösterip soldan vurmalar. Hakkaniyet ölçüleri içerisinde davranır gibi yapıp zehrini kusma. Neymiş efendim Üstad istikbalin Ezher mezunu âlimimizi ayakta bekletmiş, ona elini öptürmemiş… Neymiş Üstad artist gibi giyinirmiş... Bu da gösteriyor ki, Yıldız hakkındaki düz ve donuk bir kafa olduğu tesbitimiz yerinde. Nurettin Yıldız, İmam Malik efendimizi görseydi acaba ona da “artist gibi giyiniyorsun” der miydi? İmam Malik efendimiz bu günlerde yaşasa Nurettin Yıldız’a “pamuk tarlalarında çalışan amele çavuşu gibi giyiniyorsun” der miydi? İnanın Üstad Necip Fazıl’ı tenkid edenlerin çapsızlığı Üstad’ın büyüklüğünü gösteriyor.
Neyse, böylesi bir çıkıntıdan sonra tekrar asıl mevzumuza geçelim. İmam-ı Malik Hazretleri gaye insan-ufuk peygambere hürmetinden dolayı hadis dersinde, Müslümanın yapması yasaklanmış olan sesini yükseltmeyi kötü bir şey sayar, delil olarak şu ayeti gösterirdi: “Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin.” (Hucurat, 2) ve “Peygamber hadisinin yanında sesini yükselten, Resulullah’ın sesinin üstünde ses yükseltmiş gibi olur.” derdi.
İmam Malik peygamberimizin sünneti ile yolunu aydınlatır, onu insanın önünde aydınlık yapan bir kandil sayardı. O sünnetin dışına çıkmayı ve sünnete aykırı davranmayı caiz görmezdi. Çoğu zaman Resulullah’ın kabrine işaret ederek: “Şu bahçenin sahibinden başka herkesin sözü alınabilir de bırakılabilir de…” derdi. Bunun içindir ki İmam Malik’in yanında şüpheci ve keyfi arzularına uyan birini andıkları zaman Ömer b. Abdülaziz’in şu sözünü örnek olarak söylerdi: “Peygamber (sav) ve kendisinden sonraki yöneticiler birtakım sünnetler ortaya koymuşlardır. Onların koyduklarını almak/uygulamak, Allah’ın kitabına uymak ve Allah’a itaati mükemmelleştirmek ve Allah’ın dinini güçlendirmektir. Hiçbir kimse onlardan sonra bu sünnetleri değiştiremez. O sünnetlere aykırı şeylere bakılmaz. O sünnetlere uyan hidayettedir. O sünnetlerden yardım alan zafere ulaşır. Onları terk eden Müslümanların yolundan başka bir yola uymuş olur. Onlara yüz çevirenden Allah da yüz çevirir ve onu cehenneme yaslar. O cehennem, ne kötü gidilecek yerdir.”
Şüphe yok ki İmam Malik’in sünneti sevmesi, sünnetin sahibini sevmesinden ileri gelir ve o peygamber sevgisinden dolayı da Medine-i Münevvere’yi de çok severdi. Ömrü boyunca hep Medine’de yaşamış, sadece haccetmek maksadıyla Mekke’ye gitmek üzere Medine’den çıkmıştır. Çünkü o, peygambere komşu olmayı tercih etmektedir. Halifelerin bazıları onu Bağdat’a gelip halifeliğin gölgesinde ve nimeti içerisinde yaşamak üzere Bağdat’a davet etmiş, o bunu reddederek şu hadisle cevap vermiştir: “Eğer bilirlerse Medine onlar için daha hayırlıdır.” (Müslim, Sahih, Hadis no: 2426). İmam Malik’in saygısı o dereceye ulaşmıştır ki, o Medine içerisinde herhangi bir bineğe binmekten utanır ve şöyle derdi: “Peygamberin mübarek bedenini toprağında barındıran bir arazinin, bindiğim hayvanın ayaklarıyla çiğnenmesinden kesinlikle hayâ ederim.” Kalbi ürperebilenlere neler anlatıyor değil mi? Edep ve hayânın kaybolduğu bir zaman ve mekân ikliminde büyüklerin hallerine ne kadar muhtacız.
Baran Dergisi 763.Sayı